Neo-neo gerçekçilik
Sean Baker’ın yönettiği Anora filminin finalini eleştirenler sanat sinemasını içselleştirememiş olanlar. Dünyaya sunabileceği tek şeyin bedeni olduğuna inanacak şekilde sosyalleşmiş biri var o sahnede.
Bazı filmleri izlerken meslek icabı yönetmenliğe, senaryoya, kurguya, oyunculuklara kısacası filmi oluşturan her şeye çok dikkatli bakarım ama nadir de olsa bazı filmlerde bu iz sürücülüğü tamamen kaybederim. Çünkü Anora gibi filmler, izleyicisini öylesine tatmin eder ki, teknik unsurların farkındalığı kaybolur ve sadece hikâye ve karakterle olan bağ öne çıkar. Yani, film sadece anlatıldığı gibi değil, bir bütün olarak sizi sarar ve geriye bakarken, teknik öğelere odaklanmaya bile vakit bulmazsınız…
FİNAL SAHNESİ
Bu sefer sondan başlamak istiyorum çünkü Sean Baker’ın “Anora” filmine en çok final sahnesi ile ilgili eleştiri gelmiş. Bu filmin anti-feminist olduğu eleştirilerini gülünç buluyorum. Sadece içeriği gereği cinsel bir film bu. Anora, bir eskort olduğu için filmde seks sahneleri var. Ve bu sahneler Abdellatif Kechiche’in fantezilerini gerçekleştirdiği gibi abartılı sahnelerle sunulmuyor. Bu sahneler, daha çok karakterin günlük yaşamının bir parçası olarak gösteriliyor. Anora’nın "içselliği olmadığı" yönündeki eleştiriler ise aslında karakterin içsel dünyasını tam olarak anlamayan bir bakış açısına dayanıyor. Asıl, Anora’nın finalini eleştirenler sanat sinemasını içselleştirememiş olanlar. Dünyaya sunabileceği tek şeyin bedeni olduğuna inanacak şekilde sosyalleşmiş biri var o sahnede. Tam da bu yüzden sahne benim için yürek parçalayıcı. Baker’ın oyuncularını ön plana çıkarma ve onlara derinlik kazandırma becerisi çok dikkat çekiciydi. Filmin konusu, ahlaki yargılara ve geleneksel değer yargılarına uymak yerine, onları sorgulayan bir yapıya sahipti. Bunlar da izleyicilerin bazı sahnelerde rahatsız hissetmesine yol açmış olacak ki bahsettiğim eleştiriler hep bu yönlerden geldi. Ve bu rahatsızlık, Baker’ın film yapımında empatiyi nasıl kullandığına dair yanlış anlaşılmaları beraberinde getirmiş görünüyor. Belki bazı izleyiciler Sean Baker’ı ve sinemasını tanımaya ve yönetmene güvenmeye ihtiyaç duyuyorlar.
Tangerine, The Florida Project ve Red Rocket gibi filmlerden tanıdığımız Sean Baker, yeni filmi Anora ile Cannes’da büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanmıştı. Film, bir eskort genç kadının umut dolu aşk yolculuğunu işlerken, karakterlerinin savrukluklarından beslenen güçlü bir sahicilik yaratıyor. Baker’ın alametifarikası haline gelen keskin gözlem gücü, Anora’da kendini bu sefer en başarılı haliyle gösteriyor; film, toplumun kenarında kalan hayatlara dair derinlemesine bir anlatı sunuyor. Sinema kültürünün uzun zamandır dayatmaya çalıştığı birçok girişimin ötesinde (Ari Aster buna örnek olabilir), Sean Baker neo-neo gerçekçilik kurdu adeta. Ve bana kalırsa bunu en iyi şekilde bir tek o yapabiliyor. Neo-neo gerçekçilik dediğim şeyi, modern sinemada toplumsal gerçekçilik akımının günümüz koşullarına uyarlanmış hali veya yeni bir yorumu olarak tanımlayabilirim. Bu terimi kullanmamın sebebi, Sean Baker filmlerinin; klasik İtalyan Yeni Gerçekçiliği ile 1990’ların bağımsız Amerikan sinemasının gerçekçi yaklaşımından esinlendiğini düşündüğümden. Neo-neo gerçekçilikte, hikâye anlatımı yalın ve doğrudan bir çizgide ilerlerken, karakterlerin derinlikleri ve günlük yaşamın ayrıntıları o denli öne çıkar ki bu tür filmler sıradan insanların dertlerine, hayal kırıklıklarına ve sıradan mutluluklarına odaklanarak onların yaşamlarını tüm sadeliğiyle aktarabilir.
TAVİZSİZ YÖNETMEN
Sean Baker, dışlanmış hayatların derinliklerine dair etkileyici keşifleriyle tanınan bir yönetmen olarak, empatiyi ustaca kullanmaya bu filmde de devam etmiş. Sean Baker’ın yönetmenlik tarzı, cesur ve ham bir gerçekçilik üzerine kurulu. Dışlanmış hayatlara dair anlattığı hikâyelerde, yönetmenin tavizsiz tutumu, filmdeki oyunculuklarda da kendini gösteriyor. Mikey Madison tarafından canlandırılan başkarakter Ani, hem sempatik hem de samimi bir şekilde tasvir edilerek, ana konunun hamlığı, özgün bir mizah ile dengelemiş. ‘Seks işçiliği’ teması ise son derece saygılı bir üslupla ve karakterin dünyasına sadık kalarak işlenmiş. Ani’nin toplumsal yargılar ve bedensel kimlik sınırları içinde kendini bulma çabası, bir kayıp ve kurtuluş arayışının insanlık durumunu temsil eden evrensel bir ifadeye dönüşmüş. Sahnelerin doğallığına katkı sağlayan müzik kullanımı oldukça dikkatimi çekti. Müziklerin çoğu, mekânın özgünlüğünü korumak amacıyla seçilmişti. Brooklyn sahnelerinde özel olarak uyarlanmış olan DJ Alex Coco’nun hazırladığı müzikler mükemmeldi. Anora’nın samimi anlatımıyla, müzik uyum içinde işleniyordu. Sinemanın bir armağan olduğunu hatırlatan bu filmi kaçırmayın.