Sabah ezan vakti kalkıp mesajlara bir göz atınca (uyku tutmamıştı) Beatles hakkındaki bilgimizi ölçen bir BaBamail.com testiyle ilgilendim. Eh, ilgilenmesem daha iyiymiş. Başından beri ‘The Fab Four’u Rolling Stones’a tercih eden birine göre yüz kızartıcı bir sonuca vardım. Çuvalladıklarımın hepsinin doğru cevaplarına baktım. Paul McCartney ile James Corden’in arabayla Liverpool’a gidip yaptığı söyleşiyi bir daha andım. Sonra da internete kendimi atınca hep olduğu gibi, oradan oraya dolaştım. Ve bu inter-gezide François Ozon’un “Peter von Kant” filmine rastladım.

Ve bir kez daha içim yandı. Film nisandaki İstanbul Film Festivali’nin programındaydı. O sıralar hemen hemen (doktora gitmek dahil) hiç dışarı çıkmıyordum. Çok film kaçırdım. Tamam da, “Peter von Kant”ı nasıl kaçırırım? François Ozon zaten sevdiğim bir yönetmendir ama “Peter von Kant”a aşırı ilgi duymamın başlıca nedeni, Rainer Werner Fassbinder’in varlığı, daha doğrusu onun sureti olarak Fransız aktör Denis Ménochet’nin varlığı…

***

Bundan yıllarca önce (2000 yılı) İstanbul Film Festivali‘nde Fatih Özgüven’in imzasını taşıyan Water Drops on Burning Rocks / Kızgın Taşlara Düşen Su bölümünde, Ozon’un aynı adlı bir filmi vardı: “Gouttes d’eau sur pierres brûlantes”. Ozon, hayranı olduğu Fassbinder’in sahneye konmamış oyunu "Tropfen auf heisse Steine"yi sinemaya uyarlamıştı. Tam bir Fassbinder hikâyesi, Fassbinder dünyasıdır. Hatta Alman yönetmenin değişmez ekibinden (kovulmalar hariç) Udo Kier ve Irm Hermann da festivalin konuğu olmuş, hem sevip, hem nefret ettikleri yönetmenleriyle yaşadıklarını anlatmışlardı.

Ozon bu sefer de gene Fasbinder’den, onun 19 yaşında (rivayete göre, tamamını bir Berlin Los Angeles uçak yolculuğunda elle yazmış) tamamladığı oyundan

“The Bitter Tears of Petra von Kant/Die bitteren Tränen der Petra von Kant/Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları)” adıyla 1972’de beyazperdeye uyarladığı bir film gerçekleştirmiş. Özgün filmin kadın kahramanını erkek yapmış, tamamen kadınlardan oluşan kadroya da erkek karakterler katmış. Çoğumuzun, Quentin Tarantino’nun 2009 yapımı filmi “Inglourious Basterds / Soysuzlar Çetesi”nin başlangıcında, Yahudiler’i sakladığı gerekçesiyle Nazi albay Christoph Waltz tarafından sorguya çekilen mandıra çiftçisi olarak hatırladığımız Denis Ménochet, fizik olarak da, abartıla duygu ve tepkileriyle de Peter von Kant’ta çok başarılı. Oysa kendisi genellikle abartısız ve ekonomik performanslarıyla tanınan bir aktördür.

Özgün filmde Petra von Kant meşhur, etkili, ama acımasız bir moda tasarımcısıdır. Ozon ise, filminin adından da anlaşılacağı üzere, onu erkek yapmış. Mesleğini de değiştirmiş, Peter bir yönetmen. Her iki filmin de tamamı, kahramanın Köln’deki evinde geçiyor. Artık sevmediği kocasını boşamıştır, sekreteri, hizmetçisi ve tasarımda yardımcısı Marlene ile (ilk filmde Irm Hermann) ilişkisi vardır. Ona kötü muamele eder. Derken 23 yaşındaki genç ve güzel Karin gelir. Petra ona âşık olur ve başkalarına yönelik kötü davranışlarının mislini görür.

Fassbinder’in filminin Karin’i, elli yıl sonra Ozon’un filminde Peter’in annesi Rosemarie olarak karşımıza çıkıyor. Devrin en iyi oyuncularından, Alman yönetmenin kadrosunun da aslarından Hanna Schygulla, bu sefer Peter’in annesi Rosemarie olmuş. Genç sevgili Amir’i ise, genç aktör Khalil Ben Gharbia oynuyor. Peter’in oturduğu yerden emirler yağdırdığı, kötü davrandığı, suskun yardımcısı Karl’da çok başarılı Stefan Crepon’u izliyoruz. Amir’i getirip onunla tanıştıran eski gözağrısı Sidonie’de ise, İsabelle Adjani var. Aktris Schygulla’dan on iki yaş büyük ama Alman oyuncu hiçbir zaman yaşından kaçmadı, perdede de daha ziyade yaşına uygun roller üstlendi. Adjani ise, eh işte, otuz falan gösteriyor.

Nerden nereye! Genç Beatles’dan genç Fassbinder’e. Zaten kendisi 37 yaşında öldüğü için daima gençti. “Peter von Kant”, Fransa’da gösterime girdi ama ne yazık ki gösterim listesinde Türkiye (şimdilik) yok. Artık bir çaresini bulacağız.