Nerelisin,  nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?

Deniz Burak BAYRAK

Geçen yıl Nobel Komitesi’nde yaşanan skandaldan sonra alınan kararla edebiyat dalında ödül alan yazarın, bir sonraki yıl ödül alacak yazarla birlikte açıklanması kararı alındı. Her yıl heyecanla “Acaba kim ödül alacak?” diye soran okurları bu karar biraz üzse de bence bu yılın ödül alan isminden çok 2018’in ödül alanı merak ediliyordu. Karar açıklandı ve ödülü Polonyalı yazar Olga Tokarczuk kazandı. 2019’un kazananı ise Avusturyalı yazar Peter Handke oldu.

Tokarczuk ismini daha önce duymamıştım. Yazarı araştırırken Tokarczuk hakkında ülkemizde yapılan büyük çaplı bir araştırmaya rastlamadım. Kitaplarını aradığımdaysa oldukça şaşırdım.

Çünkü Olga Tokarczuk’un dilimize çevrilen iki kitabı vardı ve bunlardan birinin baskısı tükenmiş, diğeri de 2016’dan bu yana tek baskıda kalmış olan Alabanda Yayınları’nın verimi Koşucular’dı. 2008 Nike, 2018 Man Booker ve son olarak 2018 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan bu çok ödüllü yazarın dilimize bu kadar az eserinin çevrilmesini yadırgadım. Böyle değerli bir yazar hakkında bilgi sahibi olmamamdan dolayı da kendimi eleştirdim.

Tokarczuk edebiyat kariyerine başlamadan önce psikolog olarak çalışıp Jung üzerine araştırmalar yapıyor. Polonya’nın en önemli yazarlarından biri olarak görülüyor ve aynı zamanda Polonya Yeşiller Partisi’ne de üye. Psikoloji konusundaki bilgisi ve Yeşiller Partisi üyesi olması Koşucular kitabına da fazlasıyla yansımış.

Koşucular; sessizlik, karanlık, yalnızlık ve hareketsizlikle açılıyor. Hareketsizlik, hareket edememek dünyanın sonu gibi. “Bir yerde uzun süre kalınca, oraya kök salmayı sağlayan o gen bende eksikti anlaşılan.” İlk bölümlerde karşılaştığımız kahraman, duvarlarını yıkmak isteyen, durağanlığın verdiği tekdüzelikten bunalan, hareket halinde olduğu için bir ırmağa bile imrenerek bakan biri. Eser aslında yerleşik hayatı değil göçebeliği kutsayan ve özünde ‘yolculuk’ olan bir kitap. Kahramanlar bulundukları yerlerden farklı yerlere gitmek için yola koyuluyorlar. Dünyadaki genel geçer her şeye karşı gibiler, her yargıya kuşkuyla bakıyorlar, sorguluyorlar ve görünen dünyanın sahte olduğu düşüncesine sahipler: “Sınırlara saygım yoktu, yer değiştirmeye meyilliydim. İstatistiklere ve doğrulanmış teorilere inanmıyordum.” Yazarın doğaya dair betimlemeleri, doğanın insan üzerinde bıraktığı etki, insanların doğayı çöplüğe çevirmesi, hayvan hakları, Vikipedi gibi başlıklar da yazarın değindiği önemli konular.

Yolculuk psikolojisi derinlemesine ele alınması gereken bir konu. Eserde edebiyat ya da genel olarak sanat ürünlerinden yola çıkarak bir yeri görme isteği ve bunun sendrom olarak araştırılmasına değiniliyor. Yolculuğa bilimsel bir bakış açısı getirilmeye çalışılıyor. Akademisyenlerin bilimsel toplantılar ya da araştırmalar yapmaları için bir şehirden başka bir şehre gitmeleri ve bu yolculuklar boyunca zihinlerinden geçenler ve yaşadıkları da okura aktarılan bölümlerden.

İktidarlar hep sabitlik ister, hareketsizlik ister. Hareket eden iktidarı yener. Hareket eden bu dünyanın mahkûmu değil, yöneteni olur. İktidarlar hareket eden kitleleri sevmezler. İktidarlar tüm özgür insanları yerleşik yaşama zorlarlar ve belirli adreslere kapatırlar. Tokarczuk da bizi bu konuda uyarıyor.

Eser için günlük, anı, gezi yazısı gibi türlerin bileşimi demek yanlış olmaz. Çünkü kitap ne tek başına günlük ne anı ne de gezi yazısı. Aslında eser için yeni bir tür. Uzun ya da kısa her bir bölümün başlığını madde başı olarak ele alırsak yazarın yarattığı bu tür için ansiklopedik bir tür diyebiliriz. Zaten yazara Nobel ödülü de “sınırları aşmayı yeni bir yaşam formu olarak gösteren ansiklopedik tutkuyla birlikte öyküsel hayal gücü için” verildi.

Tokarczuk eserinde tarihsel süreç ışığında kendi anılarından yola çıkıyor. Ancak kitap ilerledikçe yazar kurgulama mı yapıyor yoksa anlatılanlar gerçek mi duygusuna fazlasıyla kapılıyorsunuz. Bundan dolayı yazarın insan öyküsü bulma ve karakter yaratmada çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

Koşucular’da yolculuklara dair çok fazla mekânla karşılaştırıyor yazar bizi. Havaalanları, hosteller, resepsiyonlar, otel odaları, sokaklar, bilinmeyen adalar… Özellikle üç bölüm halinde verilen, bir ailenin tatilde kaybolan anne ve oğlunun hikâyesi olan Kunicki Su, mekân açısından oldukça etkileyici. Merak unsuru da zirve yapıyor. Devam eden bölümlerin arka arkaya değil de araya zaman girdikten sonra verilmesi okuru uyanık tutuyor, bağ kopmamış oluyor. Yazarın burada kurgulamadaki başarısının yanında bağlam kurma başarısını da görebiliriz.

Koşucular, bana diğer bir Nobelli yazar Svetlana Aleksiyeviç’i ve onun tanıklıklarını hatırlattı. Kulvarları tabii ki farklı ancak üslupta yakınlık hissettim. Ne de olsa yakın coğrafyaların insanları. Koşucular çok farklı bir kitap. Başta sabredip eserin büyülü ama fazlasıyla gerçek evrenine girebilirseniz edebi bir şölen sizi bekliyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.