Nereye gidiyoruz?
Halk muhalefete bir şans vermiştir. İş kaldı bu şansı kullanmaya ve değerlendirmeye. Helalleşme, yumuşama, normalleşme, karşılıklı ziyaretler, gölge bakanların hükümetin bakanlarını ziyaret etmesi ülkenin sorunlarının çözümü konusunda ne yazık ki hiçbir değer yaratmamıştır.
Ali Uğurlu - Dr., Mühendis
20. yüzyılın en büyük siyasi düşünürlerinden ve Marksizmin en özgün yorumcularından Antonio Gramsci (22 Ocak 1891 - 27 Nisan 1937) krizi tanımlarken günümüzde de en bilinen sözlerinden birini etmiştir: “Eskinin ölmekte olduğu, ama yeninin doğamadığı durumdur.” Bu mottolaşmış dize günümüzü anlatan önemli bir tanımdır. Evet tam da böyle. Türkiye epeydir böyle bir kriz yaşıyor. Eğitimde, sağlıkta, yargıda, ekonomide, sanayide, enerjide, ekolojide, demokraside… Her alanda bir derin kriz durumu var. Kriz sadece ülke yönetiminden kaynaklanmıyor. Ülke muhalefeti de bu krizden sorumlu. Çünkü krizi çözme ve bitirme durumu noktasından uzak. Şimdi diyeceksiniz ki bizim gibi ülkelerde kapitalizmin böylesine dönemsel krizleri zaman zaman olur ve kaçınılmazdır. Hayır efendim. Kapitalizmi böylesine Ortodoks yorumlamak doğru değildir. Biz tarihte bu ülkenin daha zor şartlarda –doğru yönetildiği için– çok daha iyi durumda olduğunu biliyoruz.
Geçen hafta mecliste Can Atalay ile ilgili bir hırgürlü oturum vardı. Yumruklar, küfürler havada, bini bir para… Anayasa Mahkemesinin verdiği kararın AKP tarafından kaçıncı defa engellenmesi bu, unuttuk… Muhalefet; CHP, DEM, TİP ve diğerleri adeta bir oyun oynar gibi hâlâ meclisin bir sonuç doğuracağı beklentisi içerisindeler. TBMM’den bu milletvekili aritmetiği ile sonuç alınamayacağını bile bile bu oyunu oynuyorlar. Bu kaçıncıydı unuttuk… Bu oylamalar ve ara sıra verilen demeçler dışında kararlı ve etkili bir muhalefet yürütemeyen muhalefet partileri deyim yerindeyse sadece kamuoyunun gazını almaktan başka bir şey yapmıyorlar. Yahu, bir şey bilmiyorsanız, 850 günü aşkındır süredir ülkenin değişik kentlerinde Gezi tutuklularının serbest bırakılması için kesintisiz Adalet Nöbeti Tutan TMMOB’den ders alsanıza…
Geçenlerde CHP’nin önemli vekillerinden biri söylemişti; bu kadar krize rağmen umut olamıyorsak bazı şeyleri durup yeniden değerlendirmek gerek diye. Samimi bir itiraf bu. Doğru bir tespit te aynı zamanda. Eski ölüyor ama yeni doğmuyor. Yeniyi doğuracak ülke muhalefetidir. Tarihe bir ebe gerek sanırım. Aksi takdirde ya ölü doğum gerçekleşecek ya da hasta ölecek. O ebe nedir. O ebe birleşik muhalefettir. Sevaplarıyla günahlarıyla yakın geçmişimizde bir Haziran Hareketi örneği durmaktadır.
Ülkenin en büyük –oy anlamında– muhalefet partisine büyük sorumluluk düşmektedir. CHP bu sorumluluktan kaçamaz. Böyle bir sorumluluk almaya niyeti var mıdır bilinmez ama tarih bu yükü omuzlarına yıkmaktadır. Bunun için birçok konuda netleşmesi gerekir. Kitlelerin desteğini alabilmesi için kendi dışındaki sol ile ittifak kurup ülkenin bu krizden çıkması için bir ortak tutum belgesi yayınlamalıdır. Sağ partilerle gerçekleştirdiği Altılı Masa ittifakından yaralı ve yenik çıkmıştır. Bu nedenle meslek odaları ve sendikalarda örgütlü, hayata daha doğru bakabilen, kesinkes AKP’siz bir iktidar için mücadele eden en geniş sol kesimlerle ittifak edilmelidir.
Bu ittifakın en önemli önkoşulu ana muhalefetin kendi içerisinde netleşmesidir. Zaten kitlelerin desteğini alamamasının en önemli nedeni de budur. Kürt meselesi, laiklik, ekonomi, yargı, eğitim, sağlık, enerji, kamuculuk, özelleştirme ve piyasalaştırma konularında ne düşündüğünü halka deklare etmek zorundadır. Mevcuda karşı olmak durumu açıklamaz. Muhalefete oy verenler dahi bu konularda partinin ne düşündüğünü bilmemektedir. CHP bu sorunları kamuoyu önünde açıkça tartışmamakta ve kamuoyunun taleplerini görmezlikten gelen bir tutum içerisindedir. Bu nedenle ne kitlelerin sempatisini kazanmakta ne de desteğini alabilmektedir. Anketlerde birinci parti çıkması bununla karıştırılmamalıdır.
Bunların yerine bütün enerjisini kim cumhurbaşkanı olacak, kim nereye gelecek kim meclis üyesi olacak ona harcamaktadır. Yaptığı mitinglerde kitleleri sokağa sürükleyememekte, toplumsal bir güç oluşturamamakta ve bir dönüşüme öncülük edecek kadroları yaratamamaktadır.
Türkiye’de 16 Nisan 2017 Referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan Başkanlık sistemine geçildikten sonra ülkede çok şey değişmiştir. Deyim yerindeyse parlamento işlevsizleşmiş basit bir temsiliyet kurumuna dönüşmüştür. Bunun yanı sıra Cumhur İttifakı çoğunluğu nedeniyle de bu kurumdan muhalefetin bir karar geçirtmesi mümkün olmamaktadır. Bu nedenle muhalefetin tüm enerjisini burada harcaması, belagatle konuşmalar yapması ne kendisine bir şey kazandırmakta ne de ülkenin sorunlarının çözümüne katkı sunmaktadır.
Halk ana muhalefet partisine yerel seçimlerde bizi kurtar demiştir. Bunun meşru yolu erken seçimdir. Her şeyin çürüdüğü, deyim yerindeyse dibe vurduğu, Cumhuriyet kurumlarının siyasal İslam ve otokrasi eliyle dönüştürüldüğü, halkın açlıktan sürüm sürüm süründüğü bir zamanda erken seçim istememenin altında ne yattığını bilemiyoruz. Ana muhalefet partisi neden erken seçim istemiyor bilemiyoruz. Herhalde AKP’nin kendi kendini tasfiye etmesi bekleniliyor. “Erken seçim isteniyorsa neden zorlanmıyor, neden buna göre bir politik çizgi belirlenmiyor?” diye sormazlar mı? Tek adam rejimi eleştirisini ağzına almayan, neoliberal sisteme karşı politik bir durum belgesi açıklamayan, kamuculuktan bahsetmeyen, ezkaza iktidar olursa neler yapacağını söyleyemeyen bir ana muhalefet kitlelere güven vermez.
Sermaye egemenliğinin gün geçtikçe arttığı buna karşılık nüfusun yaklaşık üçte ikisinin yoksulluk sınırı altında yaşadığı bir ülkede normalde halka dayalı iktidarların işbaşında olması gerekir. Kapitalist model ile de yönetilse çalışanların hakkı gözetilmeli, sosyal devlet olma isteği ile bütün sınıflara eşit yaklaşılmalı, adalet ve demokrasinin gerekleri amasız ve fakatsız yerine getirilmelidir. Ana muhalefet partisinin altı okundan biri laiklik, biri devrimcilik ve biri de halkçılıktır. Son yıllarda hiç söz edilmeyen bu ilkeler yeniden öne çıkarılmalı ve bu ilkeler doğrultusunda halk örgütlenmelidir. AKP son günlerini yaşamaktadır. Halkın hiçbir umut ve beklentisini karşılayamamakta kendi yarattığı bir avuç elitist azınlığa ve sermayeye hizmet etmektedir. Halkın bu iktidardan umutsuz olduğu yerel seçimlerde tescillenmiştir. Anketler de bu umutsuzluğu ortaya koymaktadır. Şimdi yapılması gereken Türkiye’yi yeniden inşa etmek; demokratik, insanlara eşit, laik, cumhuriyet değerlerine saygılı, kamucu bir anlayış yaratmaktır.
Yıllardan bu yana egemenlerin istekleri doğrultusunda uygulanan politikalarla yatırım, sanayileşme, teknoloji, bilim-teknik ortadan kaldırılmış, kamu yararını gözeten planlama yönelimi dışlanmıştır. Tarımda desteklemeler kaldırılmış, açıklanan düşük baş fiyatlarla tarım bitirilmiş ve ülke açlığa mahkûm edilmiştir. Enerjide ki dışa bağımlılık yüzde seksenlere dayanmış, elektrik, doğalgaz ve akaryakıt zamları ile enerji yoksulluğu yaratılmıştır. Başta büyük kentler olmak üzere ülkenin su politikaları iyi yönetilememiş ülke ambalajlı su sektörüne bağımlı kılınmıştır. AKP döneminde değiştirilen Maden Yasası ile ülkenin her tarafı siyanürlü altın madenciliğine açılmış, ülkemiz adeta bir enkaza dönüştürülmüştür. Hazırlanan acı reçetelerle ekonomideki kötü gidişatın bedeli yoksul halka kesilmiştir. Keyfî olarak alınan ikinci vergiler, KDV ve ÖTV oranlarındaki artışlar halkı canından bezdirmiştir.
Evet halk muhalefete bir şans vermiştir. İş kaldı bu şansı kullanmaya ve değerlendirmeye. Helalleşme, yumuşama, normalleşme, karşılıklı ziyaretler, gölge bakanların hükümetin bakanlarını ziyaret etmesi ülkenin sorunlarının çözümü konusunda ne yazık ki hiçbir değer yaratmamıştır. Muhalefet erken seçimi mahcup bir şekilde kısık sesle telaffuz etmekte ve tarih olarak da birkaç yıl sonrasını işaret etmektedir. Önümüzdeki dört yıl ülkenin geleceği açısından çok önemlidir. AKP’nin IMF’ci programlara devam etmesi durumu daha da kötüleştirecektir. Hükümetin verdiği reaksiyon bu programların devam edeceği yolundadır. Bu nedenle halkın olduğu kadar AKP’nin de işi zordur. Gözden kaçırılan bir gerçek vardır ki halk dört yıl bu programa dayanacak güçte değildir. Bu nedenle muhalefetin bu süreçte atacağı adımlar belirleyici olacaktır. Bundan sonra yapılması gereken muhalefetin tek adam rejimini bir erken seçime zorlamasıdır. Ülkenin 4 yıl IMF uygulamaları ile geçirecek hali, takati kalmamıştır. Bu, kendiliğinden ortaya çıkabilecek gelişmelerle gerçekleşebilecek bir durum değildir.