Google Play Store
App Store

Asansöre bindiniz. Sırayla 4, 2, 6, tekrar 2, 10 ve 5. katlara gidiyorsunuz. 5. katta asansörün kapısı açıldığında gözleriniz mutlaka kapalı olmalı, aksi takdirde, arkadaş zorbalığına kurban gitmiş bir genç kadının hayaleti sizi parçalayarak ölüler diyarına götürebilir.

Geçen hafta gösterime giren korku filmi The Elevator Game/Asansör Oyunu’nun öyküsü işte bu tuhaf şehir efsanesine dayanıyor. Hayaletler genellikle öldürüldükleri yere dadanır ya, burada hayalet bir binaya değil, bir asansöre değil, genel olarak asansör adlı araca dadanıyor. Böylece, dünyanın herhangi bir yerindeki en az 10 katlı herhangi bir binanın asansöründe bu ritüeli uygulayarak hayaleti çağırabiliyorsunuz.

Karakterlerin son derece sığ, dramatik örgünün aşırı derecede zayıf olduğu, ‘kötü senaryo-kötü mizansen-kötü oyunculuk-kötü kurgu’ konularında ders malzemesi olacak kadar kötü bir film bu. Neyse, benim derdim de zaten film değil, asansörün sembolik kullanımı.

Asansör, adından başlayarak sembolik güce sahip bir araç. İcat edildiği sanayileşmiş ülke dillerinde hep aynı anlam kökünden türüyor: Yükseltici, yükselten, yerden yukarı kaldıran (Ascenseur, elevator, lift) Oysa asansör aslında dolmuşun dikey versiyonu gibi çalışır; sürekli gider gelir, iner çıkar. Buna rağmen hiç ‘inme, alçalma’ anlamlarıyla akla gelmez.

‘Yükseltici’ doğasından dolayı asansör, geç kentleşen -ya da sosyal değişim etkisiyle değil de zorla kentleşen- toplumlarda uzun bir süre bir statü nesnesi olarak algılandı. Özellikle taşra kökenli müteahhitlerle mülk sahiplerinin şehrin kenar bölgelerinde 5-6 katlı apartmanlar dikip asansörü akıllarına bile getirmediği Türkiye gibi ülkelerde bu araç, resmen zenginlik göstergesiydi. İnşaat maliyetini artırması önemli bir etkendi elbette, ama o binalarda yaşayanlara baktığınızda, “Peh peh, biz kimiz ki beşinci kattaki evimize asansörle çıkalım!?” düşüncesinin egemen olduğu bir kültürel yapıyı net biçimde görebilirdiniz; asansör sözcüğünü kimi zaman ‘asan Sör’ olarak düşünen -tıpkı Ford’un Türkiye’de yaygınlaşmasında büyük payı bulunan “Alırsan Ford, olursun lord!” sloganında olduğu gibi-, böylece bir türlü kurtulamadığı feodal değer yargılarıyla kapitalist yaşam tarzı arasında gidip gelen, henüz kentlileşememiş bir zihniyet...

Asansör Oyunu kötü bir film, ama hakkını da vermek lazım, asansör hakkında belirginleştirdiği önemli bir sembolik katman var: Psikolojik gelgitler, iniş çıkışlar.

Yıllar önce, bipolar bozukluk (iki uçlu duygudurum bozukluğu) hakkında belgesel film yapmaya niyetlenen bir öğrencimle tahterevalliyi sembol olarak kullanma konusunda anlaşmıştık. O sırada belki de fazla elektronik olduğu için aklımın ucundan bile geçmemişti ama, bugün olsa kesinlikle asansörü de eklemek gerektiğini söylerdim.

İkinci olarak asansör, çoğunlukla tedirgin edici sürprizlerle doludur. Belli bir yükseklikteki hedefinize ulaşmak için kullanırsınız, ama ne zaman nerede duracağını, kimlerin binip ineceğini bilemezsiniz. Bu daracık kutu-dolmuşta birlikte yolculuk ettiğiniz yabancılarla göz göze gelmemek için şekilden şekle girer, asansörün tüm köşelerini ezberlersiniz. Hoş karşılaşmalar da yaşanabilir tabii, ama bunların oranı epey düşüktür.

Üçüncü olarak, bir binanın farklı katları arasında dolaşan yapısıyla asansör, bir psikanaliz sembolüne dönüşür. Filmin bir sahnesinde, youtube için video çeken gençlerin ağzından şu ifadeyi duyarız: “Başka bir dünyaya götüren asansör” (The Elevator to Another World) Aslında asansörün gittiği tüm katlar aynı yapının parçasıdır. Ama her katta farklı manzaralar, farklı yaşam tarzları, farklı deneyimler vardır.

Filmde, hayaletle karşılaşmak için farklı katlar arasında belli bir sistematikle dolaşmak gerekiyordu: 4-2-6-2-10-5.

Bu sıralamada görüldüğü gibi, çift sayılı katlarda tehlike yok. Ama zemin kat ve çıkılan en yüksek katın tam ortasındaki tek sayılı kat, bizi ölümcül bir alana götürüyor.

Bu sayılar Fibonacci dizilimine benzer bir sıralamayla akarken, ‘altın oran’a yaklaşan bir helezon hayal edebiliriz: 0’dan 4’e çık, sonra 2 geriye in. 2’den 6’ya çık, sonra 4 geriye in. 2’den 10’a çık, sonra 5 geriye... Ama 5’e dönüşün bu ideal yapıda yeri yoktur. Burada, tam ortada konumlanan 5. kat, bilinçdışının en uzak, en karanlık köşesine, bireysel ve toplumsal düzeyde bastırdığımız her şeyin bir gün tekrar yüzeye çıkmak için beklediği o karanlık kuyuya denk düşer.

Şimdi ben 13. katta ineyim, hayaletlerin bizi beklediği katların nasıl ortaya çıktığını da bir sonraki yazıda tartışalım.