Google Play Store
App Store

Bir kesim burnunun ucundakine alabildiğine duyarsız. Kendi başına gelenden gayrı kimsenin derdi, acısı uğradığı haksızlık umurunda değil. Bilinçsizlik, umarsızlık, duyarsızlık, aymazlık. Adına ne derseniz deyin, sebebi ne olursa olsun belki kendi derdine düşmüş günü kurtarırken gelen bir adam sendecilik yaygın. Bu grubun içinden önemli bir kesim; biraz da kendi başına geldiğinden ya da artık ihtimalin hiç uzak olmadığını bildiğinden uyanışta. Sokakta, okulda, üniversitede, parkta, otobüste ses veriyor. Günün sonunda elbette kendi geleceği için kaygıyla, dayanışma bilinciyle. Başkasının diploması, öğretmeninin maaşı, komşusunun aşı, çocukların, kadınların hakkı için.

Bu çok önemli. Haklarının bilincinde ve uzunca zamandır ses çıkaran kesim onlarla güçleniyor. Karanfil elden ele geçiyor. Öte yandan memleketin gündemine, yaşanan acılara duyarsız kalanlara kullanışlı ve asıl gündemi unutturacak mevzu lazım. “Normal doğum” tartışması hızır gibi yetişti. “Yeni doğan çetesini” değil de üç günlük bebeklerin para uğruna öldürülüşünü ifşa eden başarılı gazeteci Timur Soykan’ın sesini kesmek isteyenler sağlık sektörünün karanlığıyla ilgilenmeyip günlerden bir gün çok anlamlı bir kampanyayla sosyal sorumluluk bilinci aşılamaya karar vermişler! İktidarın eril müdahalesi her gün her yerde hayatımızı biçimlendiriyor. Bu kez süper lig karşılaşmasında futbolcuların eline tutuşturulan bir pankartla normal doğum propagandasıyla geldiler. Pankartta “Doğal olan normal doğum” ve “Tıbbi olarak zorunlu olmadığı sürece sezaryen doğal değildir” yazılıydı. Elbette kadın yaşamına, bedenine, tercihine sürekli müdahale edilmesinin birikimi ve isyanı son derece yerinde. Buna bağlı olarak itirazlar yükseldi. Kimi gülümsetirken meydan okuyan, kadının tercihlerini sahiplenen kimi daha bilinçli itiraz açıklamaları içeren paylaşımlar gündemin en başına oturdu.

Yapılan her itirazı kendi içinde haklı bulsam da tepkilerin bir kısmının dar ve kısıtlı bir çerçevede ve sadece kendi ile ilgili bakış açısıyla sınırlı kaldığını düşünüyorum. Moda tabirle söylemek gerekirse biz önümüze atılan gündemde “turpun büyüğünü” kaçırıp turpun toprak altında kalan bölümüyle ilgilenmeden hararetleniyoruz. Sonuç almak için haklı itirazımızı daha geniş bir pencereden yükseltmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünerek aklımdan geçenleri olanca açıklığıyla paylaşmak isterim.

Evvela şunu düşündüm. Spor, özellikle de futbol bu ülkenin en ilgi çeken ve nadir de olsa tüm sınıfların, farklı toplum katmanlarının ortak ilgi alanı olması sebebiyle mesaj vermek, sosyal farkındalık oluşturmak için önemli bir alan. Bu mecranın doğru kullanıldığı örnekleri Gezi direnişinde ve zaman zaman infial yaratan toplumsal olaylarda dikkat çeken, şiddet karşıtı mesajlarla gördük. En dikkat çeken paylaşımların, sivil itaatsizlik adına etkili  protestoların tribünlerden gelişine tanık olduk. Sanırım en kuvvetli örneklerden biri Çarşı’nın sesidir.

Normal koşullarda sevilen, rol model kabul edilen sporcuların toplumsal mesaj vermesi olumlu değerlendirilebilir. Ancak bin derdin binine suskun kalan bu sporcuların kendi iradeleri dışında ellerine tutuşturuluveren bu pankarttaki sorunun pankartı taşıyanların bile ayırdında olduğunu düşünmüyorum. Evet, bana sorarsanız burada işaret edilmesi gereken bir sorun var. Buna değineceğim ama önce çok daha derin sorunlar için kılını kıpırdatmayanların bu konuyu neden seçtiğine ve nasıl değindiğine kafa yormalıyız. Son dönemde falan sanatçı dayanışmaya ses verdi filan sanatçı suskun kaldı diyerek yapılan çağrılar sporcuları da kapsar. Örneğin sahada çocuk cinayetleri, kadına yönelik şiddet için mesajlar görmek isterim ben. Üniversitelilere, gençlere destek görmek isterim. Ne kadar yazsak, anlatsak erişemeyeceğimiz kapalı dimağlara futbol sahasından sevdiği futbolcudan gelecek mesajın erişebileceğini biliyorum. Diyelim ki ele alınması önemli bir sezeryan doğum tercihi sorunuyla karşı karşıyayız. Meme kanseri farkındalığı için olduğu gibi normal doğum ile ilgili bir farkındalığın da kadın sporcular tarafından dile getirilmesi neden düşünülememiştir diye soralım. Çünkü onlar “bayan”! Doğurmaları görevleri ancak doğurmakla ilgili tercih kendilerine ait olamayacağı gibi bu konuda söz söylemeleri de yakışık almaz. Kadının neresinden doğum yaptığı düşünüldüğünde namus incinir!

İtirazların önemli bir kısmı “normal doğum” tanımlamasına karşı yapıldı. “Vajinal doğum denir”, “Sezeryan anormal değildir”, “Benim vajinam benim kararım” söylemleri gibi. Burada itiraz haklıyken odak bambaşka yerlere gidiyor kanımca. “Vajinal doğum” tıbbi bir terim. Elbette vajina kelimesini günlük hayatın içine almak isteyenlere itirazımız olmaz, olamaz ancak bin yıldır her ailede konuşulurken “Doğum normal mi olacak?” doğallığında dile getirilen ve kabul görmüş sıradan bir tabir üzerinden bu konuyu ele almanın faydasız, steril ve biraz da bencilce olduğunu düşünüyorum.  Bilinçlendirilmesi umulan ya da gereken asıl muhataplara erişim için önemsediğim ‘kadının asıl tercih hakkının kendisinde olduğu yönündeki farkındalık platformundan uzaklaşılmasını yadırgıyorum.

Bana göre en doğru ve sağduyulu açıklama Kadın Dayanışma Komiteleri’nden geldi. “Doğal olan sizin dayatmalarınız değil, kadınların doğum yöntemlerine hekimleri ile birlikte karar vermesidir. Sağlık Bakanlığı öncelikle doğurduğumuz yavrularımıza ne olduğunun, el kadar bebeklerin özelleştirilen sağlık sisteminde para uğruna, çetelerin elinde nasıl can verdiğinin hesabını versin!” dediler. Çok haklılar.

Şimdi tıbbi açıdan özelleştirmelerle ve yanlış politikalarla ticarete dönüştürülen sağlık hizmetlerinin yanlışlarına, aksak yönlerine bu “normal doğum” gündeminden bakalım isterim. “Benim bedenim benim kararım” önermesi son derece haklı bir önerme. Ancak tıbbi açıdan nereye kadar doğru ya da geçerli olduğu tartışılır. Örneğin ötenazi hakkı söz konusu olduğunda bu karar hakkı kişiye ait değil. Olmalı mı? Büyük ve derin bir tartışma alanı. Başka bir örnek; özellikle ileri yaşta hamilelikler başta olmak üzere doğum öncesinde bebeğin sağlıklı, engelsiz hayata gelmesi için elzem olan testler ve müdahaleler için karar beden sahibinin tercihine bırakılabilir mi? Şüphesiz sezeryan kararı da bu örneklerde olduğu gibi hekimin yönlendirmesiyle verilecek tıbbi bir karar, yönlendirme olmalı. Ancak artık “sağlık sektöründe” her türlü yönelim tamamen daha çok kâr getirecek, kazanç sağlayacak olana öncelikle belirleniyor. Üstelik denetimsiz ve suistimale de çok açık bir şekilde.

İstatistikler dünyada en fazla sezeryan doğum yapılan ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor. Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama oran yüzde 29 iken Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 2012’de yüzde 48 olan sezaryen oranı 2022’de yüzde 60’ın üzerine çıkmış durumda. Dünya sağlık normlarına göre sezeryan cerrahi bir müdahale ve elzem olmadıkça tercih edilmesi de önerilmiyor. Türkiye’de bu oranın giderek yaygınlaşması ise tamamen sağlık sektöründe normal doğum için ücretsiz doğal doğum koşullarının yetersizliğinden, ebelerin sistem dışına itilmesinden, sezeryan doğum müdahalesi için daha fazla tektik ve işlem kalemiyle kazancın katlanarak özellikle de özel hastahaneler için avantaj yaratmasından kaynaklanıyor. Doğum daha tartışmasız doğal bir alan olduğu için belki başka örneklerle de netleştirmeliyim konuyu. Örneğin yapılışı ya da ilk takip yılları görece komplikasyonsuz görülse de özellikle ileri yaşlarda nasıl sorunlar getireceği belirsiz olan, ömür boyu bir düzine ilaca bağımlı yaşamayı zorunlu kılan mide küçültme ameliyatlarına bakalım. Gelişmiş ülkelerde bu ameliyatın bir seçenek haline gelmesi için çok sayıda tetkik ve kriter var. Bunlara bağlı olarak bireyin sağlığı ile ilgili kaçınılmaz bir ihtiyaç tespit edildiğinde yapılan bu ameliyat sağlık sigortaları tarafından da karşılanıyor. Bizde ise tıpkı sezeryan yönlendirmesinde olduğu gibi adeta seri üretime geçilmiş “basit bir estetik müdahale” pazarlanıyor. Kentin sokaklarında billboard’larda reklamları yapılan bu hayati müdahale özel hastahaneler için cerrah transfer yarışına dönüşmüş durumda. Seçime hazırlanan siyasetçiler gibi, boynunda steteskop, kollarını kavuşturmuş botokslu hekim fotoğraflarıyla fazla kilolarından muzdarip olanlara ihtiyaç tanımlanıyor. Tedavi ve iyileşme için önce birçok başka alternatif bulunmasına rağmen bel ve boyun fıtığı, katarakt hatta kalp stenti ameliyatları adeta rutin prosedüre dönmüş durumda.

Sağlık sektöründe ölümle sonuçlanan, ileri yaşlarda risk faktörlerini artıran bu ve benzer müdahalelerden önce konuşmamız gereken çarpıklıklar daha derin boyutlarda. Yoksulun tedavi hakkı, ilaç hakkı, ilaç erişimi; her şey paraya bağlanmış durumda. Bu nedenle gündeme düşen “normal doğum” tartışmalarının memleket normalleri haline getirilmiş anormalliklerin açığa çıkmasına vesile olmasını dilerdim.

Ekonomiyi kalkındırmak için Arap’lara saç ekmekten tutun hastahaneleri otele dönüştüren türlü kozmetik müdahaleyle gelen para baş döndürdükçe temel insan hakkı olan sağlık erişimi de Şehir Hastahaneleri ve parası olana sonsuz olanaklar sunan ticarethanelerde arka odalara atılmaya devam edecek gibi görünüyor. Sağlık bakanlığına gelince, sezeryan pazarlaması nedeniyle bence de var olan bu sorunun önüne geçmek için erkek futbolculardan önce hekimleri muhatap kabul etmelerini, istatistiklerin şeffaflaşmasını sağlamalarını, önce içini boşalttıkları eğitim sisteminden başlayarak sağlık sektöründe çözüm odaklı erişim hakkını geliştirmelerini ve denetim mekanizmalarını devreye almalarını salık veririm.

Çok işleri var çok! En çok da savaşıp hedefe koydukları Türk Tabibleri Birliği’nin uzmanlık ve denetim birikimine ihtiyaçları büyük ve yadsınamaz.