Normandiya Çıkarması’nın 80’inci yılı: Antikomünist cephenin Normandiya hesapları
Antikomünist cenah çıkarmayı erteleyerek savaşın ana yükünü çeken Sovyetler Birliği’ni iyice zayıflatmak ve savaşın ardından "halletmek" hesabı yapmıştı. Kızıl Ordu’nun hızlı ilerlemesi ve bütün Avrupa’nın kızıllaşması korkusuyla Normandiya’ya girişildi.
Serdar DİNÇER - Yazar
Bu yaz Normandiya Çıkarması ve Stauffenberg Suikastı’nın 80. yıldönümü. Normandiya Çıkarması ile Hitler’e karşı savaşın ana yükünü çeken Sovyetler Birliği’nin Batılı güçlerden savaş boyunca talep ettiği ancak defalarca ertelenen "ikinci cephe" açılıyordu. Antikomünist cenah bunu erteleyerek Sovyetler Birliği’ni iyice zayıflatmak ve savaşın ardından "halletmek" hesabı yapmıştı. Kızıl Ordu’nun hızlı ilerlemesi ve bütün Avrupa’nın kızıllaşması korkusuyla Normandiya’ya girişildi ve "plan" 80’lerin sonunda sosyalist sistemin çökmesiyle tamamlanmış oldu.
Normandiya’da karşı karşıya gelen güçler enternasyonal bir nitelik taşıyordu. Batılıların saflarında tamamen antikomünist niyetlerle eyleme katılanların yanı sıra, Avrupa’yı faşist barbarlıktan kurtarma hedefi güdenler, İngiliz, Amerikan, hatta lman antifaşistleri, komünistleri de yer almışlardı. Karşılarındaki faşist siperleri de tam bir "kara enternasyonal" manzarası sunuyordu. Bu saflarda çarpışanlar arasında binlerce Avrupalı, Asyalı faşist gönüllü, Kızıl Ordu’dan kaçan, esir alınan ve ardından Nazilere yamanan "soydaş" ve "dindaş" da bulunuyordu. Bu cephedeki Nazi saflarının dörtte birinin bu "gönüllülerden" oluştuğu tahmin ediliyor. İngilizler hoparlörle bu saflara seslenmişler, teslim olanların memleketlerine geri gönderileceği vaadinde bulunmuşlar. Bunun üzerine çok daha şiddetli bir ateşle karşılaşınca şaşırmışlar. Bunların, vatanlarına ihanet ettikleri için memlekette cezalandırılacakları korkusuyla çarpışacaklarını hesaba katmamışlar.
Saflar, Nazilerin yıkılmasının hemen ardından karışıp, şekillenecektir. İngiliz ve Wall Street sermayesi, işgal edilen Almanya’da savaş suçlularını, Deutsche Bank, IG Farben gibi Alman tekel temsilcilerini, eski Nazileri hemen angaje edeceklerdir.
AMERİKALILARIN HESAPLARI
Oysa Roosevelt ve yakın dostu Maliye Bakanı Henry Morgenthau Jr., Naziler ve Alman tekelci sermayesinden hesap sorulması amacıyla 1943’ten itibaren ekipler kurdurmuş, planlar hazırlatmışlar. Morganthau’nun Albay Bernard Bernstein yönetiminde kurdurduğu "Finance Division" saflarında bir araya getirilen çoğu sol Keynesçi, ailesi Hitler’in gazabına uğramış Yahudi, antifaşist genç subaylar bunun için aylarca gece gündüz çalışmışlar. Kurdukları IG-Farben, Deutsche Bank ve Dresdner Bank soruşturma gruplarıyla bunların savaş suçlarını teşhir etmek için canlarını dişlerine takmışlar.
Henry Morgenthau’nun henüz 1944 Yazı, uzmanlarına hazırlattığı "German Banking Penetration in Continental Europa" raporunda büyük Alman bankalarının, Avrupa ülkelerinin ekonomik ilhakına büyük katkıda bulundukları yazılıydı. Buna ek olarak Federal Reserve System ve Federal Reserve Bank araştırmaları da bunların sessizce yürüttükleri borçlanma ile Nazi savaş makinesinin finansmanını mümkün kıldığı saptamasından çıkan sonuç, Alman evrensel bankalarının dağıtılması, merkezî yönetim organlarının bertaraf edilmesi ve New Deal’ın Federal Reserve System’indeki gibi yerel kurumlar oluşturulmasının gerektiği idi. Savaş Bakanlığı da işgali izleyecek askerî idarede bunlardan bir Dekartelizasyon Grubu oluşturulması sonucuna varmıştı.
Örneğin Finance Division’ın Deutsche Bank Ekibi raporları şu tavsiyelerle başlıyor: 1) Deutsche Bank (DB)’ın tasfiye edilmesi, 2) DB’ın sorumlu elemanları hakkında dava açılması ve bunların savaş suçluları olarak mahkeme önüne çıkarılmaları, 3) DB yönetici kadrolarının Alm.’nın ekonomik ve politik yaşamında önemli ve etkili konumlara alınmalarının men edilmesi (OMGUS (Office of Military Government for Germany United States (OMGUS), Finance Division Ermittlungen gegen die Deutsche Bank, 11).
Roosevelt’in ölümü ve Wall Street kanadının bastırmasıyla bu planlar kenara itilecek ve kısa süre sonra Deutsche Bank şefi Abs, İngiliz işgal bölgesinde Churchill’in Alman ekonomisi danışmanı olacak, bu bölge Nazi sermayedarlarının sığınağı hâline gelecektir. Eski Nazi, yeni batı dostu Alman tekelleri ve propagandistleri, bu yolu açabilmek ve halkın tepkisini kırmak için baş propaganda argümanı olarak "Morgenthau, Almanya’yı parçalayacak, tarım ülkesine dönüştürecek" iddiasını ortaya atacaklar ve bu argüman, günümüze kadar emperyalist tarih yazınına temel oluşturacaktır. Almanya’nın bölünmesi ve batı bölgelerinin Sovyetler Birliği’ne karşı bir saldırı üssüne dönüştürülmesi bu yoldan sağlanacaktır. Oysa Morgenthau, Bernstein vb. Almanya’da basit bir tabela değişikliğiyle Anti-Hitler Koalisyonu’nun dağıtılması planına karşı tepki göstermektedirler. Bunun bir 3. Dünya Savaşı’na neden olacağı endişesiyle, Sovyetler Birliği ile "fair" ve açık bir dünya ekonomik düzeni kurma, ancak hâlâ çok tehlikeli buldukları Almanya’yı bu dengeye ortak etmeme, bütün Avrupa’yı yağmalayan Alman tekellerinin servetlerine, savaş tazminat ve tamiratı için el koyma ve suçluları cezalandırma arzusundadırlar. Almanya’daki devlet borçları ve doğacak enflasyonla da Almanların kendilerinin baş etmeleri, bunlara bu alanda yardım edilmemesinden yanadırlar.
SOYDAŞ ANTİ-KOMÜNİSTLER
Almanya’da tekellerden yana gelişmeden "soydaş" antikomünistler de sebeplenecek, özellikle Münih civarında, Radio Liberty vb. çevresinde CIA’in Türki kadrolarının derlenmesi SS gönüllüsü Özbek Ruzi Nazar gibilerinin öncülüğünde sağlanacak, bunlarla antikomünist Normandiya Koalisyonu tamamlanacaktır.
Eski Şansölye Helmut Schmidt’in metin yazarı Jochen Thies, 2019’da yayımladığı "Normandie 1944" başlıklı strateji kitabında Almanya’nın bugün eriştiği konumları beş yıl öncesinden birer birer saymış. "Günümüz Alman Dış Politikasının Pusulası olarak Normandiya Koalisyonu" alt başlığını taşıyan kitapta, Alman sermayesinin yeniden hegemonya özlemi dile getirilirken, iki dünya savaşının ardından üçüncüsünden de kaçınmayacakları neredeyse açıkça ilan ediliyor. Thies, müttefik militaristlerin pervasızlığını kıskanarak anlatıyor, Alman militaristlerinden de utangaçlığı bırakıp, bunlara benzer dil ve duruş sergilemelerini istiyor.
Ukrayna’da Almanya, Fransa ve İngiltere’nin mutlaka kol kola ilerlemeleri gerektiği vurgusunun ardından risk istiyor: "Dünyanın en sert parası askerî bir riziko birliğidir, avro değil!" İngiliz kraliçesinin oğulları askerî pilot vs. olurken Alman politikacılarının oğullarının bu işlere bulaşmamasından, ahalinin yurtdışı askerî girişimlerinden huzursuz olmasından şikâyet ediyor. Propagandayı yetersiz buluyor. Askerî harcamaları yetersiz buluyor: "Geleceğin savaşları başka olacak, efektif savunma masraf ister."
Trump’ın o günlerdeki baskısına arka çıkıyor, millî gelirin en az yüzde 2’sinin orduya harcanması gerektiğini yazıyor ve kitap boyunca yaptığı Ukrayna vurgusuna ekliyor: "Sadece büyük bir koalisyon, uzun süren bir kriz veya büyükçe bir çatışma bir Federal (Alman) Hükümeti, bu durumu değiştirebilecek konuma getirecektir" derken üç yıl sonra patlatılacak savaşın neredeyse "müjdesini" veriyor.
Federal Ordu’nun yurtdışı operasyonları için parlamento kararı kuralını da "fazla" buluyor. "O eskidendi" diyor, "O zamanlar dünya henüz başkaydı, bugünkü krizler (Fransa ve İngiltere ile aynı anda) acele kararlar gerektiriyor."
Thies’in özlemini duyduğu Almanya bugün bütün çıplaklığıyla sahnede. Şansölye Olaf Scholz, "Zeitenwende" (Çağ Dönümü) ilanıyla birlikte 100 milyar avroluk askerî harcama müjdesi veriyor. Rheinmetall gibi silah şirketlerinde bayram var. Ukrayna’daki Nazi sempatizanları kahraman ilan ediliyor. Ah pek demokratik, aman pek insancıl Federal Parlamento, AB Parlamentosu vs. Amerikan ortaklarıyla birlikte, Zelenski gibi birinin önünde hizaya geçiyor, ayakta alkış ayinleri yapıyor. Bu "çağ dönen" Avrupa, milyonlarca savaş göçmenini Türkiye, Tunus, Cezayir, Ruanda gibi tüketilen ülkelerde sürünmeye mahkûm etmekten utanmıyor. Dünyamız, bu maceracı tiplerce emperyalist atom cümbüşlerine atılmak isteniyor.
Bu patırtıda "zaten hep kötü" Rusların Avrupa’yı tehdit ettiği anlatılıp duruyor. Oysa 17.2.24 tarihli "Der Spiegel"in uluslararası "The Military Balance" yıllığından aktardığı verilere göre NATO güçleri asker ve silah açısından Rusya’nınkinden en az 3 kat daha büyük, bu oran büyük savaş gemilerinde 8 kat. "Aslında Rusya’nın NATO’ca tehdit edildiği hissine kapılması gerekiyor. Ve bu, Ukrayna savaşının başladığından beri değil, on yıllarca böyle" (Junge Welt, 26.6.2024). Bu silahlanma masrafları, borçlanmalar doğrudan sosyal kasaların soyulmasıyla finanse edilecek, zaten kıt olan sosyal kazanımlar iyice budanacak.
CIA MEMURU RUZİ NAZAR’IN ROLÜ
Alman Stratej Thies, Normandiya Koalisyonu’ndaki Türk ortaklarını da unutmamış. Kitabın sonuna doğru on sayfalık "Mağrur ortak- Türkiye" bölümünde "Gülen Hareketi"ne sahip çıkarken nerdeyse gözyaşı döküyor: "Neredeyse bir manastır rahibi gibi hücresinde ("Pensylvania’daki köşkünde" demiyor-SD) yaşam sürdüren, dünyadan kopmuş bir vaizi darbenin örgütçüsü olarak ilan etmek gerçekleri ıskalıyor." Erdoğan’ı eleştirirken Türkiye’nin başına gelen 12 Eylül darbecilerinin, bunların yol açtığı bütün İslamcı, faşist lider ve örgütlerin köklerinin on yıllardır Federal Almanya’dan sulandığını, ABD Bonn BE’nde CIA görevlisi olarak çalışmış Özbek SS subayı Ruzi Nazar ve dostlarının dalaverelerini görmeyiveriyor.
Şimdi FETÖ suçlusu olarak hapiste olan ve Federal Alman resmî tv kanallarında şimdi sık sık "mazlumluğu" anlatılan, eski MİT ajanı, MHP’nin eski Almanya şefi Özbek Enver Altaylı, kendisiyle aynı dönemde Bonn’daki ABD BE’nde CIA görevlisi olarak çalışan Ruzi Nazar’ı aklamak için yazdığı kitapta Nazi ordusundaki gönüllü birlikleri üzerine bazı bilgiler veriyor. Bunlarla kimi yeni araştırmaları ve Alman dışişleri belgelerini de birlikte irdeleyince karşımıza çok karmaşık, çelişkili, ancak yine de net bir manzara çıkıyor. Nazi saflarında çarpışan bu esir birliklerinin arasında Gen. Vlassov yönetiminde Rus ordusu, Gen. Dro yönetiminde Ermeni lejyonu ve mevcudu 100.000’i çok aşan "Müslüman" birlikleri yer alıyor. Savaşın başında İslam hakkında hiçbir bilgisi olmayan ve işgal bölgelerine "temizliğe" gönderilen SS birliklerinin 150.000 civarında sünnetli esiri Yahudi diye kurşuna dizdiği tahmin ediliyor. Nazi yönetimi kısa zamanda Enver Paşa’nın biraderi Nuri Killigil, Zeki Velidi Togan, Ali İhsan Sabis, Hüseyin Hüsnü Erkilet gibi "dostlarca" bilgilendirilecek ve sağ kalanlar bu gönüllü birliklerinde örgütlenecektir. SS Şefi Himmler de birliklerine genelgeyle talimatlar yağdıracak, Müslüman esirlere "helal gıda" verilmesi, bu gönüllü birliklerde subay rütbeli imamların bulunması, SS yönetiminde bir imam hatip okulunun açılması telkininde bulunacaktır.
Aslında "soydaş" esirlerde de çok farklı yaklaşımlar gözlenmiş. Başı çekenlerin Sovyet düzeninde eski zenginlik ve sosyal etkilerini yitiren toprak zenginleri, ruhban sınıfı vb.’nden geldiği biliniyor. Ancak esirlerin çoğunluğu sınıf bilinci olmayan, dindar, savaş hengâmesinde yok olmamak için bir o yana bir bu yana savrulan, cephede sık sık saf değiştirmekten de çekinmeyen emekçilerdir. Bunların arasından Nazileri tanıdıktan sonra tamamen Sovyet tarafına geçenler, partizanlara katılanlar da olacaktır. Bunların varlığını Ruzi Nazar bile itiraf etmek zorunda kalıyor.
Himmler, Hitler gibi elebaşların "İslamcılığının" Nazi ordusu Wehrmacht’ta Hitler’e karşı olan subay kadrolarının esirlere insanî muamele talepleriyle örtüşmesi de bu esirler için bir şans. Bu subay kadroları, Hitler’in batı işgal bölgelerindekinin aksine, Sovyet topraklarından esir subayların, politkomiserler ve Yahudilerin sorgusuz sualsiz, istisnasız hemen kurşuna dizilmesi, imha edilmeyen esirlerin en fazla iş kölesi olarak üretim sürecinde "bitirilmeleri" politikasından irkilmişler ve Hitler’e karşı ilk direniş kıvılcımları bu ahlaki tepkiden doğmuş. Alman dışişleri belgelerinde bu içerikli yüzlerce yazışmayla karşılaşıyoruz. Baştan Nazilere kayıtsız şartsız destek vermiş nice subayın, vahşetin bu kadarını kabullenememesi, yapılanları ilk kez kendince sorgulaması, suça bulaşmışlık korkusu ve "uyanması" ile karşı karşıyayız.
Bu direniş, yüzlerce subayı kapsayan bir örgütlenmeye gidecektir. Direnişçiler giderek "tiran katli", daha önce komünist işçi Georg Elser gibilerinin tesadüf eseri başaramadığı türden bir suikastla Hitler'i bertaraf etme hedefinde birleşeceklerdir. Hitler'i öldürmek için yapılan bir dizi girişim başarısız kalınca Albay Kont Von Stauffenberg, bu görevi şu sözlerle üstlenecektir: "Generaller beceremiyorlarsa sıra albaylarda!"
STAUFFENBERG SUİKASTI
Dayısı Kont Nikolaus von Üxküll ve ağabeyi Berthold'ün etkileriyle Hitler'e karşı burjuva direniş hareketinin en aktif öğelerinden biri olan 1907 doğumlu Kont Claus Schenk Von Stauffenberg, gençliğinde Nietzsche ve Platon etkisindeki şair Stefan George'nin "müritlerindendir". Halkın yararına kendini feda etmeye hazır seçkinlik ilkesinden hareket eder. Ancak dayısı, ağabeyi ve Moskova BE Schulenburg'un yeğeni Kont Fritz von Schulenburg ("Fritzi") tarafından daha 1939'da yapılan direnişe katılma çağrısını "Henüz hazır değilim" diye reddetmiştir. Genç süvari subaylığı yıllarında onur kırıcı Versailles Anlaşması'na ve bunu kabullenen burjuva partilerine karşı bir tepkisi vardır, ancak Nazilerin Yahudi pogromu "Kristal Gecesi"ne, Çekoslovakya işgalindeki yağmacılıklara karşıdır. "Moskoflara" da karşıdır. Hitler tarafından bertaraf edilen SA'nın eski elemanlarını arazi eğitimiyle "doğrultma" hizmeti de vermiş, Nazilerin Fransa işgalinde en önde giden tank birliklerinde subaylık da yapmıştır.
Fransa'daki ilerlemenin en heyecanlı günlerinde Kara Ordusu Başkom. (OKH) Kurmay Heyeti'ne atanınca üzülmüş. Yeni görevi gereği sürekli birlik teftişleri yapan Stauffenberg, olaylara yeniden mesafeli bakmaya başlamış. Bir yanda "zafer propagandası" ile coşmakta, diğer yanda Alm.'daki "hissiz ve ölçüsüz muzafferlik" havasından ürkmektedir. Nisan 1941'de binbaşı olur ve doğrudan OKH Şefi Gen. Halder'e bağlanır. Nazi rejimine karşı büyük kırılma, birçok subayda olduğu gibi Sovyetler Birliği'ne saldırıyı izleyen korkunç zulümle, enternasyonal savaş hukukunun ayaklar altına alınmasıyla gelir. İşgal bölgesindeki halka ve esirlere daha insancıl muamele istemi öne çıkar. Nazi ordusunun ilk yenilgileriyle bu istem sâdece ahlâkî değil, daha akıllıca olduğu için de kabul görür. Stauffenberg, ordudaki birçok general ve hepsi Birinci Savaş'ta Osmanlı topraklarında görev yapan ve "alman Lawrence" diye adlandırılan Oskar von Niedermayer, Werner Otto von Hentig, son Moskova BE Werner von Schulenburg, son Moskova Ask. Ataşesi Gen. Ernst Köstring gibi subaylarla aynı yönde çalışır. Özellikle Müslüman esirlerin beslenme, barınma ve bakımına büyük özen gösterir, her tür aşağılama, dayak vb.'ni yasaklar, 2.6.42'de yayımladığı genelge vb. ile bütün orduyu bu yönde etkilemeye çalışır.
Direniş hareketine katılımı da bu dönemde olur. Hitler'in bütün uyarıları, gönderilen esir ifadelerini hiçe sayması, Stalingrad'da ele geçirilen bütün erkeklerin öldürülmesini emretmesi ve Yahudilerin imha haberleri Stauffenberg'de "ana sorunun Hitler olduğu ve öldürülmesi gerektiği" fikrini olgunlaştırır. Ağustos 1942'de Winniza'da söylenir: "Führer Başkarargâhı'nda domuzu vuracak bir subay yok mu?" 1942 Sonbaharı, bir subay "Führer'e birinin gerçeği söylemesi lazım!" deyince "Ona gerçeği söylemek değil, onu öldürmek lazım ve ben buna hazırım!" diye yanıt verir. "General rütbeli halı sericilere" karşı genç subaylara: "Cepheye gidip, kendini öldürtmek kahramanlık değil, aksine korkakça bir kaçış. Tıpkı mareşallerin 'itaat yükümlülüğü', 'sadece askerim' lafları gibi. Yüksek mevkîye çıkan adamın bütünü anlayabilmesi gerekir. Maaşını al, 'görevini' yap, Führer'e güven ve iznine sevin- o zaman vatan kimlere kalır?"
HİTLER'E KARŞI DİRENİŞ PLANLARI
Görev gezilerinde artık hemfikir subay toplama çabasındadır. Ancak bıçkınlığı ve sert ifadeleriyle dikkati çekince Kuzey Afrika'daki tank birliklerine tayinini sağlayarak gözlerden biraz uzaklaşma yoluna gider.
Tunus’taki tank savaşlarında yaralıları kurtarmak isterken kendisi bir bombanın hedefi olur ve ağır yaralanır. Bir gözünü, bir kolunu ve diğer elinin iki parmağını yitirir, "zaman kaybetmemek için" kafatasındaki kurşunun ameliyatla alınmasını reddeder. Hitler'e karşı direniş planlarını geliştirdiği uzun tedavi döneminin ardından orduda yeniden aktif görev ister ve sonunda 1.10.43'te Hitler'in "Kurt Korunağı"na da girip çıkabileceği bir geri hizmete atanmayı başarır. Orduya yoğunlaşan bu direniş hareketi, suikast fikrine karşı çıkan, ortalıkta Hitler'den sonraki devlet başkanı havalarıyla dolanan ve Hitler'i görüşmelerle, tavsiyelerle ikna fikrindeki Gördeler'den, komünistlerle de birlikte çalışmaktan geri durmayan sosyal demokrat Julius Leber'e kadar geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Stauffenberg de zaman geçtikçe KPD yönetimiyle temastaki "Fritzi" Schulenburg ve komünistlere yaklaşır. Hareketin sol kanadının hükümet planında Julius Leber Başbakan, Dışişleri'nde çalışan ve Türkiye'ye de gelip direnişçilerle görüşmeler yapan Friedrich Adam von Trott zu Solz de Dışişleri Bakanı olarak öngörülmektedir.
Trott zu Solz, 1944 yazında İsveç'te Willy Brandt ile de görüşmüş, ona Julius Leber'in direktifini iletmiş. Bu direktiften: "Müttefikleri bölücü hiçbir ifade olmayacak. Hedef tirandan kurtulmak. Avrupa'nın göbeğinde bir ülke olarak Almanya, hem batı, hem de Rusya ile anlaşmak zorunda..." (Kurt Finker- Stauffenberg und der 20. Juli 1944, 153) Batı ile ilişkileri Trott zu Solz, Sovyetler Birliği ile uzlaşma çabalarını da eski Moskova BE Werner von Schulenburg yürütmüşler. İsveç'te Brandt vb. Sovyetler Birliği BE Alexandra Kollontay ile görüşmektedirler. Leber'den de "Görüşün!" talimatı gitmiştir ve bundan Stauffenberg'in de haberi vardır (age, 155).
ABD istihbaratına Ocak 1945'te gelen bilgiye göre "Stauffenberg, son anda sola çark etmiş. Madame Kollontay üzerinden Seydlitz Komitesi (Sovyetler'de yaşayan komünistler, sosyalistler ve esir düşen subayların kurduğu 'Nationalkomitee für Freies Deutschland NKFD') ile ilişki kurmuş. Hemen barış hâlinde Almanya'ya 'fair' davranılacağı sözü almış. Stauffenberg Doğu Cephesi'ni Ruslara boşaltma kararına varmış." (age, 159)
Sarsılan ordudaki huzursuzluk, SS ve Gestapo'yu da telaşlandırır. Julius Leber 1944 Temmuz başı tutuklanır. Hakkında tutuklama kararı çıkan Gördeler saklanmayı başarır. Çemberin daralması Stauffenberg ve arkadaşlarını gelen ilk fırsatı değerlendirmeye iter. Bu fırsat 20 Temmuz'da doğar. Stauffenberg, bombalı çantayı Hitler'in görüşme yapacağı salonda masanın altına yerleştirir ve karargâhı hemen terk eder. Patlamanın ardından "Hitler öldü" haberiyle Berlin'den, Fransa'ya dek birçok birlikte SS'çiler tutuklanır, bir darbeyle rejim bertaraf edilmeye çalışılır. Ancak Hitler, başka generallerin öldüğü patlamadan şans eseri küçük yaralarla kurtulmuş ve hemen radyodan "hainlerden hesap sorulacağını" ilan etmiştir. Bundan cesaret bulan SS, dev bir tutuklamaya girişir. Stauffenberg Berlin'deki karargâhtaki çatışmada yaralanır ve avluda hemen kurşuna dizilir. Diğer direnişçiler de bunu izleyen haftalarda idam edilirler. Aileleri dağıtılır, çocukları "yağmalanır."
Hitler'in sonu bu cinayetlerden 9 ay sonra Kızıl Ordu'nun Berlin'i kurtarmasıyla gelecektir.
Stauffenberg hareketinin en büyük eksiği olarak bugün, bu hareketin bir seçkinler hareketi olarak gelişmesi, işyerlerinde, mahallelerde örgütlenen KPD, SPD gibi partilerle ilişkilerinin zayıflığı ve darbe girişiminin emekçilerin ayağa kalkmasıyla desteklenmesine yetersiz önem verilmiş olması görülüyor.
Stauffenberg ve arkadaşlarının cesur eylemi ve bu direnişçilerin Türkî-Müslüman esirlerle de sıkı bağı ne yazık ki Türkiye'de hak ettiği ilgiyi görmüyor. Bunda Türkiye'deki Nazi dostları ve suç ortaklarının olayı "Bizle ilgisi yok" diye önemsizleştirme, unutturma çabası da etkili. Oysa o yıllarda olay Türkiye antifaşistlerinde de büyük yankı bulmuş ve Neyzen Tevfik'in şu dizeleriyle tarihe geçmiş:
"Bay Hitler'e yaralandı dediler.
Menhus (uğursuz-çev.) yıldız çabuk doğar dulunur;
Sen köpeğe kuduz de de geçiver,
Nasıl olsa bir öldüren bulunur."