Öcalan’a çağrı, Bakırhan’a alkış ve gelmekte olan kara kış
Esad döneminin sona erdiği Suriye’de sıra şimdi yeni bir düzen kurmakta. Egemen güçler, dağılan yapının ardından taşları yeniden dizmek istiyor. Yıkım sürecinin baş aktörü ABD, çoktan işe koyuldu bile. Washington’ın Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Türkiye’ye gelerek Erdoğan ve Hakan Fidan ile bir araya geldi. ABD’nin Suriye’ye dair hedeflerini ve Türkiye’den beklentilerini anlatıp geri döndü. 20 Ocak’tan sonra ABD’de Blinken’ın bağlı olduğu kabine değişecek. Blinken’ın koltuğuna, Erdoğan yönetimine eleştirel yaklaşımıyla bilinen Marco Rubio oturacak.
Türkiye’de iktidar bloku Suriye’de olan bitenden hayli memnun. Esad’ın devrilmesi ve Emevi Camisi’nde namaz kılma hayali, öyle ya da böyle gerçeğe dönüştü. “Öyle ya da böyle” dediğimiz parantezin içine, ölümler, katliamlar, milyonlarca insanın sığınmacı durumuna düşmesi ve bir ülkenin yerle bir olması gibi “küçük” detaylar giriyor tabii! Ama MİT Başkanı İbrahim Kalın, Şam’a giderek meşhur camide namazını kıldı ya, siyasal İslamcılara bu yeter. Erdoğan da ayakta, daha ne olsun. Esas kazanan Siyonizm ve emperyalizm olmuş olsa da onların kahve bardaklarını devirerek Siyonizme kafa tutulabileceğini sanan çocuksu zihin dünyası, yetişkinler dünyasındaki hakikati anlama kabiliyetine sahip değil. Üstelik düşman gördüklerine nasıl hizmet ettiklerinden bile haberleri yok.
Her ne kadar iktidar ve yandaş medya, Suriye’deki gelişmeler sonrası Türkiye’nin bölgede kurucu unsur olduğunu iddia etse de Erdoğan yönetimi o denli merkezi bir konumda bulunmuyor. Saray, ABD ve Rusya’nın baş köşelerde oturduğu pazarlık masasında oyun kurucu bir etkiye sahip olmaktan uzakta. Bununla birlikte Ankara, sınırlı bir kapasiteyle de olsa Suriye sahasındaki aktörlerden biri. Ülkenin kuzey hattında ÖSO’dan devşirilen SMO aracılığıyla kendi etkisini konjonktürün el verdiği ölçüde artırmaya çalışıyor.
Bilindiği gibi Türkiye’nin buradaki öncelikli hedefi, omurgasını Kürt güçlerin (YPG) oluşturduğu SDG’nin kalıcı bir statü kazanması önlemek. ABD ise Türkiye’nin YPG konusundaki tavrından rahatsız ve bu konu iki ülke arasındaki en büyük problem. Washington, bölgede iki güç arasında uyumlu, en azından çatışmasız bir ilişki kurulmasını arzuluyor. Ankara’nın yeni ABD yönetiminden beklentisi ise YPG ile çalışmaya son vermesi. Hem Trump’ın Erdoğan’a yazdığı o meşhur mektupta Mazlum Abdi’ye (Kobani) yönelik olumlu tutumumu hem de Dışişleri Bakanlığı’na getirdiği Rubio’nun YPG’ye dair görüşlerini bir arada değerlendirince, bunun gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylemek zor. Buna rağmen, Trump’ın ilk dönemine göre Suriye’nin kuzeydoğusu özelinde farklı bir çerçevenin oluşturulması da gayet olası.
İşte burada Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Öcalan’a yaptığı çağrının üzerinde durmak gerekiyor. Bahçeli, ilk açıklamasından sonra da bu önerisini birkaç kez yineledi. Son olarak ise bütçe görüşmelerinde DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın konuşmasını alkışlayarak hâlâ aynı noktada olduğunu gösterdi. Bakırhan o konuşmasında Bahçeli’nin başlattığı tartışmaları olumlu bulduklarını, Türkiye’nin, sınırları dışında yaşayan Kürtlerle “hasımlık” değil “hısımlık” yapması gerektiğini, sınır dışındaki Kürtlerin, Türkiye için bir tehdit olmadığını söylemiş ve “Türk-Kürt ittifakını demokratik bir zemine çekerek barış ve kardeşlik projesini başlatmamız gerekir. Bugün, tarihi Türk-Kürt ittifakının test alanı Rojava’dır (…) Ortadoğu’da barışın sağlanması adına bölgesel bir ittifak, sosyal, ekonomik ve kültürel etkileşim şarttır. Bu konuda iktidarın atacağı adımlara her türlü desteği vermeye hazırız” ifadelerini kullanmıştı.
Bahçeli’nin Bakırhan’ı alkışlamasının politik tercümesi açık. Anlaşılıyor ki MHP lideri, Türkiye’nin YPG ile Suriye’de bir çatışmasızlık üzerine anlaşmasını, Öcalan’ın yapacağı çağrıyla fitili ateşleyip Kürt kamuoyunun sürece güven duymasını sağlamasını, bu ortaklığın da Kürt seçmen desteğine tahvil edilip Türkiye’de Erdoğan’ın yeniden seçilmesine giden yolun taşlarını döşemesini istiyor. Bu kurgu, ABD ile Türkiye arasındaki sorunu da otomatikman ortadan kaldırıyor. Bakırhan konuşmasında Erdoğan’ın önünde “Tarihe geçme fırsatı” olduğunu söylediğine göre, Kürt siyasi hareketinin anayasa referandumu ya da bir erken seçim gelip çattığında “tarihe geçen” bir lideri cezalandırmaktan yana direkt bir tavır geliştirmekten kaçınması sürpriz olmayacaktır.
Sonuçta bu yola girilip girilmeyeceğinin kararını Erdoğan verecek. Elbette sözünü ettiğimiz siyaset, pürüzsüz ilerletilecek ve iktidar açısından mutlak olumlu sonuç doğuracak bir atmosfer sunmayacak. İç politikada ortaya çıkabilecek tepkiler ve oluşabilecek potansiyel risklerle birlikte 2025’in başı itibariyle halkın geniş kesimlerinin yaşayacağı kara kış, Erdoğan’ı derin düşüncelere gark eden olguların başında geliyor. Mevcut şartlarda hikayesini güçlü tutabilmesi için "terörle mücadele" kartına ihtiyacı var. Ona en büyük cesareti ise ülkedeki muhalefet boşluğu veriyor.