Google Play Store
App Store
Öfke her zaman gençtir
MELEK YÜZ, Gökhan Gençay, Müptela Yayınları, 2025

Rafet ARSLAN

İsyan da öyledir, gençtir, nefes alan yeni bir hayattır, hangi sulara akacağını yaşayarak deneyimler.

Gökhan Gençay’ın ‘Melek Yüz’ü de tam bu kaotik, akışkan ve volümü yüksek enerjinin diliyle yazılmış bir gençlik isyanı romanı. Ama bu bilindik, sol ya da entelektüel kültürün ezberindeki isyanlara benzemiyor, tıpkı Z Kuşağı’nın sokaklara taşan öfkesinde olduğu gibi. Bizlerin anlamaya çalıştığı kodlara Gökhan Gençay çoktan kafa yormuş ve bunu edebiyata içkin bir ruh katarak aktarmayı başarmış. Bu bağlamda romanın yakaladığı eşzamanlılık manidar.

Suçluluk duygusunun kalbimi sıkıştırmamasını istiyorum. Dünyanın bu kadar hızlı dönmesine son vermek istiyorum. Düzenli olan, işleyen her çarkı kırıp dökmek, parça parça etmek istiyorum. Bu binanın içindekilerle birlikte toptan yeryüzünden silinmesini istiyorum. Hiçbir şey düşünmemek istiyorum. Biraz olsun iyi hissedebilmek istiyorum. Kendime her şeyin yolunda olduğunu söylemek istiyorum.”

Bu sözler romanın başkahramanı Anna’ya ait. Asıl adı bu değil ama kendisine biçilen her hazır şey gibi ismine de isyan ediyor. Bir kitapta okuduğu Poe’nun Annabel Lee şiirinden o kadar etkileniyor ki, o artık Annabel, kısaca Anna oluyor. 18 yaşını yeni doldurmuş bir kız, Kadıköy’de annesiyle yaşıyor, baba sekreteriyle kaçmış. Anna, hızlı büyümek zorunda kalmış, sosyal medya seyirliğiyle harmanlanmış gözükse de zeki olanın web denizinde kısa sürede kendini donanımlı kılabildiği akışkan çağın, travmalarla büyümüş çocuklarından biri.

Travma kısmı önemli, bu kısım önceki kuşak deneyimlerine benzemiyor; gözünü buna açmış ve bundan başka bir şeyle tanışmamış çocuklara has bir travma deneyimi bu. “Kötülüğün şarkısını söylemek” diyor Anna, Greta olmadığının gayet farkında, sosyal medya hesabı yok, kendini ‘kayıp’ diye nitelenen kuşağa dâhil görüyor. Z Kuşağı, hâlâ onların deyimiyle ‘boomer’ olmayan eski tüfekler için bile biraz tanımlanamayan cisim olarak duruyor. Gökhan Gençay’ın ‘Melek Yüz’ romanı 19 Mart sonrası protestolarda, tarihi kemerlerde polis ablukasına karşı tişörtünü çıkarıp şınav çeken ya da biber gazı eşliğinde dans eden gençleri daha iyi anlamamız için bir köprü de kuruyor.

Anna, özne olma yoluna adım atmış; kendi yolunu çizmeye niyetli, meraklı, yaşam dolu bir genç kız. Aynı zamanda anksiyete, depresyon, umutsuzluk ve mutsuzlukla sarılmış. Çelişkili gözüken bu duygu durumlarıyla boğuşurken, Kara Ejder adlı dojo’daki insanlarla temas kuruyor.

‘Melek Yüz’, bir gençlik romanı formunda görünüyor, merkezinde şu aralar kendinden çok söz ettiren Z Kuşağı var. Ama ‘Melek Yüz’ aynı zamanda kelimenin yenilikçi anlamında farklı bir siyasal roman olma özelliğini de taşıyor; çünkü majör bir kurtuluş reçetesi dayatma derdine sahip olmasa da, içinde minör bir ütopya taslağı barındırıyor. Hem de öyle çok uzak dünyalara/zamanlara gitmeden; şimdi ve burada aktifleşebilecek bir pratik ütopya. Bu manada Kara Ejder salonu, Foucault’un heterotopya dediği mekâna bir örnek teşkil ediyor.

Sert, köşeleri keskin bir yaşamın ütopyası bu, ‘siyaseten doğruculuk’ diye anılan hâkim görüşlerin ve onu besleyen ‘woke’ kültürün liberal sularında gezinen bir ütopya değil. Kara Ejder, onun için Alice’in tavşan deliği işlevi görüyor, Anna oradan yuvarlanınca önünde birçok düşünsel cep açılıyor; Unabomber, Debord, Bonanno gibi devrimci isimlerle tanışıyor ve onları yaşamına katıyor. Kara Ejder, bir uyumsuzlar cemaati - pratik ütopyası. Anna’nın deyişiyle, “Dünyaya karşı biz! Birlikte dünyaya karşı!”

Zamanın ruhu ile iç içe geçebilen, alışagelen düşünce ve eylem kalıplarının dışına davet eden oyuncul, yer yer duygusal ve uyumsuz bir anlatı bu. Tabii, Gökhan Gençay bu pratik ütopyaları edebiyata dâhil ediyor; sonuçta bu bir devrimin değil, kendine özgü otantik bir yol arayışındaki bir öznenin, Anna’nın romanı. Gençay, tıpkı anlattığı hikâye gibi, genç, akışkan, enerjik bir edebiyat dili kuruyor. Bu çoksesli anlatıda veganlar, uyuşturucu bağımlıları, punk’lar, straight edge’ler, rapçiler ve tiki gençler de kendilerine yer buluyor. Yazarın bile isteye referans verdiği Chuck Palahniuk dışında, birçok felsefi kaynağa, edebiyat eserine, filme ve en çokta rock müziğe dair göndermelerle çokkatmanlı bir yapı kuruluyor (Hatta Gökhan Gençay, romanın ruhunu ve akışını hissettiren playlisti bir QR kod ile kitabın sonuna eklemiş, okurun bu isyankâr şarkılar eşliğinde romanı okumasını öneriyor).

Yazarın çokkatmanlı dili, bu ‘genç’ romanı sadece genç okurla sınırlandırılamayan geniş kesimlere açık bir anlatıya dönüştürüyor. Anna üzerinden, baskı gören bir kadın olarak annesinin, sorumluluk duygusu gelişmemiş babasının, otoriter dedesinin ya da farklı kesim ve sınıflardan arkadaşlarının dünyasına da giriyoruz. Yazar, Kadıköy’ü bir mikro dünya ya da ülkenin tasviri olarak zekice romanına yansıtıyor. Barlarıyla, ışıltılı gece yaşantısıyla, alışveriş vitrinleriyle tanımlanan Kadıköy’ün ötesine uzanıyor, Fikirtepe ‘kekoları’ ve Cadde’nin ruhu boş ama tüketim imkânlarına sahip insanları arasında yolculuğa çıkıyoruz.

‘Kekolar’ burada bir grup, kimlik ya da kesimden öte sosyolojik bir olguyu temsil ediyor. Hikâyeyi Anna ve çevresinin gözünden okuduğumuz için o gençler bu tanımlamayla beliriyorlar. Onlar, sokakta, güneşin altında tinerden bayılmış yatan çocuklar ya da köşe başında akranlarını zorbalayanlar olsalar da, aslında çağın diğer kurbanları. Mattia Ahmet’i katleden onlar, ama onları katil ya da kapkaççı olmaya itenin adı kapitalizm. Bilince dökülmemiş bir sınıf savaşının faili ve kurbanları…

Bu arada roman ilginç bir rastlantıya da ev sahipliği yapıyor. Anna karakterinin Unabomber’dan aktardığı pasajın, Aralık 2024’te eyleme geçmeden önce Luigi Mangione tarafından paylaşılan alıntıyla aynı pasaj olması anlamlı. Bu ayrıntı da romanla ABD’de gerçekleşen eylem arasında özel bir bağ kuruyor.

Son olarak da ‘Melek Yüz’ün bir dönüşümün romanı olduğunun altı çizilmeli. Sokakları arşınlayan zamanın ruhuna uygun bir dönüşümün arayışında romandaki karakterlerin tümü. Birlikte eylerken, “O kadar iyi hissediyorum ki, vücudum serotonin salgılamak için dışarıdan kimyasal takviyesine ihtiyaç duymuyor. Annemin Xanax zulasına elimi bile sürmüyorum ne zamandır. Çünkü uyuşmak değil canlanmak, harekete geçmek istiyorum artık” diyen Uyumsuz Anna’nın romanı ‘Melek Yüz’.

V for Vendetta ve Dövüş Kulübü’nü sevenler bu romana da bayılacaklar. Yangın mı var? Evet, yangın var!