Oğır vo Çêna Uşên Ağay!*

Xozmerek çok yüksekteydi, yüce dağların kıyısında, yukarıda Allah değil, yalnız Zel vardı.

Bu köyde bir ağa yaşardı ki, bu baharda gelip hemen aşağıya Harçik’e çadır kurmuş birliklere yiyecek taşırdı, misafire iyi davranmak gerekir. Hızırdır o. Kemane de çaldı onlara, o yaz. Karnın doyması yetmez, ruh da var insanda. Ama bir gece bu hayme -ağa içinde- tutuşturuldu. O gün sabah genel bir emir gelmişti.

Sabah, Xozmerekte dağdan aşağı, Harçik kıyısına doğru bir hareket var. Uzaktan bakıldığında bu rüzgârın taşıdığı bir toz yığınına benziyordu. Biraz daha yakından bakanlar sesleri duyuyor, insan sesi bu. Yürüyenler erkek ve sanki gönüllü bir yolculuğa çıkmışlar. Ama öğlen olmadan, Harçik düzünde bu sonsuz yürüyüş bitecek.

Kafile içinde Uşên ağa da var, hayme içinde yanan ağanın oğlu. Cesur, girişken, atik, zayıf, ince uzun boylu bir genç. Kaçmanın bir yolu olmalı. Çömeldikleri anda, önündekine ellerimi çöz diyor, öteki kurtulamazsın, diye cevap veriyor. Ellerinin çözülmesi, kulakların çınlaması, gökten yağan şeyler ve foşş diye serin bir su. Irmak altında kulakları çınlıyor, üstünde gölgeler gelişigüzel ateş açıyor, bacağına değene aldırmıyor, sessizce yüzüyor.

Ötede bir kıyıda ağaç altında çıkacak. Burda belindeki kuşağıyla bacağını saracak, sonra Birmu’ya yürüyecek, Murtê Dewreş’in evine, pirleridir onlar, ele vermezler, ordan da ormanda bir mağaraya geçecekler, tedavisi yapılacak.

(Uşên ağaya sonraları yetiştim ben, yetmişlerin sonu, seksenlerin başıydı, tertemiz hep gri bir takım elbise içinde, bir çatı altında yaşadığımız o yeni yapılmış binanın merdivenlerini ağır ağır tırmanan tığ gibi zayıf ve yakışıklı bir adamdı. Ağzından sigara hiç düşmezdi.)

Kadın ve çocuk Xozmerekliler Mazgirt’te çoktan toplanmışlar, tarla gibi bir meydandalar. Komutan etrafında dönüyor, ağzında hep çiğnediği bir ciğara asılı. Elini uzatıyor, şu kadına sorun, niye gözüme bakıyor, hiç korkmuyor mu diyor. Fidan -kucağında Hacer-, niye korkayım ki, ne olacaksa o olur, diyor. Tam o anda bir süvari geliyor, attan iniyor, pusulayı komutana veriyor, o hızla okuyor, ferman kalktı, hepiniz serbestsiniz, diyor. Uğuldama, bağırış-çağırış ve komutanın yüzünde bir ferahlık, ilk kez sigarasını içiyor.

Fidan, kilime sardığı kızı Hacer, beraberindekiler Xarpêt’e götürülecek, orada bir istasyonda sağlar sıfıra vurulacak. Fidan’ın eşi –Marçik’te kurtulan- Uşên Ağa da teslim olmuş, Elazığ’da buluşacaklar ve Alaşehir Toygar’a atılacaklar. Sonra, dağdan inmemiş, üç yıl sonra çıkan afla teslim olmuş diğer kardeş Mustafa ile garpta buluşacaklar.

Yirmi yıl evveli, bir yaz gecesi, dışarıda rüzgâr esmez, tüye tek bir kere bile ötmezken konuştuk. Evi, evimizin bitişiğindeydi, o gece anlatmaya razı oldu. Sözlerle değil, durmadan büyüyüp küçülen gözleri, bir havaya kalkan, bir dizlerine vuran iki eliyle konuştu. Sonra aniden kalktı, de hadi Haq raxatlık versin, deyip gitti.

Sabah daha ilk ışıklar atmadan kapı çaldı, kapıyı araladım ki O. Hakkı seversen o konuştuklarımızı bir yere verme bax, çocuklar dışarıdalar, bir şey olur, deyiverdi. Söz dedim, bir yere vermem, saklarım.

İki hafta önce öldü, o sessiz yaz gecesi sanki kendine fısıldadıklarıdır, size anlattıklarım. Mazgirt’te kilime sarılmış bebekti, son anda okunan fermanla kurtulmuş. Ruhu şad olsun..

*Güle güle Hüseyin ağanın kızı!