Oğuzhan Müftüoğlu: Halkın kendi kaderine sahip çıkma meselesi
"Büyük bir baskı ve sömürü altına alınan milyonlarca insanın, Kürdü, Türkü, Alevi’si Sünni’si, kadını erkeği, genci yaşlısı, emeklisi emekçisi, toplumun en geniş muhalif kesimleriyle birlikte kendi hayatları ve gelecekleri hakkında perde gerisinde olup bitenlere karşı sahneye çıkması, ülkenin ve kendilerinin kaderlerine sahip çıkmasıdır bütün mesele..."

Barış İnce
Türkiye devrimci hareketinin önde gelen isimlerinden Oğuzhan Müftüoğlu ile geçmiş süreçlerden bugüne muhalefetin sorunlarını, iktidarın yeni baskı stratejisini, açılım tartışmalarını ve birleşik muhalefet olanaklarını konuştuk.
Mayıs 2023 seçimlerinde 6’lı Masanın adayı olarak seçime giren Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a karşı kaybetti. Sizce o dönemdeki muhalefetin temel hataları neydi?
Bugünden geriye dönüp baktığınızda kuşkusuz söyleyecek çok şey var. 6’lı Masa meselesi, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı... Bunlar çok tartışıldı. Bugün 6’lı Masadan seçilen bazı vekillerin durumuna bakınca fazla bir şey söylemeye de gerek kalmıyor...
Bana göre Mayıs 2023 seçimlerindeki en önemli hatalardan biri Kemal Bey’in bütün seçim kampanyası boyunca tek adam rejimi konusuna neredeyse hiç değinmemiş olmasıydı. Kılıçdaroğlu propagandasının temelini rejim tartışmalarının dışına taşıyarak sürdürdü; bayram ikramiyesi, emekli maaşı gibi gündelik harcıâlem konular üstünden yürüttü. Ülkenin bugün en önemli meselesi konusunda neredeyse hiçbir eleştiri ve itiraz dile getirilmeden seçim bitirildi. Bunun rastlantı veya unutkanlık gibi basit bir hata değil, bir tercih olduğunu düşünüyorum. Eğer Başkanlık sisteminin emperyalist, egemen güçlerin tercihi olması nedeniyle, onların desteğinden mahrum kalmamak adına böyle bir tercih yaptıysanız zaten baştan yenilmişsiniz demektir.
HALK ÖZNE OLMADAN KAZANILAMAZ
Bunun yanı sıra bana göre çok önemli bir diğer hata da ülkenin ve on milyonlarca insanın kaderiyle ilgili hayati bir mesele olan o seçimlere dair adaylık vb konuların sadece 6’lı Masada yer alan ve çoğunluğu sağ kökenli olan partilerin kendi aralarında halledecekleri bir mesele olarak görülmesiydi. Bu yaklaşım başta sendikalar, meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütleri olmak üzere, toplumun örgütlü siyasi muhalif kesimlerinin tamamını sürecin dışında tutmuştur. Sonuçta 6’lı Masanın başındakiler kendi aralarında, kimin başkan olacağı gibi konular etrafında dönen birtakım müzakere ve pazarlıklarla uğraşarak belirledikleri adaylarına, toplumun en geniş örgütlü kesimlerinden sadece oy vermelerini talep etmişlerdir. Bence 2023 seçimlerinde üzerinde durulması gereken önemli hatalardan birisi buydu; özellikle bizim gibi ülkelerde, toplumun en geniş örgütlü muhalif kesimlerinin aktif desteği, dahası öznesi olmaksızın kazanılamayacağı anlaşılmamıştır. Muhalefeti yenilgiye götüren tutarsızlıklar sorgulanırken bu konunun da üstünden atlanmaması gerekiyor. Egemen emperyalist güçler bizim gibi ülkelerde bu şekilde sadece iktidarları değil muhalefeti de dizayn ederek hegemonyalarını sürdürme imkânı buluyorlar.
Türkiye tarihinin bizim yaşadığımız 40-50 yıllık dönemine baktığımızda, ’50’li, ’60’lı yıllardan sonra, devletin emperyalist sisteme bağımlı bir yapıya dönüştürülerek Kemalist devlet yapısının adım adım İslamcı bir faşist rejime dönüşüm sürecinde 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinde devrimci dinamiklerin tasfiye edilmesinden sonra gelinen yer burası.
TEK ADAM REJİMİNİ ONAYLAMA HATASI
Bugün yeniden aday tartışmaları başladı. CHP ön seçime gidiyor. İmamoğlu, Yavaş, Özel arasında bir çekişme var gibi görünüyor ve bu topluma da yansıyor. Aynı hatalar tekrarlanıyor mu?
Maalesef muhalefet güçlerinin bugün de aynı tutum içinde oldukları görülüyor. Aylardır iktidar çevrelerinin de kışkırtmasıyla iki belediye başkanından hangisinin cumhurbaşkanı adayı olacağının nasıl belirleneceği tartıştırılıyor! Tek adam rejiminin yarattığı sorunlar ve bu sorunun nasıl halledileceğine dair bir tartışma gene ortalarda yok...
Yerel seçim sonrası bir umut havası yayılsa da normalleşme tartışmalarıyla bu hava çabuk sönümlendi. Normalleşme tartışmalarını nasıl değerlendirirsiniz?
Ülkenin ve toplumun bugün yaşadığı koşullarda muhalefetin “normalleştirme siyaseti” tavrına girmesini anlamak zor. Özgür Bey bunu “gerginlik iktidarın işine yarıyor, anketler bizim tutumumuzun doğruluğunu gösteriyor” diye savunsa da, bu tutum sonuçta tek adam rejimini ve onun bütün antidemokratik uygulamalarını da onamak, onunla barışık bir tutum almak anlamına geliyordu. Şimdi de maalesef aynı şekilde devam ediyorlar.
DEMOKRATİKLEŞME İDDİASINDAN KOPUK BİR ÇÖZÜM
Bahçeli’nin çözüm çıkışı sonrası Kürt siyasi çevreleriyle yürütülen görüşmeler ve Erdoğan’ı yeniden başkan yapmayı hedefleyen anayasa tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahçeli’nin “çözüm çıkışı” mevzusunda da bana dramatik bir mizahi durum var gibi geliyor. Elbette Kürt meselesinin çözümü Türkiye’nin çok önemli bir demokratikleşme sorunu olarak ortada duruyor. Ancak Bahçeli’nin de açıkça söylediği gibi, ülkenin hiçbir meselesinde böyle bir demokratikleşme yaklaşımının olmadığı apaçık ortada. Bütün bunlar, bu konunun iktidar tarafından “başkanlık meselesi” konusunda bir çözüm anahtarı olarak kullanılmaya çalışıldığını düşündürmekte. Buna karşı Kürt Hareketinden arkadaşların Ortadoğu çerçevesindeki gelişmeler bağlamında, (Türkiye’nin demokratikleşme sorunundan kopuk) bir “çözüm” beklentisi içinde olmaları, benim için izaha muhtaç bir tartışma konusu olarak görünüyor.
Tek adam rejimi baskısını artırırken sol, devrimci güçler ne yapmalı? Bir süredir yürütülen Birleşik Mücadele tartışmaları var. Birleşik bir mücadele üzerine farklı deneyimlerden de geçildi, bugün nasıl anlaşılmalı bu konu?
Az önce söyledim, bugün tek adam rejimi tarafından sürdürülen politikalar sonucunda ülkenin içine sürüklendiği bu koşullarda büyük bir baskı ve sömürü altına alınan milyonlarca insanın, Kürdü, Türkü, Alevi’si Sünni’si, kadını erkeği, genci yaşlısı, emeklisi emekçisi, toplumun en geniş muhalif kesimleriyle birlikte kendi hayatları ve gelecekleri hakkında perde gerisinde olup bitenlere karşı sahneye çıkması, ülkenin ve kendilerinin kaderlerine sahip çıkmasıdır bütün mesele...
Yoksa, kurtuluş yok tek başına!
***
TEK ADAM REJİMİ HEDEF ALINMADI
Ben, “Çok büyük hatalar yapılmazsa muhalefet bloku seçimi kazanır" demiştim, ama neredeyse kaybetmek için de her şeyi yaptılar. Elbette bile bile kaybetmek için böyle yaptılar demek saçmadır, ama ceza hukukunda “taksirli suçlar” diye bir kavram var, öngörülebilir olumsuz sonuçları dikkate almadan yaptıklarınızdan ve yapmadıklarınızdan da sorumlusunuzdur. Seçimlerin hangi koşullar altında yapılacağı biliniyordu; Oyların çalınacağı, hayalet oylar, “Truva atları” olacağı, vatan-din elden gidiyor yaygaraları koparılacağı, adil ve meşru bir seçim olmayacağı, dincilik, ırkçılık mezhepçilik yapılacağı belliyken, muhalefet bunları sebep göstererek sorumluluktan kurtulamaz.
CHP’nin parlamenter sisteme dönmeyi hedefleyen bir politika yürütmesinde bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Sorun sadece sağ kesimlerle uzlaşmaya dayanan bir stratejiyle giderek sağcılaşmaya dönüşmesinde. Bu, seçim kazanılmasına yetmeyecek olması yanında, uzun vadede sağcılaşmaya hizmet etmesi bakımından da sakıncalı bir tutumdu. Türkiye büyük bir kriz içerisinde, uzun süredir kendisini tahkim etmiş bir İslamcı faşist bir rejim var. Buna karşı mücadele ediyorsanız devrimci, dönüştürücü bir siyaset ve mücadele anlayışı olmadan başaramazsınız. Devletin bütün yetkilerini ele geçirmiş; topluma ait olması gereken ülkenin bütün malvarlığını ele geçirmiş; orduyu, istihbaratı, mahkemeleri, basını ele geçirmiş bir İslamcı iktidar karşısında öyle sadece muhafazakâr bir muhalefet ittifakına dayanarak basitçe bir şekilde kazanmak mümkün olamaz. 2-3 aylık bir seçim süreci yürütüldü. Muhalefet partisinin adayı ve diğer partiler, büyük ölçüde sıradan bir işmiş gibi, mevcut iktidarın tek adam rejimini deşifre etmeden kampanya yürüttüler. Yani böyle bir rejimin bütün yönleriyle ne anlama geldiğini; bir tek insana ülkenin tüm malvarlığının, bütün iktidar güçlerinin, paramiliter suç örgütleriyle, tüm devlet aygıtlarının sorgusuz sualsiz denetimsiz şekilde teslim edilmesinin ne anlama geldiğini bile doğru dürüst anlatmadılar. Bu koşullarda sanki bir tek “patates soğan” fiyatlarına sığınarak kazanılabileceğinin sanılmasını hiç anlayamadım.
3 aylık seçim süreci boyunca tek adam rejimini anlatan tek bir kampanya olmadı. Ne tartıştık onun yerine? Bir ay kadar başörtüsü tartıştık. Neden, muhalefet lideri kendisini gündem etti durduk yere. Ülkenin insanlarının böyle bir derdi yokken, bir başörtüsü kanunu geçirelim diye gündem yarattı. Erdoğan bunu gollük pas olarak gördü ve 1 ay boyunca, “kanun yetmez anayasa değişikliği yapalım” vs bunu tartıştılar. O arada bir seccade meselesi çıktı, 15 gün de bunu tartıştılar. Bir ülkenin kaderiyle ilgili yapılan bir seçimde, 2-3 ay boyunca buna benzer, bir miktar sığınmacı meselesi, Karayılan ile Kılıçdaroğlu beraber “Haydi haydi” dedi mi demedi mi, böyle deli saçması şeyler gündem oldu. Ülkenin 5 yıl boyunca tüm servetinin, 80 milyon insanın kaderinin, emeklilerin, kadınların, emekçilerin kaderinin bir kişinin eline teslim edilmesinden ibaret bir büyük hadise böyle tartışıldı. Bir uzaylı gelse yukarıdan seyretse “deli bunlar,” der.
Bu konuda muhalefetin doğru bir çizgi izlemediğini düşünüyorum. Bütün sürece bakıldığında sanki temel mesele olarak bu tek adam rejiminin kaldırılması değil de, iktidarı ele geçirip paylaşma meselesi gibi bir görüntü var. Herkes nasılsa kazanılacak bir seçimde vekillik, bakanlık, makamlık peşine düşmüş gibiydi. Muhalefet blokunun üyeleri de kendilerine vekillik garanti edebilmek için uğraştılar. Adayın belirlenmesi de bu şekilde gerçekleşti. Sanki herkes her şeyin iktidarın istediği gibi olması için çalıştı. Sonuçta BirGün gazetesinde tam sayfa yayınlanan “sorumluluğa çağrı” bildirileri de sadece tarihe yazılmış bir muhalefet şerhi olarak kaldı.
*14 Mayıs seçiminin ardından verdiği söyleşiden notlar.