Temelleri sağlam, erişilebilir, hem yapısı hem içeriği ile kapsayıcı bir okul sistemine ihtiyacımız olduğu çok açık. Eğitim ve okul aynı şeyler değil.

Okul, çocuklarını terk ediyor
Çok sayıda çocuk derinleşen yoksullukla birlikte okullarından uzaklaşarak çalıştırılmaya başladı. (Fotoğraf: DepoPhotos)

AYŞE ALAN

Okullaşma oranları ülkelerin eğitim sistemleri ile ilgili en çok incelenen alanlardan biridir ve temel eğitimin her çocuğa sunulup sunulmadığını gösteren önemli bir veridir. Örneğin Türkiye’de hâlâ kız ve erkek çocuklar arasındaki okullaşma oranlarındaki açık kapanmadı, kız çocukları birçok dezavantajlı grup gibi eğitimde ayrımcılığa uğruyor.


Bu soruna ek olarak, eğitimde farklı grupları kesen en önemli ve acilen bakmamız gereken mesele örgün eğitimden yani devam zorunluluğu olan okullardan ayrılarak açıköğretime geçen öğrenci sayılarındaki artış. Son yıllarda kronik bir şekilde sayısı artan okula açıköğretimde devam etme sayısı, “Eğitimden tamamen kopulmasından iyidir” şeklinde yorumlanabiliyor olsa da bize şu soruyu sordurmalı: “Bu çocuklar okullarını neden terk ediyor?”

2020-2021’de 1 milyon 580 bin 764 olan açıköğretimdeki öğrenci sayısı geçen yıl 157 bin artarak 1 milyon 738 bin 198 olmuş. Açıköğretim ortaokulunda okuyan öğrenci sayısı 128 binden 171 bine yükselirken açıköğretim lisesinde okuyan öğrenci sayısı ise 1 milyon 452 binden 1 milyon 566 bine yükselmiş. Bu çok önemli bir sayı ve çok daha derin ve nitelikli bir analize ihtiyaç duyuyor. Bu çocukların ortaokul ve lise düzeyinde açık öğretime geçmesi ne anlama geliyor olabilir? Şüphesiz derinleşen yoksulluk bu geçişin en temel sebeplerinden biri.

Ancak konuyu daha geniş bir bağlamdan ele almak bize eğitimde olan biteni daha etkili bir şekilde analiz etme imkânı verecektir. Nasıl bir sosyokültürel, ekonomik ve siyasi yapının içinden konuşuyoruz? Bu yapı nerelerde tıkanıyor ki sosyal devletin temel sorumluluk alanlarından olan okulu vazgeçilen bir kurum haline getiriyor? Hem de en çok ihtiyaç duyan gruplar tarafından!

Bu konu çok katmanlı. Özellikle pandeminin, beraberinde gelen derin yoksulluğun ve krizin en çok vurduğu alanlardan biri de eğitim oldu. Yoksul bir aile, temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı durumda çocuklarının eğitiminden vazgeçiyor ve sosyal destek mekanizmaları da ne yazık ki kısır. Bu aileler kaderine terk edilmiş durumda. Bu vesileyle, önemli bir noktanın altını çizelim. Aslında çocukların eğitiminden vazgeçenler aileler değil, okulundan vazgeçen çocuklar değil, tersine “eğitim sistemi” öğrencisinden vazgeçmiş durumda. Zorluk derecesi giderek artan merkezi sınavlarda, yoksul çocukların başarı seviyesinin her sene düştüğünü görüyoruz çünkü o mahallelerdeki çocuklar ya da o niteliksiz okulların çocukları için kurabilecekleri bir hayal, gidebilecekleri bir alternatif yol daha bırakılmamış. Bugün Türkiye'de sadece devlet okulundaki eğitimle kursa ya da dershaneye gitmeden, özel ders almadan, en azından onlarca test kitabı almadan başarılı olunması neredeyse imkansız. LGS sistemi ile istemedikleri okullara yerleştirilen çocuklar, özellikle 10. sınıftan sonra, açıköğretime geçerek üniversite sınavlarına daha çok zaman ayırarak hazırlanmaya çalışıyor.

Çocukların açıköğretime geçmesi okuma, bir diploma sahibi olmalarının aileler tarafından önemsendiğini gösteriyor. Bu önemli bir veri. Ama aynı zamanda okulun koşarak gidilen bir kurum olmadığını da akılda tutarak, neden güven kaybeden bir yapı olduğu sorusnu da sormak gerek. Demek ki hâlâ, öyle ya da böyle diplomanın bir iş bulma değerine güveniliyor ama okul akademik ve sosyal-duygusal olarak anlamını giderek yitiriyor.

Temelleri sağlam, erişilebilir, hem yapısı hem içeriği ile kapsayıcı bir okul sistemine ihtiyacımız olduğu çok açık. Eğitim ve okul aynı şeyler değil. Alternatif eğitim alanları ortaya koymak hem okula hem öğrenciye nefes alma alanı sağlayacaktır. Bu kriz halinden çıkış mahalle okullarını güçlendirmekle mümkün olabilir. Bu alanları da o mahallenin alanı yapmak, alternatif eğitim modellerini ve çalışmalarını mahalleden harekete kurgulamak, çocuklara daha güvenli, erişilebilir bir alan sağlayacaktır. Okulu mahallenin yaşayan bir parçası haline getirmek, o mahalledeki herkese açmak, çocukların ilgi ve becerilerini doyuracak, onları güçlendirecek eğitim ortamları yaratmak mümkün. Bunun için her okulu güçlendirmek, okullar arasındaki nitelik farkını en aza indirmek gerekiyor.

Bu açmazdan kurtulmanın onlarca yolu bulunabilir, çok kısa vakitte yol kat edilebilir. Yazının başına dönersek önce doğru soruları sormaya ihtiyaç var. Kim bu çocuklar ve hangi motivasyonla açıköğretime geçtiler? Nitelikli araştırma ile durumun ayrıntılı bir fotoğrafı çekilebilir. Ancak ilk adım kesinlikle çocukların örgün eğitimden kopmasına izin vermemek olmalı. Açıköğretim bir alternatif olmamalı. Bu isteğin altında yatan ve hiç de çocuğun sorumluluğunda olmayan, bizzat kendine sosyal diyen devletin sorumluluğunda olan nedenler ortadan kaldırılmalı.

Okullar çocuklarını terk etmemeli!