Okullar niçin var? Dersler, kitaplar, öğretmenler kanatları mıdır gençlerin yoksa kökleri mi? Yeni kuşaklar okullarla nasıl şekillenir? Madem okullar tatil, üzerine atıp tutacak sınavlarımız...

Okullar niçin var? Dersler, kitaplar, öğretmenler kanatları mıdır gençlerin yoksa kökleri mi?  Yeni kuşaklar okullarla nasıl şekillenir? Madem okullar tatil, üzerine atıp tutacak sınavlarımız da bitti, gelin biraz eğitim felsefesi yapalım ve soralım okullar ne işe yarar diye?

Eğitimin ve okulların temel fonksiyonunu ülkelerin gereksinim duyduğu işgücünün üretilmesi olarak gören ve özellikle son 20 yılda, kriz, işsizlik, küreselleşme, ulusların rekabet gücü gibi söylemlerle okullara, öğretmenlere,  özellikle de üniversitelere gençleri nasıl şekillendirmesi gerektiğini söyleyen neo-liberal politikaları bir başka yazının konusu olarak tartışmanın sağ tarafına bırakalım.

Böylece elimizde okulların varlık nedenini ve toplumsal işlevini açıklayan iki temel bakış açısı kalır:

Bunlardan ilki gelişmeci bir yaklaşımdır ve okulların çağdaş bilgiyi üreterek ve bu bilgiyi eşitçe dağıtarak toplumun yeniden düzenlenmesine, sosyal adaletin yerleşmesine katkıda bulunacağını söyler bize. Bu yaklaşım İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemlerin sesidir. Tahmin edebileceğiniz gibi cumhuriyetin de yaklaşımıdır ve en geçerli örneklerinden birisi Köy Enstitüleri’dir. Yine, bir dönem bizde de çok okunmuş ‘Beyaz Zambaklar’ modeli, ya da İskandinav uygulamaları bu yaklaşımın örnekleridir.

Bu bakış açısı günümüze sınıf içi teknikler geliştirerek uzanır. Örneğin Gardner’ın Çoklu Zekâ’sı buna örnektir. (Daha sonra ‘Project Zero’ ve ‘Gelecek için Beş Zekâ’da özellikle de muhafazakâr yaklaşımları incelikle eleştirmesiyle Gardner daha eleştirel bir perspektif kazanır.)

Ancak, bu yaklaşım, 80’li yıllardan itibaren yara almaya başlamıştır. Çünkü –ülkelerin, var oluşlarını ekonomik büyüme ve rekabete endeksledikleri yeni düzende– eğitim sistemi bir zamanlar vermiş olduğu sosyal adalet sözünü yerine getiremez olmuştur.

Bu sonuç bizi okulların işlevlerine yönelik ikinci ve eleştirel bir bakış açısına taşır. Ağırlıklı olarak Gramsci çerçevesinden yola çıkan düşünürler, okulların, toplumu sosyal adalet açısından yeniden düzenleyen değil, devletin ekonomik ve kültürel modellerini, ideolojileri onaylayan ve devamını sağlayan mikro toplum modelleri haline geldiğini söylerler. Bir başka deyişle, “tarafsız” olduğu iddiasıyla şekillendirilmiş olan eğitim sistemi aslında dünyanın her tarafında devletlerin sistem ve ideolojilerinin yankısıdır. Böylece, sağlıklı bir toplumun en önemli bileşenlerinden olan eleştirel düşünme ve çözüm üretme becerisi gençlerin elinden alınmış olur.

Her iktidar, kendi varlığını korumak, haklılığı konusundaki tezlerini güçlendirmek için toplumla bağlantıya geçer. Örneğin medya bu ilişkinin görünen ve kolayca tanımlanan ayağıyken, okullar sessiz ve derinden yaşatırlar onaylamayı topluma. Üstelik bir politikacıdan duyulduğunda eleştirilen bir yaklaşım, sosyal kabulleri nedeniyle öğretmenler eliyle daha etkin dağıtılır topluma. Sorularla hızlanalım:

Tarafsız okul, tarafsız müfredat mümkün müdür? Tarafsız okul aslında kimin tarafındadır?

Okullar gençlere “yapabileceklerini” mi yoksa “yapamayacaklarını” mı anlatır?

Sınıflarda öğretilen bilgi, toplumun hangi kesiminin gelişime hizmet eder?

Sınıflarımızda oluşturduğumuz “düzen” gençlerin farkına varmadan toplumsal modeli benimsemelerine ve eleştiri, karşı durma becerilerini kaybetmelerine mi neden olur?

Toplumun dezavantajlı grupları, okullar eliyle kendi sınıflarının açmazlarına, toplumsal girdaplarına yeniden mi mahkûm edilirler?

Yapmaya çalıştığım yalnızca kısa ve tanımlayıcı bir değerlendirme. Bu bakış açılarından yola çıkarak çok sayıda kapsamlı teori geliştirildi. Ama yalnızca temel sorular bile okullarla ilgili kabullerimizi derinden etkiler ve eğitimle ilgili sorularımızın evrensel olduğunu hatırlatır bize...