Okullar tatile girdi, sorunlar tatile girmedi
Bu sene eğitime dair tüm sorunları çok daha derinleştirecek bir dönüm noktası yaşadık ve tatile de bu gündem ile girdik. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ismiyle açıklanan yeni müfredat, onca eleştiriye, itiraza rağmen resmen yürürlüğe konuldu.
Ayşe ALAN*
Niteliksiz eğitim, çocuk yoksulluğu, merkezî sınavların ağırlığı, öğretmenliğin her geçen yıl daha da itibarsızlaşması, sayıları giderek artarken niteliği düşen özel okullar ve bu okullarda düşük ücretlere ve olumsuz çalışma koşullarına maruz bırakılan öğretmenler gibi yıllardır devam eden sorunlar yerinde duruyor, hatta büyüyor. Zira yirmi küsur yılın bilançosu, mevcut iktidarın eğitimi sorun çözen değil, sorunun kendisi olan bir yapıya dönüştürdüğünü gösteriyor.
Bu sene tüm bu sorunları çok daha derinleştirecek bir dönüm noktası yaşadık ve tatile de bu gündem ile girdik. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ismiyle açıklanan yeni müfredat, onca eleştiriye, itiraza rağmen resmen yürürlüğe konuldu. Mevcut öğretmenler ve okul yöneticileri için de Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Eğitici Eğitimi Kursları başlatıldı.
MÜFREDATIN GÖR DEDİĞİ
Müfredatın üzerinde konuşulması gereken pek çok boyutu var ve aslında son dönem eğitim gündemimize damgasını vuran olaylar ile de çok yakın bir ilişkisi var. Çünkü yeni müfredat, okul öncesi, 1., 5. ve 9. sınıflarda önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren uygulamaya geçecek olsa da okulların ruhuna çoktan işlemeye başladı bile.
Çocuklarımızın ihtiyacı olan, onların kendilerini tanımalarını, kendi iradelerini ellerine almalarını sağlayacak seküler ve bilimsel bir eğitim. Oysa MEB öğretmeni de öğrenciyi de edilgen bir konuma iterek bugünümüzü de yarınımızı da biat kültürüne teslim etmek istiyor. Yeni müfredatın odağında yer alan “değerler” ve özellikle altı çizilen “milli manevi değerler” üzerinden yürütülen bir İslamlaştırma/muhafazakârlaştırma projesi ile karşı karşıyayız.
MÜNFERİT Mİ, PLANLI MI?
Bununla birlikte tatile girmeden bunu da mı görecektik denilecek türden iki sıcak olay daha yaşandı: İlki kıyafetinden dolayı mezuniyet törenine alınmayan kız öğrenciler. İkincisi Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in öğretmen ücretlerini “kamudan fonlanma” olarak ifade etmesi.
Bu iki olay da münferit değil, dil sürmesi hiç değil. Tam tersine birbirine bağlı iktidarın senelerdir inşa ettiği, temeli hiç de sağlam olmayan çok katlı bir binanın harcı. Bu olanları katman katman analiz etmemiz ve açmamız gerekiyor. Çünkü arka planı görünenden daha ayrıntılı.
ÖZEL OKULLARA ÖZELLEŞTİRİLMİŞ OKULLAR MI EKLENECEK?
Eğitimdeki dönüştürme hamlesinin ideolojik karşılığı İslamlaştırma, ekonomi politik karşılığı ise piyasanın bir uzantısı olan okullar, öğretmen yoksullaşması ve giderek nitelikli eğitimden uzağa sürüklenen öğrenciler.
Özel okul öğretmenleri taban maaş mücadelesi verirken, “bu bizim konumuz değil” diyen bir Milli Eğitim Bakanı, özel okul öğretmenini piyasanın acımasız ellerine teslim ediyor demektir.
Bakanın bizzat kamuyu, hiç de kamucu olmayan bir anlayışla değerlendirdiği de ortada. MEB personelinin ücretlerini kamu tarafından fonlanma olarak tanımladığı açıklamasında “Sokakta gördüğünüz her 80 kişiden biri MEB tarafından maaşı ödenen öğretmen statüsünde. Bu devasa bir rakam. Dünyanın hiçbir tarafında bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi kamu tarafından fonlandırılmıyor.” ifadelerini kullanan bakana göre belli ki ülkede öğretmen fazlası var.
Bu açıklamanın iki boyutu var. Birincisi hakikati yansıtmıyor oluşu. Dünyada Türkiye’den daha çok öğretmenin istihdam edildiği olan ülkeler var. İkincisi ise öğretmen maaşlarının vatandaşın sırtında yük olarak yansıtılması.
Bakanlık sosyal politikaların uygulanacağı hak temelli, toplumun her kesimini kapsayan bir anlayıştan çok uzak. Kamunun öğretmenlere emeklerinin karşılığı olarak verdiği ücretin “fonlanma” olarak açıklaması da bu bağlamda bir yere oturuyor. Bu anlayışa göre öğretmen maaşı kamuda gedik açan bir gider.
Böyle olunca, bakan, mevcut “personel giderleri”nden kurtulmak için okulların bir kısmını özelleştirerek, bir yandan özelleştirme geliri elde ederken bir yandan da öğretmen maaşlarınının yükünden kurtulmayı mı hayal ediyor diye endişelenmeden edemiyoruz.
OKULLARDA DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLERİ HÂKİMİYETİ
Öğretmenlerin MEB’e yük olup olmadığı saçma tartışmasına değinmişken öğretmen atamalarına ilişkin gelişmelere de bir bakalım.
Yakın zamanda 2024 öğretmen atama takvimi ve sayısı belli oldu. En çok ataması yapılacak beş branştan biri Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği!
Bir önceki yazımda Maarif Modeli’ni hangi derslerin programının yayınlandığı üzerinden de ele almıştım. Programı açıklanan 26 dersin 7 tanesi din dersleri. Bu derslerden bazıları “Peygamberimizin Hayatı” ve “Kuranı Kerim” gibi seçmeli din dersleri. Programı açıklanan başka bir seçmeli ders yok! Hakeza yabancı dil derslerinin programları da açıklanmadı. Öğrencilerin 4. sınıftan 12. sınıfa kadar aldığı temel derslerin önemli bir kısmını “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” oluşturuyor. Böyle olunca da en çok ataması yapılan branşlardan biri oluyor.
Ayrıca “Din Kültürü Öğretmenliği” bölümünden mezun olanlar eğitimin her seviyesinde görev alabiliyor yani ilkokul, ortaokul ya da lisede görev yapabiliyorlar. Geniş bir seçenekleri var. “Din ve Ahlak” başlığı altındaki seçmeli dersleri de veren bu öğretmenlerin okullardaki etki alanları büyük. Çünkü pek çok okulda bu alandaki seçmeli dersler öğrencilere zorunlu seçmeli olarak veriliyor.
Buna yıllardır okul yöneticilerinin “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” Öğretmenleri arasından seçildiğini eklediğinizde açık bir hâkimiyet ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek abartılı olmayacaktır.
“Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi bir tek okul öncesi programında yer almıyor. Ancak o programa da “milli ve manevi değerler” eğitimi ve bunun da yollarından biri olarak “telkin” eklendi. Son yıllarda sayıları giderek artan ÇEDES ve benzeri projeleri, bazı vakıflarla imzalanan protokolleri, okullara giren hafızları tüm bu adımlarla birlikte düşündüğümüzde eğitimi İslamlaştırmanın (bunu Sünnileştirmek diye de okuyabilirsiniz) dört koldan yürütülen bir proje olduğu görülebilir.
MEZUNİYET TÖRENİNDE KILIK AVCILIĞI
Müfredatın içeriğine dönelim. Ya da MEB’in deyimiyle Maarif Modeli’ne. Daha önce de yazmıştık, Maarif Modeli’nin yeni vatandaşı, haklarını bilen ve kullanan aktif bir vatandaş değil, aklı yerine kalbiyle karar veren “kâmil insan”. Bu kâmil insanın dünya ile bağı tam da müfredatın merkezine konulan “değerler” eğitimi vasıtasıyla kopartılıyor. Çünkü yeni müfredatta “milli ve manevi değerlerimize uygun evrensel değerler de benimsenmiştir” dense de evrensel değerler görünmez kılınmış.
Gebze Alaattin Kurt Anadolu Lisesi mezuniyet törenine bazı kız öğrenciler kıyafet yönetmeliğine uymayan kıyafetler giydikleri gerekçesiyle alınmadılar. Olay medyada geniş yer buldu ve epey tepki topladı. Geçmiş münferit çıkışlara bakarak bu olayı bir okul müdürünün işgüzarlığı olarak görenler de oldu. Oysa öyle olmadığını Millî Eğitim Bakanlığı’nın mayıs ayında okullara genelge göndererek, kutlamaların milli manevi değerlere uygun olması uyarısını okul yöneticilerine tebliğ etmesinden anlayabiliyoruz.
Bahsi geçen lise idaresinin öğrencilerin kıyafetlerini önceden görmek istediğini, törene protokol katılacağı için uygunsuz kıyafet giyenlerin törene alınmayacağı şeklinde uyarıda bulunduğunu, öğrenciler mezuniyet törenine alınmayıp, iyi ki de velileriyle birlikte tepki gösterince ve olay medyada yankı bulunca öğrendik. Belli ki kız öğrenciler “milli manevi değerler” genelgesinden güç alınarak hizaya çekilmeye çalışıldı ve iyi ki direndiler! İyi ki gönüllerinin istediğini giyip gittiler mezuniyetlerine.
Aynı okulda sene içinde bazı öğretmenlerin öğrencilere, dinî vakıfların faaliyetlerine katılırlarsa performans notlarının yükseltileceğini vaat ettikleri iddiası ortaya atıldı. Bu doğru ise bir sonraki adım kılık kıyafetlere müdahaleyi yeni ikna odalarına havale etmek mi diye düşünmeden edemiyor insan!
*Eğitimci, Yazar