Okura karşı sorumluluk ve inat: BirGün Kitap 250. sayıya ulaştı

DOĞUŞ SARPKAYA

Sayılara anlam vermek ne kadar doğru bilmiyorum. Bir dergiyi 250 sayı boyunca yayınlamakla 249 ya da 251 sayı yayımlamak arasında bir fark var mı tartışılır. Rakam fetişizmi yerine bir geçmiş muhasebesi yapma fırsatı yaratıyorsa, yuvarlak bir sayının yardımını çağırmakta bir sakınca yok sanırım. Üstüne bu kadar uzun süreli emeğin ve dayanışmanın hakkını verme; umutla, neşeyle, coşkuyla, inatla sürdürdüğünüz bir yolculuğun hikâyesini anlatma fırsatını yakalıyorsanız değmeyin keyfinize. Her sayısı BirGün’e omuz vermiş dostların dayanışmasıyla hazırlanan, amatör coşkusunu yitirmeyen, kimi zaman gençlik hareketinin dergi çıkarma heyecanını taşıyan, yayımlandığı ilk günden bu yana Türkiye yayıncılık evreninde kendine özgü bir yer işgal etmeye çalışan bir derginin yolculuğu söz konusu sonuçta.

Yayıncılık hızla piyasalaşırken

BirGün Kitap ilk sayısından bu yana bir iddiayı taşıyor: 2000’li yılların başında iyiden iyiye piyasaya terkedilen yayıncılık dünyasına ve onun yarattığı ilişkilere inat, okura karşı sorumluluğunu unutmayan, eleştirel duruşunu koruyan bir kitap eki çıkarabilmek. İlk sayıların yayınlandığı dönemlerde küreselleşmenin etkileri hissediliyordu. Artık piyasalar sanat alanında bağımsız çalışmalar yapan, kendini belirli bir sanatsal akımı yaratmaya adayan, kendi sanatsal üretimini idealist bir şekilde kitlelerle paylaşmayı amaçlayan, edebiyat üzerine tartışan, araştıran bir kuşağı yok etme pahasına, tüm edebiyat alanını ele geçirmeye başlamıştı. Sanat borsasının oluşması, bir sanat eserinin niteliğinden çok satma potansiyelinin göz önünde bulundurulmasının bunca açık ve meşru hale getirilmesi küreselleşme döneminde gerçekleşti. Yayınevi, editör, yazar, dağıtımcı, reklam sektörü ve yan sektörlerin -sinema ve dizi endüstrisi vs- ortak olarak çalıştığı ve kitapların sanatsal eserlerden, metaya dönüştüğü bir çağın başlangıcıydı bu.
Yayınevlerinin giderek sistemle bütünleşmesi, bağımsız yayın organlarının yaşam olanaklarının sınırlanması, yazarların elini kolunu bağladı. Böylelikle pazarın ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik metinlerin üretilmesinin de önü açıldı. Görünür olmanın yolu, tüketime yönelik okuyucu beklentilerini karşılamaktan geçiyordu. Uzun cümlelerden kaçınılması, deneysel ve marjinal biçimlerden uzaklaşma, kolay okunurluğun ve akıcılığın her türlü sanatsal tasarımın önüne geçmesi, edebi içeriği ve biçimi tek tipleşmeye yöneltti. Son yıllarda hepsi birbirine benzeyen bir sürü kitabın ortaya çıkması, bu tek tipleşmenin eseri. Yazarın yapması gereken, ilginç olacağı varsayılan bir konuyu, belirli çatışma öğeleri ile süsleyip okuyuculara sunmak. Bu döngünün dışında yer alan ve hasbelkader kitaplarını yayınlama olanağı bulan az sayıda yazar ise bu hengamenin içinde kaybolmaya başladı.

Eleştiri tanıtıma dönüşürken

Edebiyat eleştirisi de küreselleşme ile birlikte kapitalist üretim tarzının dümen suyuna girmeye başladı. Edebiyat dergilerinin satışlarındaki düşüşler, edebi eserlere dair tartışmaları gazetelerin kitap eklerine hapsediyordu bu dönemde. Büyük yayın gruplarının ekleri olarak çıkan kitap eklerinin, reklam ile ayakta durması, üzerine yazı yazılan kitaplara övgüleri beraberinde getirdi. Artık eleştirinin yerini tanıtım yazıları almıştı. Bu yazılarda tanıtılan her eserin eşsiz, satılması muhtemel her kitap şaheser konumuna yükseltildi. Özellikle ana akım medyanın kitap eklerinde karşımıza çıkan, seri üretim olduğu gün gibi belli bir sürü çoksatarı bize başyapıt olarak yutturmaya çalışan tanıtım yazılarını hatırlayalım mesela. Böylece yayıncı, yazar, eleştirmenin aynı oyunun oyuncuları olduğu bir edebiyat dünyası yaratılmış oldu.

Yüzünü okura dönmek

Böyle bir ortamda yüzünü tümüyle okura dönen, edebiyatı piyasaya karşı savunan, sosyal bilimler alanındaki tartışmaları da sayfalarına taşıyan bir kitap eki çıkarmayı görev edindi BirGün Kitap ekibi. Piyasalaşmanın ekonomik, siyasal ve kültürel alanda yarattığı yıkım ve çürümenin yayıncılığa da sıçramış olması, edebi ve fikri üretime dair umutlarımızı daha dirençli hale getirdi çünkü. Bugünün edebiyat dünyası piyasaya terk edilmiş olabilir. Bu terk ediş, bazı kuramcıları, romanın, şiirin, öykünün, denemenin, tiyatronun, görsel sanatların dolayısıyla tüm sanatsal üretimin ölümünü ilan etmeye kadar götürebilir. Böyle bir ortamda gerçek insan hikâyelerinin inatla ısrarla anlatılmasının ve yeni toplumsal düzenin mekanizmalarının açığa çıkarılmasının olanakları yaratmaya çalışmak gerekiyordu. Hâlâ da gerekiyor.
BirGün Kitap ilk sayısından bu yana hem yayın çizgisiyle hem de kitap eki standartları olarak yutturulmaya çalışılan piyasalaşmayı reddedişiyle ayakta durmaya devam ediyor. Bugünün eleştirmenine düşen görev yayıncılık dünyasının fena çocuğu olmaktır fikriyle, sorunluluğumuzun ne yayıncıya ne editöre ne çevirmene ne dağıtımcıya karşı olduğunu, bizim muhatabımızın okur olduğu bilinciyle, bir kitap eki çıkarmaya devam ediyoruz. Krize, enflasyona, sansüre inat başka bir yayıncılık dünyası mümkün mü sorusunu sormayı unutmadan. Bu iddia ve kararlılıkla nice 250 sayılar yayınlanma ümidiyle…