Google Play Store
App Store
Attila Aşut

Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Tayyip Erdoğan’ın seçimlerdeki “korkulu rüyası” Ekrem İmamoğlu’nu uydurma gerekçelerle içeri tıkmak yetmedi! Onun İBB’deki kurmay kadrosunu da “suç örgütü” ilan ederek Silivri zindanına gönderdiler. Bu kurmaylar arasında İstanbul’un yok olmaya yüz tutmuş tarihsel yapılarını ve kültürel mirasını kamucu bir anlayışla ayağa kaldırıp halkın hizmetine sunan İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat da vardı. Hekim raporlarıyla belgeli ciddi sağlık sorunlarına karşın onu cezaevine yollamaktan çekinmediler. Her siyasal eğilimden vicdan sahibi insanlar, Mahir Polat’ın tutuksuz yargılanması için sesini yükseltti. Ama Saray rejiminin sağlık kurumları, tansiyonu fırlamış, kalp hastası bu tutukluyu günlerce hastane-cezaevi ve Adli Tıp arasında sürekli dolaştırıp yorarak yaşamını iyice riske soktular. Mahir Polat’ın sağlık durumunun ciddiyeti herkesçe biliniyordu. Ama ona düşman ceza hukuku uyguladıkları için eziyet olsun diye işi ağırdan almayı yeğlediler. Hem de Madımak Oteli’ni ateşe veren Sivas katliamcılarının ve insanları domuz bağıyla boğazlayan Hizbullahçı canilerin art arda dışarı salındığı bir dönemde…

Neyse ki daha fazla sürdüremediler bu zulmü. 23 Mart’ta tutukladıkları Mahir Polat’ı, toplumsal tepki çığ gibi büyüyünce 9 Nisan’da bırakmak zorunda kaldılar. Ama özgürlüğüne tam olarak kavuştuğunu söyleyemeyiz. Çünkü “ev hapsi” kararıyla salıverdiler…

“Adli kontrol” kapsamındaki  “ev hapsi” cezası da artık rutin bir uygulamaya dönüştü. Eskiden savcılıkta ifade verir çıkardınız. Şimdi davet mavet yok! Zaten siz isteseniz de gidip ifade veremiyorsunuz! Mutlaka “şafak operasyonunu”nu tatmanız gerekir. Göstere göstere gözaltına alındığınızda da öyle elinizi kolunuzu sallayarak savcılıktan çıkamazsınız. Eğer şansınız yaver gider de tutuklanmazsanız, en iyi olasılıkla ev hapsi bekliyordur sizi!

∗∗∗

Mahir Polat’a savcılık sorgusunda yöneltilen kimi soruları öğrenince geçen yıl kendi başımdan geçen bir gözaltı macerasını anımsayarak gülümsedim…

Basında yer alan bilgilere göre, Mahir Polat’a, iki ayrı kişiye gönderdiği 50 ve 100 liranın  (yanlış okumadınız elli ve yüz lira!) hesabı sorulmuş. Meğer hakkında “terör suçundan UYAP kaydı” varmış bu kişilerin. Mahir Polat bunu nereden bilsin? “İhtiyacım var” diyerek yardım isteyen birkaç kişiye banka hesabından böyle sembolik miktarda paralar göndermiş. Ama bu durum bile onun bilmem ne örgütüyle “iltisaklı” görülmesi için yeterli sayılmış! Ne yani, yardım edeceğimiz kişilerin önce sabıka kaydını mı isteyeceğiz? Hem “sabıkalı insanlara yardım edilemez” diye bir yasa maddesi mi var mevzuatımızda?

Geçen yıl “Terör örgütüne finans sağlama” suçlamasıyla Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde sorgulanmamızın öyküsü de Mahir Polat’ın başına gelenlere çok benziyor!

İzmir / Aliağa’daki Yeni Şakran Cezaevi’nde 25 yıldır yatan ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü gariban bir insana, emekli aylığımdan zaman zaman 100-200 lira gibi küçük miktarlarda yardımda bulunmuştum. Hiç tanımadığım, hangi örgütten ya da suçtan yattığını bilmediğim, fotoğrafını bile görmediğim bu arkadaşa gönderdiğim bu ufacık paraların daha sonra başıma dert açacağını nereden bilebilirdim! Bizim bu insani dayanışmamız, nasıl olmuşsa İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca “terör örgütüne finans sağlamak” olarak değerlendirilmiş ve hakkımızda 6415 Sayılı “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun”a muhalefetten soruşturma açılmıştı. Çünkü yardımcı olmaya çalıştığımız hapisteki bu kişinin geçmişte DHKP-C örgütüyle ilişkisi varmış…

Oysa bu insan, başka yardımseverlerin de küçük maddi katkılarıyla tek kişilik hücresinde büyük çaba harcayarak iki fakülte bitirmişti! Gelin görün ki takdir edilmesi ve desteklenmesi gereken bir dayanışma örneği, adli makamlarca kolaylıkla kriminalize edilmişti. Bu çocuk eğer bugün hâlâ bir “terör örgütü üyesi” olsaydı şunun bunun üç kuruşluk yardımına gereksinim duyar mıydı?

Ne yazık ki bir biçimde cezaevine düşmüş insanları topluma kazandırma çabası bile ülkemizde suç sayılabiliyor!

∗∗∗

Mahir Polat’ın “yarım tahliye”sine bile sevinemeden, ertesi sabah yine bir başka “şafak operasyonu”yla uyandık. Bu kez de mesleğimizin yüz aklarından, gazeteci arkadaşlarımız Timur Soykan ve Murat Ağırel’in kapısına dayanmıştı polisler. Onlarca büyük yolsuzluğu, dolandırıcılığı, kaçakçılığı, karapara trafiğini, kent yağmasını ve çarpık tarikat ilişkilerini belgeleyip haberleştirerek kamuoyunun gündemine taşıyan bu değerli arkadaşlarımız, karapara aklama soruşturmasından tutuklu Flash TV ve Bank Pozitifin sahibinin şikâyeti üzerine, sabahın köründe evlerine düzenlenen polis baskınlarıyla gözaltına alındılar. Üstelik iki saygın gazetecinin evleri köşe bucak arandı ve dijital materyallerine el kondu. Bu operasyonun, tam da Timur Soykan’ın Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden ödül alacağı gün yapılması, yine “zamanlama manidar” dedirtti insanlara! Resmi gözaltı gerekçesi, Flash TV’nin “nevzuhur” sahibine "tehdit" ve "şantaj" suçlaması olsa da asıl nedenin, arkadaşlarımızın İmamoğlu dosyasını boşa çıkaran yazıları olduğu biliniyor…

∗∗∗

Arkadaşlarımız dün gece geç vakit “adli kontrol” koşuluyla salıverilmişler… Bu gazetecilerin haftada üç gün karakola imza vermeye gitmek zorunda bırakılmaları bile başlı başına bir cezadır.

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, kalemini namusu belleyen gerçek gazeteciler, hiçbir baskı karşısında susmayacaklar! Timur Soykan’ın dediği gibi:

“Çeteler kaybedecek, halk kazanacak!”