Google Play Store
App Store

Kent, karmaşık bir yumağı andıran insan ilişkileri ile geometrik rasyonalite arasındaki gerilimi anlatmak için kullanılan, geniş olanaklar sunan bir simge olabilir (Calvino). Yazar kenti; düşüncelerini, duygularını, anılarını, deneyimlerini, hayallerini kurgulayacağı yazınsal bir mekân olarak kullanabilir. Oysa aynı kent, orada yaşayan biri için varoluş meselesidir. Evi, gündelik rolüne hazırlandığı atölyedir; her sabah sahneye çıkmadan önce aynanın karşısına geçip Hamlet’in tiradını tekrarladığı kulistir: “Olmak ya da olmamak, işte asıl mesele bu”. Akşam evine dönmüşse şayet, sabahki imgesini aynada bulamayabilir, başka bir şeye dönüşmüştür. Kuliste özenle hazırlandığı rol gün içinde işine yaramamış olabilir, doğaçlamalar yapmak ve yeni roller icra etmek zorunda kalabilir. Kent bireyleri konum değiştirmeye zorladıkça rolleri ve imgeleri sürekli değişir. Dedikleri gibi, hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir. Ya da hayat evden çıkmadan önce hazırlandığınız rolün gün içinde sürekli yerinden edilmesidir. Bir özgürlük alanı olarak kent, kurgular çokluğudur. Herkes kendi kurgusuyla sahneye çıkar. Kentte birbirleriyle karşılaşanlar bedenler değil, kurgulardır. Kimi zaman kurgular bir kenara bırakılır ve sohbetin akışına bağlı olarak bedenler çeşitli rollere bürünebilir. Ya da sohbet asla gerçekleşmez, zira karşılaşma kurgular arasındaki mücadeleye dönüşmüştür. Ve yenik düşenler, bir başkasının kurgusunda figüranı oynamaya razı olur.

∗∗∗

Kent değişmiştir; artık politik iktidarın mekânsal ve zamansal kurgusuna yenik düşen kederli bedenlerin adı sanı olmayan figüranları oynamak zorunda kaldıkları ana sahnedir. Birey ana sahnede ancak figüran olarak yer alabilir. Başka türlü söylersek, mekân size hazır olarak verilir, bir enstalasyon nesnesi olarak mekânın içine yerleştirilirsiniz. İlişkileri kurgulayan, mekânın sahibidir; sizi her an yerinizden edebilir, gerekirse sizi hücreye de kapatabilir. Bazen de kurgu gereği varlığınızı mekânın sahibine armağan etmek zorunda kalabilirsiniz. Olmak, sadece hayatta kalmaya indirgenmiştir. Olmamak, hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmez, tirat değişmiştir: “Olmak, sadece olmak, işte asıl mesele bu”. Kentte var olmak, tüm olumsuz koşullara rağmen size biçilen rolü hakkıyla oynamaktır. Olmak, aynı olanın sürekli geri dönmesidir, aynada hep aynı kederli imgeyle karşılaşmaktır. Eğer aynadaki kederli imgeniz değişmiyorsa, Matriks filmindeki kara kediyi hatırlayın: Deja vu. “Ne gördün?/Biraz önce yanımızdan bir kara kedi geçti, ardından ona benzeyen bir kara kedi daha/ Ne kadar benziyordu? Aynı kedi mi?/Olabilir, emin değilim.” Sistem sürekli kısa devre yapıyor. Kara kedi ya da aynadaki imgeniz; aynı olan sürekli geri dönüyor ve hep aynı olanla karşılaşıyorsanız, kurmaca bir gerçekliğin içine kapatılmışsınız demektir.

∗∗∗

Sistem kurgulanmış bir geçmişi durmadan şimdiye taşıyarak tarihi sürekli tekerrür ettirir. Ve gelecek sürekli ötelenir. Tekerrür eden bir tarih egemenlerin tarihidir. Ya da “tarihin sürekliliği ezenlerin sürekliliğidir” (Benjamin). Egemenlerin tarihini ancak olay-bedenler kesintiye uğratabilir. “Ezilenlerin tarihi bir süreksizliktir” (Benjamin). Ya da süreksizlik fikri, ezilenlerin devrimci geleneğidir. Olay-bedenler, sistemdeki yeri ve işlevi tanımlı beden olmayı reddeden, yapmamayı tercih eden bedenlerdir. Olmamayı hiç düşündünüz mü ya da Kâtip Bartleby’nin deyişiyle yapmamayı? “Yapmamayı tercih ederim”. İnsan yaparak kendini inşa eder, nasıl yaptığı değil, ne yaptığı önemlidir. Nasıl yaptığını önemseyenler, kendilerine biçilen role odaklanan ve rollerinin hakkını verenlerdir. Ne yaptıklarını asla sorgulamazlar, nasıl yaptıkları önemlidir. Yapmamayı tercih etmek, “ben artık oynamıyorum” demektir. Yapmamayı tercih etmek, şeylerin başka türlü de yapılabileceğini bilmektir; oyunu, oyuna katılanlarla birlikte yeniden kurmak, başka türlü yaptıkça başka dünyaların da mümkün olabileceğini keşfetmektir.

Mekân ile varoluş birbirinden ayrılmaz. İnsan ancak mekânını yarattıkça kendini var edebilir. Mekânını yaratarak kendini var eden her beden, olay-bedendir. Mekân size hazır olarak verilmişse, varlığınız size ait değildir, var olduğunuz pek söylenemez. Var olmak mı istiyor musunuz? Yapmamayı bir düşünün derim.