Öldür gitsin!
Sokak hayvanları meselesi Türkiye’nin üzerine eğilmesi gereken başlıklardan biri olsa da bugünlerde dönen tartışmanın iktidarın ince siyasi mühendislik hesaplarının bir parçası olduğuna şüphe yok.
Medyanın da etkisiyle sokak canlıları hadisesi, olduğundan daha büyük boyutta bir tehlike olarak kamuoyuna anlatılıyor. TV kanalları ve gazeteler, hayvan saldırısı vakalarını abartılı ifadelerle haberleştirerek toplumun psikolojisini, kavrayışını şekillendiriyor. Sanki sokaktaki her köpek insanları parçalıyormuş, kimse yolda yürüyemiyormuş, nüfus kuduzdan kırılıyormuş gibi bir hava estiriliyor. Kurgulanan melodramlarla ölen insanlara da saygısızlık ediliyor. Temel argüman da insan canını, sağlığını korumak... Oysa mesele insan canıysa, veriler bize başka konuları öncelik haline getirmemiz gerektiğini anlatıyor.
Hayvan saldırıları sonucu hayatını kaybeden insanların sayısına ilişkin net bir veri yok ama Türkiye’de AKP iktidara geldiğinden bu yana iş cinayetlerinde 32 binden fazla işçi öldü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin rakamlarına göre 2023 yılında en az 1929 emekçi, çalışırken hayatını kaybetti. Sadece geçen Nisan ayında bile en az 163 işçi, iş cinayetleri sonucu yaşama veda etti. Sokak hayvanlarının yol açtığı tehditlere dair tek geçerli veri ise kuduz vakaları. Sağlık Bakanlığı’nın kayıtlarına göre 2023’te sadece iki (2) kuduz vakası tespit edilmiş. 2013’te 186 bin olan kuduz riskli temas sayısının geçen yıl 437 bine çıkması ise biraz bu konudaki farkındalığın doğurduğu müracaat biraz da medya köpürtmesiyle ilgili.
Dert insan canıysa, neden 22 yılda bir stadyumu dolduracak kadar emekçinin toprak altına girdiği Türkiye’de, iş cinayetlerinin önüne geçilmesi için esaslı bir gündem oluşturulmuyor? Neden Meclis hayvanlar meselesinde olduğu kadar kararlı bir şekilde bu konuda elini taşın altına koymuyor? Neden insan canını önemsediğini iddia eden siyasi partiler, sermayeyi, patronları karşılarına alarak ortalığı ayağa kaldırmıyor? Neden TV kanalları, gazeteler bu yakıcı meseleyi günlerce, haftalarca hatta aylarca masaya yatırmıyor? Ama normal olan yatırmamaları zaten; çünkü onlar zaten patronların, holdinglerin, bu cinayetlerin faillerinin sesi. Esas vahşi olan da hayvanlar değil, işte bu zihniyetin ta kendisi.
***
Bir de bu konu tek taraflı şekilde ele alındığından ortaya pek sağlıklı olmayan bir tartışma ortamı çıkıyor. Medyanın da sığ bakış açısının ve manipülatif yaklaşımının etkisiyle, sorun sadece “insanın köpeklerden zarar görmesi” olarak tanımlıyor. Ancak konunun doğrudan insanla ilgili olmayan yönleri de var. Genelde insanların sahip olduğu haklar çok savunulduğu için (ama sadece bu meselede) biz hayvanların yaşadığı sorunlardan bahsedelim.
Sokak yaşamı çoğu yerde köpekler için de bir işkence. Gerçekler bükülmeye çalışılsa da insanın hayvana verdiği zarar, hayvanın insana verdiği zarardan daha fazla. Öldürme, sakat bırakma, yaralama, işkence ve hatta cinsel istismar… Bununla birlikte, belli semtlerde gözetilseler de hayvanlar genelde aç, susuz kalıyor. Bu da alan/kaynak kavgası nedeniyle birbirlerine daha fazla hasar vermelerine yol açıyor. Trafik kazalarında sayısız hayvan can veriyor ya da sakat kalıyor. Hayvanlara sağlık kontrolleri yapılamadığından pek çoğu tedavi edilebilir hastalıklardan hayatını kaybediyor.
***
İktidarın hazırladığı taslak bu haliyle yasalaşırsa, “başıboş hayvanlar” olarak nitelendirilen sokak köpekleri, bir ay süresince sahiplenilmemeleri durumunda öldürülecek. Öldürme işlemi iğne ya da ilaçla yapılacağı için bürokratik dilde buna “uyutma” deniyor. Sanki cinayet silahı değişince sonuç değişiyormuş gibi… Bu çağdışı akla, medeniyetin kaidelerini içselleştirmiş duyarlı kamuoyu sert tepki gösteriyor.
Peki nasıl tedbirler alınabilir? Avrupa’da farklı uygulamalar söz konusu. AKP’nin taslağını savunanlar, sahiplenilmeyen hayvanları uyutan İngiltere’yi referans alıyor. Bu yüzden taslakta öngörülen sürece “İngiltere modeli” ismi de veriliyor. Ancak başka yollar da mevcut. Örneğin İtalya 30 yılı aşkın süredir “uyutma” işlemini uygulamıyor. Almanya da kesinlikle bu yönteme başvurmuyor. Bu ülkelerde devletler, sahipsiz köpeklerin bir yuvaya kavuşuncaya kadar bakımını üstleniyor. Bilhassa Almanya’daki sistem oldukça iyi. Köpek barınaklarında hayvanların boyutuna göre barınma alanı sağlanıyor. Yavrular varsa alan daha da genişliyor. Barınaklarda hayvanlara ait bahçe ve ısıtmalı iç alan bulunuyor. Ayrıca köpeklere akupunktur, masaj ve fitness türü olanaklar da sunuluyor.
***
Özetle tek Avrupa yok. “İngiltere modeli” denilip sanki uygar dünyanın tamamı katletme seçeneğine başvuruyormuş gibi bir algı yaratılmak istense de önümüzde bir de hayvanların yaşam hakkını belirli standartlarla koruma altına alan Almanya modeli var. Her ne çözüm bulunacaksa (öldürme asla bir çözüm değil) bu, Türkiye’nin özgün şartlarına uygun olmak durumunda. Çünkü Avrupa ülkelerinde neredeyse sokak hayvanı yok ve hiçbirinin tanımlı bir “sahipsiz sokak hayvanı sorunu” bulunmuyor.
Elbette cinayetin azı çoğu olmaz ancak Türkiye’de “uyutma” uygulaması, milyonlarca köpeğin öldürülmesi anlamına gelecek. Buna karşılık Almanya standartlarındaki köpek barınakları da yine sayı fazlalığından dolayı Türkiye’ye pahalıya patlayacaktır. Ancak imkânlar ölçüsünde bunun altyapısı oluşturulup sokakta yaşayan köpeklerin barınabileceği modern tesisler kurulabilir. Gerek hükümet gerekse de yerel belediyeler, reklam ve tanıtıma daha az bütçe ayırarak köpekleri yaşatmak ve kısırlaştırmak için gerekli kaynağı bulabilir.
Öncelikle etik açıdan çözümün öldürmede değil yaşatmada olduğunu anlamak gerekiyor. Hedefi her ne olursa olsun, katliam ve imha, faşizmi faşizm yapan metotlardır ve bunları “çözüm” olarak gören toplumlar, uygarlaşma yolunda bir arpa boyu yol gidemezler.