Öldürüyorlar, çünkü öldürebiliyorlar
Henüz Narin’in neden, nasıl ve kim/ler tarafından öldürüldüğü soruları yanıtlanamadan, bu kez daha da acımasız bir zalimlikle İkbal ve Ayşenur öldürüldü. Biri daha çocuk, üç kadının öne çıkmalarının nedeni maruz kaldıkları cinayetlerin “vahşiliği”. Yoksa şiddetten ölen kadınları unutmayalım diye hazırlanan anitsayac.com un verisine göre, son bir haftada, Güler, Zehra, Sonay ve Bedriye’de katledildiler. 2024 yılının ilk dokuz ayında kayıtlara geçebilen 292 kadın cinayeti var.
Türkiye’de son 10 yılda 4 binden fazla kadın erkekler tarafından öldürüldü. Üstelik bu rakamlar sadece kayda geçebilenler. Gerçekte cinayet olmasına karşın düşme, kaza, intihar olarak kaydedilen ölümlerin sayısı ise bilinmiyor. Cinayetler o kadar çok ki ancak acımasızlıkları, zalimlikleri oranında medyada yer bulabiliyor. Kanıksama ve duyarsızlaşma bir kadın katliamı olduğu gerçeğinin üstünü örtüyor. Öldürme ile sonuçlanmayan şiddet, cinsel taciz, tecavüz suçlarına maruz kalan kadın sayısını bilen yok!
Kadına yönelik şiddet insanlık tarihinin başından beri vardı demenin bir anlamı yok. Bu yaklaşım bir açıklama getirmediği gibi, kadın katliamına karşı mücadele etmenin önünü tıkayıcı bir “doğalcılaştırma”, “kadercileştirme” örtüsü de sağlıyor. Son cinayetlerdeki parçalanan bedenlerden yola çıkıp “satanist ayin”, “Hristiyan semboller”, “Müslümanlık eksikliği” gibi nedenselleştirmeler ise safdillikten kaynaklanmıyorlarsa, ahlaksızlıktan öte bir amaç taşımıyor. Vahşilik söz konusu olunca, yakın geçmiş için IŞİD’in kadınlara yönelik katliamlarına, uzak geçmiş içinse Osmanlı şeriatındaki resmi öldürme biçimlerinden sadece “çengel cezası”na bakmak bile yeterli olabilir.
İkbal ve Ayşenur’u öldürüp intihar eden erkeğin “ruh hastası, psikopat, şizofren” vb. diye nitelenmesi, böyle bir cinayetin ancak “uyuşturucu” etkisi altında işlenebileceği iddiaları ise bilerek bilmeyerek, öfke, üzüntü ya da inanamamaktan kaynaklı da olsa başka türden bir hedef şaşırtma. Katilin bir kaç kez psikiyatriye başvurmuş olması, daha önce intihar girişiminin olması bilgileri önemli ama cinayetleri ancak bir “ruh hastasının” işleyebileceğinin kanıtı değil. Türkiye ve dünyadaki tüm suç istatistikleri cinayet işleyenler arasında ağır ya da hafif psikiyatrik hastalığı olanların oranının çok ama çok düşük olduğunu gösteriyor. Kadın cinayetlerinin ezici çoğunluğunu psikiyatrik hastalığı olanlar işlemiyor. Sokakta, yanıbaşımızdan geçip giden; işyerinde, mesai arkadaşımız olabilen; mahalle camisinin imamı, okuldaki öğretmen, polis, hatta babamız, abimiz gibi “normal errkekler” işliyor.
Bilebildiğimiz tarihin başından bu yana erkekler sadece açık savaşlarda “erkek erkeğe” şiddetin tarafı olurlarken; kadınlar, hem savaş hem de barış dönemlerinde erkek şiddetine maruz kalıyorlar. Ataerkillik, Patriyarka ya da erkek egemenliği dediğimiz bu halin kadına yönelik şiddetin “bereketli toprağı” olduğu doğru. Doğru olmasına doğru da günümüzdeki kadına yönelik şiddeti anlamak için yeterli değil. Evet, dünyada da öyle, Türkiye ve bizim gibi ülkelerde daha da öyle olmak üzere, bugün tartışmamız gereken başka ve yeni bir politik hat var: Son 40 yılda giderek artan, yaygınlaşan ve normalleşen kadın düşmanlığı.
Kadın düşmanlığından kastım sadece “incel” hareketi değil. İstemsiz bekar (involuntary celibacy) kavramının ortaya çıktığı zamanki anlam ve kapsamını ve çeyrek yüzyıl boyunca süren değişimini Çağla Üren’in Euronews Türkçe’de yayımlanan çok iyi yazısından ( https://tr.euronews.com/2024/10/05/matrixten-dovus-kulubune-inceller-hakkinda-ne-biliyoruz) okumak mümkün. Incel hareketinin geçirdiği evrimin de nedeni kadın düşmanlığı.
Kadın düşmanlığı aşağıdan, toplumdan, yalnız kalan, romantik ilişkide reddedilen ya da cinsellikten mahrum kalan erkeklerin öfkesinden doğan bir politik hareket değil. Günümüzdeki kadın düşmanlığı, yukarıdan, yönetenlerden, sermaye sahiplerinden, hükümetlerden yasa, yönetmelik ve uygulamalar yoluyla topluma dayatılan bir düşmanlaştırma politikasının sonucu.
Errkekler kadınları neden öldürüyorlar sorusunun ilk ve yalın yanıtı şu; çünkü öldürebiliyorlar. Errkeklerin kadınları “gönül rahatlığıyla” öldürebilmelerinin nedeni handiyse öldürmeye, tecavüz etmeye, şiddet uygulamaya teşvik edilmeleri. Devlet ve kurumlarının ve ideolojik aygıtlarının elbirliğiyle kadın düşmanlığını kışkırtacak uygulamarı sürdürmeleri.
Soruşturmaların yeterince hızlı ve etkin olmaması, önleyici uygulamaların baştan savma yapılması, yetersizliği, mahkeme süreçlerinin yıllara yayılması ve en önemlisi ceza indirimleri, iyi hal indirimleri, denetimli serbestlik, af vb. müdahalelerle “cezasızlığın” norm haline getirilmesi. Kreşten, anaokulundan başlayarak kadın ve erkeklerin ayrılmasına çalışılması, okul eğitimi boyunca cinsiyetlerarası biyolojik farkların üstünlük ve hiyerarşi olarak öğretilmesi, kadının istihdam alanından sistematik olarak uzaklaştırılması, üç cocuk doğurma baskısı, annelik ve süt izinlerinin işe geri dönmeyi zorlaştıracak şekilde istismar edilmesi, işyerinde kreş bulundurmama, boşanma ve nafaka haklarının kısıtlanma girişimleri, kadın, kadın bedeni ve cinselliğin errkeğin tüketimine arz edilen meta formuna dönüştürülmesi, alfa erkek, delta erkek gibi errkeklerarası hiyerarşinin kışkırtılması; say sayabildiğin kadar.
Kadın düşmanlığı ne sadece psikiyatri disiplininin tek başına konusu, ne de erkekleri eğiterek ortadan kaldırılabilecek bir “problem”. Kadın düşmanlığı tavandan tabana dayatılan bir politik hareket. Kadın düşmanlığı ile mücadele de politikleşmiş bireylerin politik mücadele alanı ve daha önemlisi, tabandan başlayıp yaygınlaşarak tavana doğru ve tavana karşı yürütülmesi gereken bir politik hareket. Kadınların liderliğinde ama hep birlikte.