İnsan olmanın müthiş ağırlığını duymak zorunda kaldığımız her gün gibi bugün de aslında bir irade savaşı veriyoruz

Ölerek de olsa barışacağız

> ZİHNİ BAŞSARAY zihnibassaray@gmail.com

Kuru ve kibirli sesiyle gelip hayatın ortasına bir kez yerleşti mi kalkmaz ölüm. Kara bir bulut gibi demircinin tavına, konuşanın sesine, yazanın kalemine konuverir. Her ölen mezara kendinden fazlasını götürür. Artık bu coğrafyada ne yazık ki ömründe savaş görmemiş, silah tutmak bile istememiş insanlar da “şehit” olabilir. Bu topraklarda çocuklar, sakallı askerler gibi ölebilir.

Biz yenilirdik. Eğer tüm bu olan biten içeriside Meryem Anne olmasaydı, barış özlemini evladının özlemiyle bir tutmuş bir kadının gücüne bunca inanmasak elbet yenilirdik. Yenilmeyeceğiz. Çünkü biz barış inancını iki çocuğunu savaşa vermiş bir kadından öğrendik.

İhanetin bir dibi yokmuş, bilemedik. Giden canlar hepimizin derken, canınız çıksın diyenlere hala şaşırıyoruz biz. Zamanında fazla Yeşilçam izlediğimizden olsa gerek, biz kötülüğü yanlış adamlarda gördük, kötülüğü bile fazla iyi bildik. Bunca kötülüğü idrak bile edemezken bunca kötülükle beraber yaşamak zorunda kaldık.

Her şeyin, ölümün bile anlaşılır bir tarafı var. Yok olmak, toprak olmak, gitmek ve dönmemek. Tüm bunları bir yaşam içinde anlayıp sindirebiliyor insan. Bunu sindiremiyorum. Bir güvercinin kafasını eliyle koparamayacak tıynetteki kimse bunu sindiremiyor. Herkesin kendini yerine koyabileceği bir katliam bu. “Barış isteyen yüzbinlerce kişi.” Üstelik öyle her şeyi göze alacak bir cesaret gerektiren yolculuklardan değil. “Ya gidelim işte. Hem arkadaşları görürüz, hem de bir akşam Kızılay’da takılırız” denen yolculuklardan. Hem de Türkiye’nin başkentinde.

İnsanın yaşama inancının boşa düştüğü anlar bunlar. Öyle büyük cümlelerin altında eziliyor ki ağıtlarımız, gerçeklik öyle ısırıyor ki göğsümüzü afallıyoruz. “Canlı var mı canlı” cümlesinin gerçekliği, büyüklüğü, aczi, vicdanı, altında ezilmez mi insan? “Yaşamaktan utanmaya” utanmaz mı? Katliamın olduğu günden beri yine başladı “burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” hikayesi. Keşke şu cümle 53 değil de 170 karakter olsaymış. Bu ülkede biz ölüyoruz ve burası bizim ülkemiz. Topyekün barış umuduyla yola çıkan ve bu uğurda can veren insanlardan geri kalanı bir Tezer Özlü cümlesine sıkıştırmak ayıptır.

Biz yenilirdik. Bin katliamdan damıtılmış öfkemizi, bin çiçekten arınmış gövdemizi, pınara su içmeye inen ceylanın neşesini çoktan silerdi katiller. Dünya yansa para edecek malları yağmalamaya bakacak insanlara karşı yangın yerinde yaşamak kolay değil. Eğer “öle öle barışacağız, göreceksiniz” diye bir cümle hiç söylenmemiş olsaydı elbette yenilirdik. Yenilmeyeceğiz. Çünkü biz yaşamak isteğini, kendinden sonrakilerin barış içinde yaşaması için ölümü göze alan insanlardan öğrendik.

Ne gülmek devrimci bir eylem, ne de bir kenarda beklemek. Üretmek. Sahibi gitmiş bir hayalin ortaklığında, bir mücadelenin aydınlığında, bir özlemin en soğuğunda üretmek. Galiba bize düşen en önemli görev bu. Yangın yerinde yaşamak nefes almaktan ibaret değil yani. Hayatın her alanında, günün her anında gittiğimiz her yere yaşamı götürmek zorundayız. Ölenlerin matemini emeğimize, irademize, öfkemize katmak zorundayız.

İnsan olmanın müthiş ağırlığını duymak zorunda kaldığımız her gün gibi bugün de aslında bir irade savaşı veriyoruz. Brecht, “Eğer Köpek Balıkları İnsan Olsaydı?” başlıklı bir metninde köpekbalıklarının insan olduğu takdirde küçük balıklara nasıl davranacağını anlatır. Eğer bir düşman olacaksa, onurlu olsun. Böylesine ahlaksız, pespaye, vicdansız, cahil, riyakar bir zamanda köpekbalıkları insan olsaydı muhtemelen intihar ederlerdi. Biz edemeyiz. Çünkü köpekbalıklarının arkadaşlarını en güzel hayallerinden vurmadılar. Bizim arkadaşlarımız en güzel hayallerinden, ay ışığında beyazlamış sevgilerinden vuruldular. O hayalleri gerçekleştirmek boynumuzun borcu.

Aslında bunca ölüme, bunca baskıya, bunca üzüntüye dayanamaz yenilirdik.

Ancak bir ekmeği, tütünü paylaşmayı tek içmekten üstün tutanın kavgası ilk acıktığı anda dostunu yiyecek tıynette bir ahlaksızlığa yenilir mi hiç?

Barış uğruna yürüyenler katledildikten bir gün sonra Türkiye’nin her yerinde korkmadan sokağa çıkan insanların iradesi, mide bulandıracak bir iradesizliğe yenilir mi?

Beşere karşı insan,
Nefrete karşı sevgi,
Masumiyet,
Vicdan yenilir mi?

Gece zifiri karanlık olsa da güneş hiç yenilir mi?