Olmak ya da simülasyon olmak
İnternette bazen “Yaşadığımız evren aslında bir simülasyon mu?” konulu tartışmalara rastlıyorum. Belki fizik ve kozmoloji gibi alanlarda kullanışlı bir argüman olabilir, ama bunun felsefi ve sosyolojik açıdan çok mantıklı ve gerekli bir tartışma olmadığını düşünüyorum. Çünkü yaşadığımız hayatın simülasyon olmasıyla olmaması arasında varoluşsal bir fark yok; hatta ezen-ezilen, sömüren-sömürülen çelişkisi bağlamında, maddi diyalektikten koptuğu için kavram daha da gereksizleşiyor.
Bundan 40-50 yıl önce simülasyon dendiğinde sadece uygulamalı eğitim araçları akla gelirdi. Örneğin pilotluk gibi karmaşık teknoloji kullanımı gerektiren alanlarda, adayların eğitimi için kokpit biçiminde tasarlanmış kabinlerde simülasyon teknolojisine başvurulurdu -hâlâ öyle yapılıyor. Sonradan, kavram gündelik dilde daha çok kullanılır hale geldiğinde, simülasyonun aslında uzun süredir uygulandığını ve çoğunlukla da militarist bir araç olduğunu gördük; NATO üyesi ülkelerin tatbikatlarında savaş simülasyonları yapıldığını, özellikle Soğuk Savaş döneminde “Ya Sovyetler Birliği ABD’yi işgal ederse?” gibi başlıklarla üretilmiş senaryoların simüle edildiğini öğrendik.
Fransız filozof Jean Baudrillard’ın modernist gelişme tarihine yönelik eleştirilerinde simülasyon kavramını kullandığını görmemiz, eXistenZ ve Matrix gibi yaratıcı filmlerde simülasyon kavramının çarpıcı versiyonlarıyla karşılaşmamız daha sonra oldu.
∗∗∗
Simülasyona ‘mış gibi yapmak’ da denebilir. Ama ‘uçak kullanıyor-muş gibi yapmak’la ‘düşmanlarımız bize saldırıyor-muş gibi yapmak’ arasında dünyalar kadar fark var. İlki bugün bilgisayar oyunları piyasasında kendine ait bir rafa sahip olurken, ikincisi neo-liberal politikaların ördüğü anti-komünist paranoyalar üstünden kanlı bir tarih yazım aracına dönüştü. NATO üyesi ülkelerde oluşturulan kontrgerilla örgütlerinin hepsi bu ikinci türdeki simülasyonların sonucudur.
Türkiye yakın tarihinde, Özel Harp Dairesi’nin örgütlediği 6-7 Eylül Pogromu’ndan Çorum ve Maraş katliamlarına dek birçok faşist kıyımın ve politik suikastin ikinci tür simülasyon kaynaklı olduğu biliniyor artık.
Anti-komünist simülasyonda kontrgerilla örgütleri yapılandırılırken, her ülkenin kendi faşizan potansiyelinden yararlanılıyordu. Türkiye’de kontrgerillanın en kullanışlı aracı, kendilerini ‘ülkücü’ ve ‘bozkurt’ gibi isimlerle tanımlayan MHP tabanıydı. Ökkeş Şendiller (Maraş Katliamı sırasındaki adıyla Ökkeş Kenger), Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca, Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı gibi kişiler, Özel Harp Dairesi ve MİT tarafından pek çok kanlı operasyonda, başta sosyalistlere, ardından da genel çerçevede ‘sünni-Türk olmayan’ tüm unsurlara karşı kullanıldı. Başta Abdullah Çatlı olmak üzere bu kişilerin çoğu, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından dolayı hakkında uluslararası yakalama kararı olan teröristlerdi. Gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren ülkücü katille San Pietro Meydanı’nda Papa’ya ateş edenin aynı kişi olmasını sağlayan dehşetli bir terör ağı*...
ABD-NATO merkezli simülasyon oyunlarının baş aktörlerinden Abdullah Çatlı Susurluk Skandalı’nın ortaya döküldüğü kazada öldüğü zaman, bu simülasyon oyunlarıyla hesaplaşmak için bir fırsat ortaya çıkmıştı. Ama olmadı... O günün iktidarı çıkıp “Bu millet uğruna, bu ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için her zaman saygıyla anılır, şereflidir.” (Tansu Çiller) diyebildiği için; ülkenin Gezi öncesi en müthiş kitlesel eylemlerinden biri olan “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” eylemini “Gulu gulu dansı yapıyorlar” diyerek aşağılayabildiği, yıllar sonra da bu sözlerini “Milli menfaatlerimizi hiçbir zaman hesaba katmıyorlar. Kime alet olduklarının farkında değiller. O sebepten dolayı, ne olduğunu bilmeden yaptıkları bir hareket. Gulu gulu dansı, zencilerin yaptığı danstır. Zenciler de kültürsüzdür, bilgisizdir.” (Necmettin Erbakan) diyerek savunabildiği için, Türkiye bugünkü sıkıntılarını yaşamaya devam ediyor -emin olun, Nevşehir’de bir meydana uluslararası bir teröristin adının verilmesi, bu sıkıntıların en küçüğüdür.
Ve ne yazık ki bu hiç de simülatif bir durum değil.
*Uğur Mumcu’nun Ağca Dosyası ve Papa-Mafya-Ağca adıyla kitaplaşan muhteşem araştırma dosyalarında bu isimlerin uluslararası bağlantıları kanıtlarıyla gözler önüne serilir.