Ölümüne gazete almak!
Gazete almak, okumak, artık başka formları olan bir mecradan “bilgi” edinmek “ölüm-kalım meselesi” olabilir. Bu bir gazeteci abartısı değil, inanın. Hayatın kritik eşiklerinde, doğru bilgiye sahip değilseniz, eşiğe takılır tepe taklak olursunuz!
Şimdi Suriye’de “muhalifler” tam gaz Şam’a ilerlerken de doğru haber almak, tüm çatışma dönemlerine olduğu gibi yaşamsal önemde.
“Muhalifler”i özellikle tırnak içine aldım ki; bizim iktidar yanlısı medya Türkiye dışında birileri için nasıl da sevimli bir tınıyla kullanıyor görelim!
Muhaliflik de değil, her koşulda doğru haber vermeyi dert edinenlerin başına gelmeyen kalmıyor.
Her gün göz atmazsam eksik hissettiğim gazetelerden biri İsrail’in Haaretz’i. Ülkesi savaştayken, savaşın karşı tarafına da gazetecilik ilkelerinden sapmadan yaklaşan kaç gazete vardır, bilmiyorum. Sadece gerçeğe bağlı kalmaya çalıştıkları için Netanyahu’nun hedefindeler.
1 Aralık’ta “Netanyahu hiçbir zaman gazetemizin haberlerini ve işgal, ilhak politikalarına, Filistin haklarının genel olarak reddedilmesine karşı olan güçlü duruşumuzu sevmedi. Şimdi ise siyasi yardakçıları bizi itibarsızlaştırmak ve mali olarak boğmak istiyorlar – ancak hükümetin hedefinde olan sadece biz değiliz” dediler. Onların boğulması “demokrasi”nin de katli anlamına geleceği için!
Netanyahu’nun anayasal düzeni radikal bir şekilde değiştirme ve ülkenin kırılgan demokrasisini otokratik bir teokrasiye dönüştürme planıyla toplumu parçaladığını anlatıyor, 7 Ekim Hamas saldırısından önce de “Filistinlilere baskı uygulayarak itaat ettirme politikasının felakete yol açacağı ve bir sonraki sürpriz saldırının köşede bekliyor olabileceği” uyarısı yapıyorlardı.
Sonra Gazze’de, tüm diğer medya gibi kendi kayıplarını, rehineleri, ailelerin durumunu haberleştirdiler ama onlardan farklı olarak diğer tarafta neler olduğunu da anlattılar: “…masum sivilleri öldürmek, mahalleleri boşaltmak ve yok etmek, kuşatma altındaki Filistin nüfusunu umutsuz, sefil mültecilere dönüştürmek gibi eylemlere de yer verdi”ler.
Hava saldırılılarının sivil kayıplarını askeri bir jargonla “yan hasar” olarak aktarmayı reddedip, İsrail askeri operasyonlarının kurbanlarını da isimleri ve hikayeleriyle anlattılar. “(Askerlerimiz) Ateş ederlerken sus!” diyen meslektaşlarına inat, savaş suçlarını gördüklerinde savaşın sonunu beklemeden seslerini yükselttiler. Gazze’ye “Etnik temizlik” dediler.
Bu yüzden “Düşmana yardım etmekle suçlandılar” ve şimdi “Seçildik ve rejim değişikliği de yapabiliriz” diyen bir iktidar tarafından boğulmak isteniyorlar. Ancak, korkmadıklarını, yılmadıklarını haykırarak, “İnsan hakları ve sivil haklar için mücadele etmek, hükümetin yanlışlarını ve savaş suçlarını ortaya çıkarmak konusunda eleştirel görevimize bağlı kalmaya devam edeceğiz” diyorlar.
“Bu bizim görevimiz – özellikle de İsrail savaş halindeyken” diyebilen bir gazetecilikle!
Böyle gazetelerle okuyucuları arasında “ölümüne” bir bağ oluşuyor. Hafta başında Yaşar Aydın yazmıştı. Kocaeli’de Osman Bahçeli öğretmen, ölümün yaklaştığını hissettiği günlerde, ailesini ve arkadaşlarını yanına çağırarak, ölümünden sonra da aksatmadan her gün gazetesini aldığı büfeden BirGün almalarını vasiyet etmiş!
Ölümüne gazete almak dediğim bu! Bizi yaşatan, güç veren de bu bağı hissetmek!
Aile büyüğümüz ve “iyi abi” anlamında “Eycâbi” dediğimiz abim de aksatmadan BirGün alanlardan. Geçenlerde Kuşadası otobüs terminalindeki büfeden gazeteyi aldıktan sonra, büfedeki genç “Vaay abim” diye seslenmiş. “Demek sen de BirGüncüsün. Siz bambaşka insanlarsınız ya!” Gencin çay ısrarını otobüse yetişmesi gerektiği için kabul edememiş Eycâbi.
Osman Öğretmen’in öldükten sonra da gazeteyi alması, Eycâbi’ye BirGün aldı diye ikram edilen çay ve İsrail’de direnen Haaretz…
Bir gün mutlaka kazanılacaksa, bu dayanışma ve direnç sayesinde olacak!