Varsayalım ki enkaz kaldırılırken ölü bedenler tek tek ortaya çıkarıldı, neden halen binlerce kayıp başvurusu var? Acaba enkaz molozları arasındaki bedenler, birer eşya olarak düşünüldüğü için doğrudan döküldü mü?

Ölüsü Bulunmayan Mezarlar Cumhuriyeti

NURULLAH YILDIZ

Ölen kişinin bedeninin gömülme ritüeli çağlar öncesinden beri insanlar tarafından devam ettirilen bir faaliyettir. Bunun çoğu toplumlarda dinsel ve kültürel bir gelenek olarak devam ettirildiği biliniyor. Hijyen, temizlik, sağlık gibi nedenler çok fazla bu alışkanlığın kazanılmasında önemli faktör değil gibi anlatılır. Belki de ilk gömülen insanın bedeninin çürümesine karşı bir tutum gereği toprak altına saklandığı düşünülebilir. Arkeolojik çalışmalar bize 100 binyıl önce eski Mısır ve İsrail’de de Neandertal’in toprak altına gömüldüğünü kanıtlamıştır. Bunlar istekli birer girişim miydi bilinmez fakat bu eylemin bize bir miras olarak kaldığı kesin. Mısır’da ise ölülerin kendine ait olan tüm eşyalarla birlikte gömüldükleri de bilinen bir gerçektir. Fakat tektanrılı dinlerde bu uygulamayı görmüyoruz.


Ölüm

Ölüm, insanın tek başına yaşadığı bir deneyimdir. Bunu aktaramaz, anlatamaz, nasıl olduğunu hatırlayamaz. Ölüm üzerine çalışan antropolog Louis-Vincent Thomas, ölüm hakkında şöyle yazıyor: “Biz var olduğumuz sürece ölüm yoktur. Ölüm oradayken, artık biz yokuzdur.” Thomas’nın da dediği gibi, “biz varsak ölüm yoktur!”

Her bir tanıdığın ölümü, bize kendi ölümümüzü hatırlatır. Bir deneyimleme olarak birey kendi tanıdığı birey üzerinden ölüm hakkında sorgulamaya koyulur. Ölüm konusu her zaman evrenselleştirilir ve daima bir tabu olarak kalır. İnsanların bu konu hakkında konuşmaması olağandır. Çünkü konu hassas bilgi ise sınırlıdır. Deneyimsiz olduğumuz tek evrensel konu, ölümdür!

Beden

Ölen her yakın, beden olarak gömüldüğünde ölmüş kabul edilir. Öldüğü düşünülen (kaldı ki beden ortada yoksa öldü denilemez) kişinin bedeninin yokluğu, ölümü ikiye katlar. Ölüye son yolculuğunda refakat etmek isteyen yakınlar için, onun bedeninin bilinen bir yere gömülmesi sadece bedene karşı olan bir ödev değil, aynı zamanda onun yasını tutacaklar adına da elzem bir gerçekliktir. Çünkü yokluğun içinde ölümden bahsedilemez! Var olmayan bir beden, öldü olarak kabul edilemez!

Artık hareket etmeyen, tepki vermeyen bedenle karşılaştığımızda, artık onun için bir son olduğunu, onun ölü olduğunu düşünürüz. O beden ölü ise, artık bizim düşünce dünyamıza giremez ve onun hakkında düşünürken artık onun tepki vermeyeceğini kodlarız. Bu mevzunun gerçekleşebilmesi için, bedenin ölü ve suskun halinin son kez görülmesi çok önemlidir. Bu son karşılaşmayı aslında önce heyecan, telaş ve sırasıyla korku takip eder. Bu eylemlerin sonunda kabullenme süreci başlar.

Ölüyü görmek, bize ölümün gerçekliğinden emin olmamızı sağlar. Artık “bu doğru değil, o ölemez” şüphesi ortadan kalkar ve kabul edilmesi imkânsız olan değişim süreci, yani bireyin var olduğundan yok olacağına dair kanı kesinliğe ulaşır. İmkânsızlık artık yoktur! Artık öykü değişmiş, ölünün içinde bulunduğu grup, topluluk, aile kendi öyküsüne bir kişi eksik devam etmek zorunda kalacaktır. Psikolojik düzeyde ise ölüm gerçek bir duygusal değişimdir. Bu değişimin gerçekleşmesi için bedenin, ölü bedenin varlığı büyük önem taşır.

Son görev: Gömme

Ölü olduğu artık bilinen ve gömülmesi gereken beden somut olarak karşımızda yer aldığında, onu son kez görür ve son görevlerimizi yerine getiririz. Bu çeşitli dinsel ritüeller, kültürel ve geleneksel ritüeller, ideolojik yahut politik tavırlarlalar da olsun, bir biçimde beden gömülecek, yakılacak ya da kadavra olarak kalacaksa bile, bu son görev sadece ölüye saygı değil, ondan son olarak kesin kopuşu temsil eder. Bir bedenin ölü olarak ortada bulunması, geride kalan için zorunluluğa yakın bir ayrılış biçimidir.

Farklı toplumlarda, ölülere çeşitli misyon biçildiğini biliyoruz. Bazen şefkat, bazen kabullenme fakat daima kolektif bir eylemlik görüyoruz. Ölülere karşı yapılacak son görev her toplumda halka açık olarak gerçekleşir.

Bir yakınını kaybetme duygusu kabullenilmesi zor bir durumdur. Bu kabullenme süreci uzun zaman alır. Yas süreci ise bedenin gömülme eylemi gerçekleştiği takdirde yaşanmaya başlar. Farklı kategorik aşamaları olan yas süreci herkes için aynı yoğunlukta ya da aynı süre içerisinde gerçekleşmez.

Bazı koşullarda, bedenin bir uzvu bir parça et, kemik yahut bir eşya bile beden olarak rol oynar. Örneğin bir savaş alanından kurtarılmış kopmuş bir bacak, yakınlar için bir beden niteliği taşır ve o parçanın gömülmesi bile ölümü kabullenme sürecine katkı sunar. Bu parça aracılığıyla ölü gömülmüş ve arkadan gelenlere ölen bireyin yeni adresi aktarılmış olur.

Beden ortada yoksa?

Konuyu buraya taşıyabilmek için yukarıda aktarılan bilgiler, aslında ortada olmayan beden sonrası gerçekleşecek toplumsal kopuşları anlatabilmek için yazıya sıkıştırılmış bilgilerdi. Buradan yola çıkarak, Türkiye’yi yasa boğan, binlerce yurttaşımızı kaybettiğimiz, binlercesinin göçük altında kaldığı ve enkaz çalışmalarında bulunamadığı, milyonlarca insanın ölülerini bile geride bırakarak bölgeden ayrıldığı deprem ve ardından gelişen ölümlere dair konuşmamız gereken zaman dilimine girdiğimizi duyurmamız gerekli. İktidarın “şimdi susup birlikte fotoğraf verme zamanı” dediği o hassas süreç bitti! Çadırlar hâlâ deprem bölgesine ulaştırılamadı, kentler yerle yeksan olmuşken, tek ayakta kalan şey afet sonrasını organize edemeyen kurumlardı! Ne bir istifa ne bir özür geldi! Toplu mezarlar ise bu depremin çekilen tek toplu fotoğrafı oldu!

Konu ölüm olunca, yukarıda sözü edilen beden çok önemli hale geliyor. Depremde enkaz altında kalan binlerce insan ilk üç gece boyunca çığlıklarla yardım istemiş, enkaz çalışmaları başlayamadığı için çığlıklar eşliğinde can vermişlerdi… Şimdilik resmî olarak açıklanan 47 binden fazla yurttaşımızın hayatını kaybettiğini biliyoruz. Enkaz kaldırma çalışmaları başladığında ise, 12. güne kadar hâlâ kurtarılan bedenler söz konusuydu. Fakat 14. günden sonra süren çalışmalar artık kepçe operatörlerinin moloz temizliği yapma çalışmasına dönüştü. Kepçeler avuçladıkları enkazı derhal kamyonlara boşalttı kimse içinde ne olduğuna bakamadı!

“Bir kepçenin avuçladığı moloz yığını içinde insan bedeni nasıl görülmezmiş?” diyenler olacaktır. Çünkü bu kişiler asla bir kadavrayla karşılaşmamıştır yahut ölünün son tuvalet temizliği olan yıkanma ritüelinde bulunmamışlardır.

Varsayalım ki enkaz kaldırılırken ölü bedenler tek tek ortaya çıkarıldı, neden halen binlerce kayıp başvurusu var? Acaba enkaz molozları arasındaki bedenler, birer eşya olarak düşünüldüğü için doğrudan döküldü mü? Ya da bölgede bulunan gazeteciler neden moloz taşıyan kamyonlar yanlarından geçerken nefes almakta zorlandılar? Bu sorular tabii ki yanıt bekliyor fakat esas konu bedeni ortada olmayan ölüler!

“Ölüsü Bulunmayan Mezarlar Cumhuriyeti” böyle doğdu. Bir gece yarısı 10 kent yıkıldı, binlerce insan ölümü karanlık altında buldu, pek çoğu ölüme çığlıkla koştu, diğerleri tam kurtarılacakken bedenleri soğudu. İşte “Ölüsü Bulunmayan Mezarlar Cumhuriyeti” moloz yığınları arasında çöpe dökülen insanların yaşadığı yer olarak anıldı. Binlerce insan içinde beden olmayan mezarlara koştu.

Artık, ölüsünü bulamayanlar eskiye dönemeyecek! Söylemesi iç burksa da artık onlar için kaybettikleri yakınları daima bir yerlerde onları seyrediyor olacak! Gömülmeyen beden, asla huzur bulamayacağı düşünüldüğü için, hayal meyal ortada belirecek! Bedeni gömülmeyen yakını adına hayıflanan her yurttaş, bu Cumhuriyet’ten alacaklı olarak yaşamına devam edecek! Bir beden alacaklısı! Bir mezar, bir bedeni daima bekleyecek!

Kaynakça:
Le Berre, R. (2022). Le deuil: traverser la rupture, vivre la continuité. Jusqu’à la mort accompagner la vie, 150, 37-46.
Yves (2022). Mon cheminement de deuil. Jusqu’à la mort accompagner la vie, 150, 73-75.
Pierron, J. (2002). Rites funéraires et poétique des éléments : une métaphysique de la poussière?. Études sur la mort, 121, 73-83.