Önce AYM şimdi YSK: Taktik mi strateji mi?
İktidarın AYM ve YSK’ye dönük müdahalelerini ‘anlık çıkış’ ya da ‘taktik' olarak okumak doğru değil. Bu süreç seçimlere kadar uzanacak stratejinin bir parçası.

Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beğenmediği bir AYM kararı sonrası “saygı duymak zorunda değilim” demesi ile başladı. Sonra Bahçeli “Kapatalım” dedi. İlk önceleri siyasilerin kamuoyuna yönelik anlık çıkışları olarak okundu. Ama özellikle Can Atalay sürecinde meselenin o kadar basit olmadığı ortaya çıktı. Hatırlanacağı gibi AYM, 25 Ekim 2023 tarihinde Can Atalay'ın "seçilme ve siyasi faaliyette bulunma" ve "kişi hürriyeti ve güvenliği" haklarının ihlal edildiğini belirterek dosyanın ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verdi. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin kendisine gönderdiği kararı değerlendirmesi için dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ne gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 Kasım 2023 tarihinde, Can Atalay hakkında kesinleşmiş hüküm verdiğini ve AYM'nin yetkisini aştığını söyledi. Oysa karar TBMM Genel Kurulunda okunmamıştı. Bu yetmezmiş gibi Anayasa'yı ihlal ettikleri gerekçesiyle 9 AYM üyesi hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Yılan hikayesi gibi süren sürecin sonunda TBMM başkanı Kurtulmuş sayesinde Can Atalay kararı okundu ve vekilliği düşürüldü.
Bu mesele bir milletvekili üzerinden şekillenmiş gözükse de asıl amaç iktidarın ayağına dolanan AYM'yi işlevsiz kılmaktan başka bir şey değildi. Nitekim bu olaydan sonra da AYM'nin aldığı birçok karar ya görmezden gelindi ya da arkasından dolanılmaya devam edildi. AYM belki kapatılmadı ama artık bir işlevinin kaldığından bahsetmenin de pek olanağı kalmadı. Şimdi benzer bir süreç YSK için deneniyor. CHP kurultayına ilişkin YSK'nin defaatle verdiği kararlara rağmen bir yerel mahkeme eliyle süreç kilitlenmeye çalışılıyor. CHP yönetimi adeta satranç oynar gibi her hamleye karşı bir hamle yapmak durumunda kalıyor. Yerel bir mahkemenin bu kadar önemli bir konuda üstelik konu seçim olmasına rağmen böyle bir irade göstermesi hiç kuşku yok ki iktidardan bağımsız değil. İktidar şimdilik AYM'ye karşı aldığı pozisyonu YSK'ye karşı almış değil. Ama bu durum ileride buna yeltenmeyeceği anlamına gelmiyor. YSK artık açık hedef haline gelmiş durumda. Her kararı tartışılır hatta iğdiş edilebilir bir kurum haline getirilmeye çalışılıyor. Uydurma 'Ahmak' davasıyla İmamoğlu'na siyasi yasak getiren YSK dokunulmazlığı iktidar cenahı için hiçbir anlam ifade etmiyor. Yüksek yargı üzerinden devam eden bu tartışma hiç kuşku yok ki iktidarın Türkiye için uygun gördüğü gelecek tahayyülünden bağımsız değil. Kendisine bağlı bir yargı eliyle ülkenin hemen her şeyini dizayn etme gücüne sahip olmayı istiyor. Buna seçimler dahil. Yıpranmış, kararları sorgulanan hatta uygulanmayan bir YSK'nin yöneteceği bir seçimin başına neler gelir bir düşünün. Çok açık iktidar yüksek yargıyı yıpratarak bunun zeminini yaratmaya çalışıyor. Bu yüzden AYM ve YSK'ye Saray efradının eleştirilerine 'anlık çıkış' ya da 'taktik' olarak değil ucu 2028 seçimlerine kadar uzanabilecek bir strateji olarak görmekte fayda var.
CHP İstanbul İl Kongresi ya da Genel Merkez Kurultay'ına ilişkin YSK kararlarına rağmen yerel mahkemenin aldığı tutumuna ilişkin verilecek reaksiyon son derece önemli. Sadece bugünü değil gelecek seçimlerin kaderini belirleyecek nitelikte. YSK eliyle başardığı 'ıslak imza' ve 2019 İBB seçimlerini akılda tutup üzerine bugün olan biteni eklemek gerekiyor. O yüzden sandık gününü beklemek ve oradan demokratik bir sonuç çıkacağını ummak muhalefet güçlerinin yapacağı en büyük yanlış olur. Açık ki iktidarın hamle yapmakta elini titretecek tek şey örgütlü bir halk direnişinin varlığı olacak. İktidarın yargı stratejisini boşa çıkaracak yegane şey de ancak bu olacak.


