“Onurlu yaşamak meselesi bu”
Fethullah Gülen’in, “mezardakiler bile ‘evet’ oyu kullansın” dediği 2010 Anayasa değişikliği referandumuyla ilgili dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Eylül ve vesayetçi anlayışla hesaplaşılacağını söylemişti. Erdoğan, “Bu ülkede bir daha darbelerin yaşanmaması, demokrasinin kesintiye uğramaması için” ‘evet’ kampanyası yürütüyordu. Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hakimler-Savcılar Yüksek Kurulu’nu yeniden yapılandırmayı içeren 2010 Anayasa değişikliği taslağı halk oylamasına sunuldu. ‘Evetçi’ iktidar, bürokratik vesayetin kaldırılacağını söylerken, ‘hayır’ cephesi AKP’nin yargıyı tamamen denetimi altına alacağı konusunda uyarıyordu. Sandıktan ‘evet’ çıktı. Erdoğan, sürece destek veren ‘okyanus ötesinden kardeşlerini’ kutladı ve teşekkür etti. Bundan sonra demokrasi ve temel hürriyetlerin kuvvetleneceği iddia edildi. Ancak 2016 yılında Cemaat, kanlı bir darbe girişimiyle yönetime el koymaya kalktı. Ardından tartışmalı kayyım uygulamaları başladı. 2010’un devamı niteliğindeki 2017 referandumuyla da mühürsüz oylar sayılarak Türkiye’de rejim değişikliğine gidildi.
∗∗∗
Referandum sonrasının en tartışmalı görüntülerinden biri, 30 Ağustos resepsiyonunda dönemin AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın, Erdoğan’ın önünde eğildiği fotoğraf olmuştu. Daha önce de dönemin Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, Erdoğan’ın karşısında düğmesiz cübbesini iliklemeye çalışmıştı. Güngör, yargının taraflı olduğunu reddetmiş ve “Yargı şimdiye kadar hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı” demişti. 2019 yılında Adli Yıl Açılış Töreni’nin sarayda düzenlenecek olmasına tepki gösteren, başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere, 50’den fazla baro, bunun yargının yürütmeye biat etmesi anlamına geleceğini söyleyerek törene katılmama kararı aldı. Ancak o dönem Metin Feyzioğlu’nun başkanlık yaptığı Türkiye Barolar Birliği (TBB) aksi yönde karar aldı. Feyzioğlu, kendisini eleştiren avukatlara “Tuzu kuru olanların ne dediği önemli değil” diye cevap vermişti. 2021 yılındaki TBB başkanlık seçimlerini kaybeden Feyzioğlu oldu. Kazanan ise, hükümetin baroları bölme planı olan ‘çoklu baro’ düzenine karşı çıkan Erinç Sağkan oldu. Feyzioğlu bugünlerde TC Prag Büyükelçiliği görevini sürdürüyor. Avukatlar, savunma hakkı ve hukukun üstünlüğü için, gerek tutuldukları cezaevlerinde gerek mahkeme salonlarında mücadele etmeye devam ediyor.
∗∗∗
İstanbul Barosu, 65 bin üyesiyle yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük barosu. Önceki gün avukatlar, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararıyla, İstanbul Baro Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu ve yönetim kurulu üyelerinin görevden alınmasını protesto etmek için “İşte Taksim, işte direniş” sloganlarıyla İstiklal Caddesi’nde yürüdü. Baro yönetimi, “basın yayın yoluyla terör örgütü propagandası yapmakla” suçlanıyor. Sebep, 21 Aralık 2024’te yapılan bir sosyal medya paylaşımıyla, gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in Suriye’de öldürülmesiyle ilgili olarak etkin bir soruşturma yürütülmesini talep etmek. Baro, konuyla ilgili uluslararası sözleşmeleri hatırlatarak, çatışma bölgelerinde basın mensupları ve sivillerin hedef alınmasının suç olduğuna dikkat çekmişti. Avukatlar, taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini söylüyor. Hukuk sisteminin olmazsa olmazı, ceza muhakemesinin amacına ulaşabilmesinde bir zorunluluk sayılan savunma hakkı, bizzat temsilcilerinin hakkı çiğnenerek engelleniyor. Savunma hakkı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer aldığı gibi bir insan hakkıdır. TİP Milletvekili Avukat Can Atalay hakkında verilen AYM kararını tanımayarak, iktidarın rafa kaldırdığı Anayasa’da da savunma hakkı açıkça düzenlenmiştir: “Herkes, yargı mercileri önünde savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
∗∗∗
2010’dan başlayıp bugüne kadar gelinen süreçte yargı adım adım iktidara teslim edildi. 2017’de değişen rejimle de, meclisin yasa yapma yetkisi daha çok cumhurbaşkanlığı kararnamelerine bırakıldı. Devleti ayakta tutan şüphesiz ki hukuktur ve bunu en iyi hukukçular bilir. Savunma hakları engellenen ve mesnetsiz iddialarla hapsedilen avukatlarla birlikte halkın savunma hakkı gasp ediliyor. Savunma yoksa, yargılama da yoktur. Hapisteki hukukçulardan biri, Soma davası avukatlarından Selçuk Kozağaçlı. Yıllar önce hepimize haklı bir soru sormuştu: “Ne için yaşıyoruz? Gelecek yok. Hukuk yok. Anayasa yok. Bu yaşamak çok kutsal öyle mi? Öyle değil. Yaşamın kendisi değil kutsal olan. Kutsal olan adil bir yaşam. Kutsal olan onurlu bir yaşam. Onurlu yaşamak yaşamamak meselesi bu.” Artık cevap vakti.