Ormanlarımızdan elinizi çekin!*
İklim değişikliği ile azalan su varlıkları tehdit altında. Dünyanın toplam su varlığının (1,4 km küp) sadece %2,5 oranında tatlı su olduğunu ve bu miktarın da sadece %1 oranında içme suyu olduğunu biliyor muydunuz? Kişi başı su tüketimi oranlarına göre 1700 – 1000 m küp aralığında su sıkıntısını işaret eden tehdit çanları çalmaya başlıyor. 1000-500 m küp açıkça su kıtlığına işaret ederken 500 ve altı ise kırmızı alarm demek! 1960’lar çok geride kaldı değil mi? Aslına bakarsanız o kadar da değil. Örneğin 1960 yılında henüz ben yoktum bu dünyada. İşte o yıllarda kişi başı su tüketimi 4000 metre küplere yakınken 2020 yılında bu oran 1359 m küpe düşmüş durumda. Aradan geçen son beş yıl bu düşüş oranının istatiksel olarak doğru orantılı olmadığını da rahatlıkla tahmin edebilirsiniz. Zira su kaynaklarımız sadece iklim kriziyle meydana gelen yağışsız yıllar ya da oransız yoğun yağışların oluşturduğu olumsuzluklardan etkilenmiyor. Doğanın kendi torunlarının bile değil de çocuklarının geleceğini etkileyecek önemli sorunlara karşı koruyucu bir kalkan olduğunu anlamaktan aciz, gözünü rant hırsı bürümüş, kulakları bilime tıkalı, yeşili avucunda daha fazla kağıt parçası halinde görmek için deliye dönmüş ve en üstten en alta kadar adeta ‘terminatör’ rolüne soyunmuş iktidar kadroları her avuç toprağa göz dikmiş durumda.
Su krizi, temiz hava ve gıda krizi, sağlık sorunları kapıda. Bunun başlıca nedeni ise ormanlık alanların tahribatı. Türkiye şimdiden su stresi çeken ülkeler arasında yer alıyor. Doğa dostu yönetim politikalarına ihtiyaç bu denli büyükken; her gün yeni ağaç kıyımlarıyla, orman / tarım ve sit alanlarının ruhsatlandırılarak imara açılmasıyla, bilimsel verileri yok sayarak bilinçsizce -hatta rahatlıkla akılsızca / aymazlıkla diyebiliriz- “sürdürülebilir, yeni ve gelişmiş” olduğu ileri sürülen enerji kaynaklarının hatalı yerlere orantısız ve hesapsızca yerleştirilmesiyle mücadele etmeye çabalıyoruz. Ranta kurban edilen tarım arazilerinden arta kalan topraklarda yapılan üretim de yanlış ve yetersiz sulamayla sınanıyor. Çiftçinin ürünü tarlada, meyveyi dalında bırakmak zorunda kaldığı müthiş bir yanlış yönetimle karşı karşıyayız. Adeta çiftçiyi tarımdan soğutan, yıldıran ve toprağını, en verimli bölgeleri, köyleri terk etmeye zorlayan bir yaklaşım önümüze gıda enflasyonu, sağlıksız gıda, geçim / kazanç dengesi sağlanamayan kent göçü gibi yeni sorunlar getirmeye devam ediyor. Sanayi ve endüstriyel atıklar, yönetilemeyen ev çöpü, tarımda aşırı kimyasal kullanımı, öngörüsüz / plansız imar, ekosisteme zarar veren baraj, HES, RES, jeotermal inşaatları, kontrolsüz kuyu ve yer altı suyu tüketimi… Say say bitmeyen türlü etmenin üst üste koydukça şiddetlenen olumsuz etkileriyle karşı karşıyayız.
ANLATAMIYORUZ!
Anlamayacak bir şey de yok aslında. Hep birlikte oransız yağışların yanlış ve plansız imar nedeniyle getirdiği doğal olmaktan insan eliyle çıkarılmış afetleri yaşıyor, bizden uzaktaysa yıkımı kalp ağrısıyla izliyoruz. Yağmursuz geçen koca bir mevsimin etkilerini çarşıda pazarda hissediyoruz. Yediğimizin lezzeti bile yok ki ne yazık ki o en hafif kaybımız.
Ormanlar. Gıda kaynağı meyve veren ağaçlar. Milyonlarcası göz kırpmaksızın kesiliyor. Oysa erozyonu ve selleri önlemek, yeraltı sularının beslenmesi, fotosentez ile buharlaşma, oksijen döngüsü, iklim ve nem dengesi, su kalitesinin korunması hep ormanlara bağlı. Asırlık ağaçları kesenler göstermelik fidan sayılarıyla yeni ağaçlar kesebilmek için orman yüzölçümünde olumlu artış rakamları paylaşarak bizleri aldatmaya çalışıyor. O fidanların çoğu ağaç olamadan kuruyor, sökülüyor. Kentler saksılarda kurutulan ağaçlarla peysaj sektörüne rant sağlayarak kelleşiyor, dönüştürülüyor!
DÖNÜŞÜM!
Ormanların ranta teslimiyle geri dönülemez hasarlar veren dönüşüm vahşi ve önü alınmaz şekilde sürüyor. Gelelim gerçeklere; Cerattepe’de Cengiz Holding’in Bakır madeni için 220 hektarın üzerinde orman yok edildi. Kaz Dağları’nda Kanadalı Alamos firmasının altın ve gümüş madenine karşı mücadele neredeyse 10 yıla erişecek. 800 futbol sahasına yakın orman yok edildi. Doymayan iştahla güzelim doğayı tüketmeye kararlılar. Oysa ekonomi için en önemli kaynaklardan biri cennet vatanın bu benzersiz zenginlik ve eko çeşitlilikte doğası olabilir. Bizim ülkemizde turizm denince akla gelen onlarca katlı çirkin beton yığınları. Güzelim koylara dikilen beton yığınları. Akbelen’de kömür madeni için büyük bir şiddet uygulanarak 100 bin ağaç kesilmesi aynı zamanda Paris İklim anlaşmasında 0 emisyon taahhüt eden Türkiye için ironik ve konuya yaklaşımın turnusolü olarak önemli bir işaret. Daha şimdiden ormanın beşte üçü yok edildi. Kuzey Ormanları’nda taş, kum, silisyum gibi madenlere karşı direniş sürüyor. İstanbul’un beton yığınları arasında nefes alacak alan kalmamışken çeperdeki bu doğal alanın tüketilmesi insanların en basit tabirle zehir solumasına yol açacak. İstanbul’u bekleyen felaketleri saymakla bitirmek mümkün değil. Finike’de 14 maden ocağı birden açılmak isteniyor. Diyarbakır-Lice’de 6 köyü birden yok edecek bakır madeni projesi için köylüler direniyor. Sadece ormanlar değil koca yerleşim merkezleri, yaşam alanları hedefte. İnsanların doğup büyüdükleri yerlere, anılarına, yaşamlarına göz dikenlere karşı mücadelelere şiddet ve kolluk güçlerinin müdahalelerinde Metin Lokumcu ve Reşit Kibar gibi öldürülen hak savunucularının anısına ve mücadelesine saygıyla yaşamı savunmaya devam etmek artık sadece sorumluluğumuz değil bu güzel insanlara da borcumuzdur. Köylü doğayı en iyi tanıyandır. Vebalini de bilir yoldaşlığını da. Köylülerin gözyaşlarıyla kendilerini ağaçlara bağlayarak, sarılarak direnmesi bir inat ya da iktidar karşıtlığı değil hakikatin bilinciyle geleceğin savunusudur. Karıncayı incitmeyen; karıncanın, sincabın yaşamına kattıklarını bilen bu insanların sesine kulak vermeyen gözünü kan ve para hırsı bürümüş olanların sonunun da kıtlık ve yoluk olacağı büyük karanlığı gören herkes kendisine, sevdiklerine ve ülkesine bu mücadeleyi borçlu.
Hafta sonu gazetemizin 20 yıllık mücadelesini aktaran “Bir Düş” belgeseli için Uşak’taydık. Uşak’ın %80’i taş ocağı ve madenlere ruhsatlı! Murat Dağı da tüm mücadele alanlarında olduğu gibi ÇED raporları, mahkeme kararları yok sayılarak vahşi madenciliğin kıskacında. Ülkemizin önemli su kaynaklarından olan bu bölgede altın madeni için projelendirmeye karşı açılan dava sonucunda usulsüzce verilen olumlu ÇED kararı iptal edilmiş olmasına rağmen Anadolu Export Maden Şirketi doyumsuzca kapasite artırımı için başvuru yenilemiş. Belgeselimiz gösterimi öncesi İsmail Arı, Mesut Güngör ve Halil Ertunç ile birlikte Tema Vakfı ve Murat Dağı Yok Olmasın Platformu’nun çağrısıyla düzenlenen etkinliğe katılarak dayanışma mesajımızı paylaştık. Hem doğa hakları savunusunda habercilik, farkındalık ve dayanışma anlamında her zaman açık tavır koyan BirGün Gazetesi okur buluşmasında ve yolculuğumuzun belleğini tutan belgesel gösteriminde hem de Murat Dağı dayanışma etkinliğinde Uşak Belediye Başkanı Özkan Yalım, CHP milletvekili Ali Karaoba, PM üyesi Baran Bozoğlu ve CHP İl Başkanı Sevinç Yazgan ile il örgütünün, yerel STK’ların desteği önemli ve anlamlıydı.
Ege bölgesi talanın tam göbeğinde. Çeşme Projesi için direnişler sonuç verdi. Danıştay kararıyla proje iptal edildi. Körfez kirliliği iktidar tarafından tam bir propaganda aracı olarak görülerek henüz seçimlerin üzerinden bir yıl bile geçmemişken meselenin öncesi ve bakanlığın CHP yönetimindeki belediyelere engelleme, yavaşlatma, kaynak kısıtları gibi açık düşmanlığı yok sayılarak bu mesele İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın görev dönemiyle özdeş ve salt sorumluluğundaymış gibi gösteriliyor. Başkan açıkça hedef alınıyor, hedef gösterilerek yıpratılmak isteniyor. Oysa gerçek çok başka. Cemil Tugay ve İz Deniz Yönetim Kurulu Başkanı Işıkhan Güler’in özenli çalışmaları bakanlık tarafından desteklenmediği gibi bilimsel çalışmalar çerçevesinde strateji ve planlama amaçlı çalıştaya katkı sunacak bilim insanlarının katılımı Ege Üniversitesi yönetimince yazılı talimatla engelleniyor. Cemil Tugay bugüne değin en kapsamlı körfez tarama çalışmasını başlattığı halde bu çalışmaların salt İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sınırlı ve engellenen kaynaklarına emanet edilmesi tamamen siyasi bir tercih ve son derece yanlış.
Urla benim evim. Urla,1977’den itibaren dört dönem belediye başkanlığı yapan Bülent Baratalı’nın örnek toplumcu belediyecilik yönetimi sayesinde; doğası, tarihi ve kültürel dokusu bugüne kadar korunarak güzelliğiyle dikkat çeken ve belki de bu nedenle bugün hem yoğun talep alan hem de yoğun rant ve talan tehdidinde olan bir ilçemiz. CHP’nin en yüksek oy aldığı bu ilçe kayyum atamasıyla 3,5 yıl iktidarın yönetimine devredilmesiyle birlikte büyük ve olumsuz bir değişim yaşıyor. Tarım alanları müteahhitlere peşkeş çekiliyor. İkonik ve korunmuş güzelliği betona teslim ediliyor. Cumhurbaşkanı’nın mahkeme kararlarını hiçe sayarak kendisine ve yakınlarına kapattığı koy ile geçmişte çokça gündem olmuştu. Bilenler bilir. Şimdi ilçemizin en güzel koylarından Yağcılar köyümüze bağlı Altınköy 1.derece doğal SİT konumundan 3.dereceye düşürülerek imara açılmak üzere. Çevresi tamamen 1.derece yani hassas alan olarak tescilli bu alan bakanlık tarafından Çevre Düzeni Planını’nda kentsel gelişim alanı olarak belirlendi. Bu karar mahkeme kararıyla iptal edilmiş olmasına ve bölgenin ekolojik bütünlüğünün bozulmasını önlemek üzere "Tarım Alanı" olarak tanımlanmış olmasına rağmen bölgeyi yapılaşmaya açacak düzenlemeler usulsüzce başlatılarak binlerce zeytin ağacı kesildi ve villa inşaatı için parseller hazırlandı. Yarımada'nın ve Urla'nın en verimli tarım alanı yanında önemli bir orman alanı yok edilerek 650 villaya imar verilecek bu projeye karşı Urla Belediye Başkanı Selçuk Balkan açık tavır koydu. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın da desteği ile Urla halkı bu düzenlemeye karşı direnişe başlıyor. İtirazlar ve iptal başvurularına rağmen dün mahkeme ve bilirkişi heyeti keşif için Urla’daydı. Kuşçular, Yağcılar ilçemizin en önemli tarım alanları arasında. Bilinsin ki bu dönüşüme izin vermeyeceğiz. Nasıl 2014 seçimleri döneminde 100 villa için usulsüzce parsellenen bölge için direndiysek bugün de bu iradeyi göstereceğiz. Yerel yöneticilerin dik duruşu ve sürdürmeye söz verdiği etkin mücadele çok kıymetli.
Değişen, dönüşen her alan geriye gidişi tetikliyor. Kötüye, betere evriliyor. Dur demezsek, sorgulamazsak, eleştirmezsek, itiraz etmezsek, tutum almazsak daha kötüsü kapıda. Kurtuluş dayanışmada.
*Yazıda kullanılan bilimsel veriler Prof. Dr. Mehmet Özalp’in Murat Dağı dayanışma etkinliğinde paylaştığı sunumdan faydalanarak derlenmiştir.