Google Play Store
App Store

Çeşme’de Yunanlı sanatçı Despina Vandi konserinin iptal oluşunun ardından sanatçının kovulmasıyla yükselen ve güvenlik sorununu da barındıran kriz patlak verdiğinde karşı kıyıda, Sakız adasındaydım. Yaşananları içeren haberleri ve tepkileri büyük bir üzüntü ile takip ettim.

Dünyada yükselen ırkçılık, bizim ülkemizde 2000’lerin başından itibaren “yerli ve milli” söylemiyle iktidarın yarattığı kışkırtmalarla da şekillenerek kendi geçmişimizin travmalarından besleniyor. Milliyetçiliğin özü vatan sevgisi ve aynı vatanın insanlarını kültürel ve duygusal anlamda birleştiren vatandaşlık kavramından uzaklaşarak iktidarın sürekli gündemde tuttuğu ayrıştırma ve nefret söyleminin etkisiyle her geçen gün simgelere, tabulara ve hamasete esir düşüyor. Etnik köken, dini inanç, vatan sevgisi, toplumsal yaşam tercihleri, farklılıklar günlük yaşamın içinde olağan seyrinde kalamıyor. Hemen her konu birilerinin damarına basıyor, iklimin gereğine uyum sağlayan bir öfke patlamasına dönüşebiliyor. En ufacık gerilimler galeyan riskiyle önemli bir güvenlik sorununa dönüşüyor. Konuşmak, anlamak, kendini karşısındakinin yerine koymak, hissetmek, yönetmek gibi birbirini tamamlaması beklenen irade sağlanamıyor. Bu koşullarda en iyi ihtimalle hamasetin gerektirdiği yerden okunan ve akla ilk gelen kolaycı tepkide vücut bulan bir popülerlik arayışına, kabul malzemesine dönüşüyor. Bilinçli olarak teşvik edilen yerli / milli / dini kodlar toplumsal barışı, komşularımızla ve dünyayla ilişkilerimizi tehdit ediyor.Atatürk’ün emanet ettiği yerden kavramanın önünü kesen; ezber edilmiş, anlamı üzerine yeterince düşünülmemiş sloganları bir ağızdan söyleyen ama hiç anlamayan, içselleştirmeyen bir koro var. “Yurtta sulh cihanda sulh” sözünü her açılışta, her fırsatta tekrarlayanların eylemleri sözü anlamından uzaklaştırıyor. Böylece barış savaşmama haline indirgeniyor. Oysa savaşlar, toplumsal patlamalar, nice acılar küçücük bir kıvılcımın kontrolsüz aleviyle başlar.

Başkanı olduğum Ege Barış ve İletişim Derneği bir süredir “Barış Belediyeciliği” kavramı üzerinde durarak daha iyi bir gelecek için yükselen ırkçılığın karşısına yeni bir kavrayış ve deneyim sunmayı öneriyor. İçinde bulunduğumuz parçalanmışlığı güven duygusuyla tedavi etmek, toplumsal korkulara son vermek, geçmişin travmalarından arınmak için bir arada yaşam kültürünü benimsemiş yerel yönetimlerin üstlenecekleri etkin rolü önemsiyoruz. 2022’de Foça’da gerçekleştirdiğimiz etkinlikte bu alana emek verenlerden Foça’da iz bırakan unutulmaz başkan Nihat Dirim döneminden özel uygulama örneklerine yer vermiştik. Etkinlikte paylaştığımız metinden bir kesiti “Barış Belediyeciliği” için bir çağrı olarak yeniden paylaşmak istiyorum;

"Belediyeler, kentli topluluklarla kurabildikleri yakınlık, erişilebilirlik ve özdeşlikler ile demokrasi deneyiminin, birlikte yaşama ve dayanışma kültürünün geliştirilmesinde, çok etkili olabilirler. Kentli toplumun kolektif gücünü açığa çıkarabilme yoluyla da krizlerin aşılmasında; birlikte ve iyi yaşam kurulmasında büyük yapabilirliklere sahiptirler. Belediyeler bu özellikleri ile barış kurmanın çok güçlü araçları olabilirler. Kendilerini ve kentlilerini demokratikleştirme çaba ve tercihleri de istikrarlı barışın teminatı olacaktır. Buna inanıyoruz; toplum olarak birlikte özgürleşmek için Barış Belediyeciliği diyoruz.”

Çeşme’de yaşanan kriz böyle bir bakışla çok farklı yönetilebilirdi. Derneğimizin kurucu Başkanı ve eski Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in Ege’de din, dil, ırk fark etmeksizin bir arada yaşamak için, ortak geçmişimizin izlerini taşıyan acıları, dertleri de kültürel ögeleriyle gelenekleri, bayramları, eğlenceleri de kucaklayan yaklaşımı iki yakada kardeş dernekler kurulmasına öncülük etmişti. Bu sıkı ilişkiyle iki yakada sivil toplum hareketinin güçlü ve olumlu yönlendirici rolü zamanın çok daha derin krizlerinin aşılmasına olanak vermiş ve bizlere sürdürmeye kararlı olduğumuz Ege ile sınırlı kalmayan barış bilincini aşılamıştı. Çeşme’de yaşanan bayrak krizi, Osman Özgüven’in Kardak krizi sırasında derin bir kavrayışla ve cesaretle Belediye’ye iki ülke bayraklarını yan yana asmasıyla oluşan her iki yakanın incinmiş, incitilmiş, ötekileştirilerek birbirinden uzaklaştırılmış insanları için iyileştirici etkiyi hatırlamamız için vesile olursa bu musibetten bir nasihat çıkarabiliriz belki.

Sakız adasında 1822 yılında yaşanan büyük katliamın izleri düşmanlık içermeyen bir aktarımla bellek tutuyor. O gün Osmanlı askerlerinin ada nüfusunun neredeyse tamamını acımasızca katlettiği büyük acının topluma aktarılış biçimi bugünün demokrasi, barış ve birlikte yaşam adımlarını belirliyor. Nea Moni manastırı ve terk edilmiş Anavatos köyünü dolaşırken karşılaştığım papazın Türk olduğumu hemen fark ederek sunduğu lokumu unutamam. İki ülke arasında tarih boyunca çatışmalar karşıtlık doğurdu. İki ülkenin de halkları çok acılar çekti. Ama halkları birleştiren duygular hiç değişmeden duruyor. Yunanistan’a gittiğinizde sizi karşılayan ve kuşatan kardeşlik, komşuluk, Ege ve Anadolu vatandaşlığı sımsıcak ve gerçek haliyle orada her adımınıza eşlik ediyor.

Çeşme’deki etkinliğe, geçmişte yaşanan savaşlarda kimin haklı olduğu ya da kimin ne kadar kan döktüğü, kimin galip geldiğindense dostluk konserlerinde birlikte dalgalanan bayraklar, Ege denizinde yankılanan şarkılar yakışırdı. Bunu sağlamak için de acıların yarattığı koşulların, devlet politikalarıyla şekillenen tabuların, iki ülkede yaşayanlar için olduğu kadar sanatçılarını da etkileyecek algılara, yaptırımlara, çekincelere, korkulara açık olduğunu görebilecek kavrayış gerekli. Genç belediye başkanı Lâl Denizli DespinaVandi’yi -hem de- İzmir marşıyla kovmak yerine, baştan yanlış iliklenmiş düğmeyi çözüp Atatürk ve Venizelos’un kurduğu barışı yüceltecek bir adım atsa topluma bambaşka ve güçlü bir mesaj vererek henüz görevinin ilk aylarında iz bırakan bir liderlik sergilemiş olurdu. Tarihte ayaklar altına serilen bayrak için Atatürk’ün eşsiz tutumunu dökülen kan ve şehitlik vurgusuyla aktaran bir konuşma yapmayı seçmek yerine Venizelos’un Atatürk’ün liderliği ve sağduyusunu benimseyerek Nobel ödülü için onu aday gösterişini, iki liderin ülkeleri için adanmışlıklarını dostluklarıyla kazanımlara dönüştürüşlerini anlatsaydı barış bilincini kalplere nakşedebilirdi.

Yeni Osmanlıcılığın yeniden ürettiği din ve kan ortaklığı dünyada yükselen ırkçılığın rüzgârıyla  büyük hamaset gemisini yürütüyor. Oysa bizim geçmişimizde Kurtuluş Gemisi’nin dayanışma öyküsü gibi sayısız nice örnek var. İçinde bulunduğumuz gemiyi tercih edebiliriz, kolaycılığa kaçıp gündelik siyaseti yüksek perdeden hamasi söylemlerle kuşatan, amaçsız savaş tamtamlarının oluğu yere demir atmak yerine Ege denizinin iki yakasının halklarının ortak sevincini, coşkusunu deneyimleyip ışıl ışıl bir barış denizine dönüştürme görevini üstlenen geminin yelkenini rüzgarla doldurmak mümkün. Zor olan bu. Ama barış için uğraşmaya değmez mi?