Otorite tek tek bireylerin karşı çıkması ile sarsılamaz, denilebilir. Otorite ancak toplumca yadsınabilir. Tek tek bireyler güçlerini birleştirip kolektif bir karşı-güç olarak örgütlendiklerinde otorite sönümlenmeye başlar.

Otorite üzerine
Fransız düşünür Étienne de La Boétie’nin Akitanya’da (Aquitaine) bulunan heykeli (Wikimedia)

Gencer ÇAKIR

“Otorite, şiddet aracılığıyla ve kaba kuvvetle ve acımasızca uygulandığında, kendisini öldürecek olan başkaldırı ruhunu ve bireyselliği doğurarak, en azından bunları ortaya çıkararak hayırlı bir işe yarar.”

Oscar Wilde, Sosyalizm ve İnsan Ruhu, Roll, s. 53.

Otorite kaynağını nereden alır? Psikolojik durumlar mı yoksa toplumsal durumlar mı belirleyicidir? Bireyi diğer bireylerin “üzerine çıkaran” nedenler salt psikolojik olabilir mi? Lider içinde yer aldığı toplumdan soyutlanarak yalıtık bir şekilde ele alınabilir mi? Yoksa lideri lider yapan ve ona yetkiyi/otoriteyi veren içinde yer aldığı ve kendisinin de bir parçası olduğu toplum mudur?

Leviathan’da Hobbes, doğanın insanları bedensel ve zihinsel bakımdan eşit yarattığını söyler; “bazen bir başkasına göre bedence çok daha güçlü veya daha çabuk düşünebilen birisi bulunsa bile,” diye devam eder “herşey gözönüne alındığında, iki insan arasındaki fark, bunlardan birinin diğerinde bulunmayan bir üstünlüğe sahip olduğunu iddia etmesine yetecek kadar fazla değildir.” (bkz. YKY, s. 99)

Benzer bir yaklaşımı Spinoza şu sözlerle dile getirir: “Hiçbir bireye varoluşunu daha uzun sürdürdü diye daha mükemmel diyemezsiniz; şeylerin özü sabit ve belirli bir varoluş zamanı içermediğinden süreleri de özleri tarafından belirlenemez. İster daha yetkin, isterse daha az yetkin olsun, her şey daima var olmaya başladığı andaki gücüne eşit bir güçle varoluşunu sürdürebilir; işte bu bakımdan her şey eşittir.” (bkz. Ethica, IV, Önsöz, Alfa, s. 314)

Her iki filozof, insanların doğası gereği eşit olduğu; doğanın herhangi bir hiyerarşik düzenin kaynağı olmadığı konusunda mutabık görünüyor. Sorumuzu tekrarlayalım: Bireyi diğer bireylerin “üzerine çıkaran” nedir o halde?

Bireyler arası eşit olmayan ilişkilerin “üreme alanı” doğa olmadığına göre şu durumda topluma bakılması gerekiyor. Eşitsizliğe dair doğa temelli bir yaklaşım yerine toplum temelli ve topluma dayalı bir yaklaşımı vurgulamayı önemli buluyorum.

De Cive adlı eserinde Hobbes şöyle der: “Şimdi insanlar saygı gösterilen, eş deyişle diğerleri tarafından güçlü olarak kabul edilen, birini gördüğünde onun güçlü olduğuna inandıklarına göre, bundan saygının tapınmayla arttığı ve gerçek gücün güç ile ilgili sahip olunan ünle elde edildiği sonucu çıkmaktadır.” (bkz. XV, 13, Belge, s. 215)

Durkheim’ın bu parça ile ilgili kısa yorumu şöyle: “İnsanların kurduğu otorite de dâhil tüm otoriteler bir tapınmayı gerektirir, aksi takdirde etkilerini kaybederler. Bu tapınma sayesinde otorite etki alanını genişletir.” (bkz. Hobbes Üzerine, Alfa, s. 47) Başka bir eserinde ise Durkheim otorite ve toplum arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklıyor: Ne kadar güçlü olursa olsun, tek başına bir bireyin toplum karşısında hiçbir anlamı yoktur; toplum ona rağmen varlığını sürdürebilir. Buradan hareketle Durkheim, otoritenin gücünün otoriteyi uygulayan kişinin kendisinden gelmediğini, aksine bu gücün toplumun kendi oluşumundan ileri geldiğini söyler. (bkz. Ahlak ve Toplum, Pinhan, s. 88)

Tapınma, otorite ve toplum arasında çok sıkı bir ilişkinin olduğu anlaşılıyor. Bireyler arası eşit olmayan ilişkilerin kaynağını ilk elden burada tespit etmiş oluyoruz. Birey ancak diğer bireyler kendisine taptığı için “yükselir”. Ve bir kere yükseldikten sonra da dokunulmazlık zırhı ile sarmalanır. Otoriteyi eleştirmek, ona karşı çıkmak ya da ona isyan etmek topluma, toplumsal bütüne karşı yapılmış bir eylem addedilir. Toplumu korumak için de cezalandırma mekanizması devreye girer. Devlet toplumun örgütlenmesinin politik bir biçimi olduğuna göre otoriteye karşı çıkan birey devletçe cezalandırılır. Burada amaç bireyi cezalandırmak suretiyle otoriteyi, bir diğer deyişle toplumu, toplumsal bütünü korumaktır.

Simmel, 1898 tarihli “Din Sosyolojisi Üzerine” makalesinde, “kişilere itaatin temelinde iman vardır ve iman olmadığında da bir toplumun çözülmesi mukadderdir” der. (bkz. Bireysellik ve Kültür, Metis, s. 307) Aynı makalede Simmel “Büyük insan kitlelerini zındıklardan nefret etmeye ve onları ahlaken mahkûm etmeye iten şey,” der “öğretilerinin dogmatik içeriğindeki fark değildi kesinlikle,” aksine sebep “bireylerin bütüne muhalefet ediyor olmaları idi” (age, s. 311, vurgu aslında). Sokrates belli ki bu sebeple bir “zındık” olarak damgalandı ve yargılandı. Kendisine yöneltilen suçlamalar arasında şunlar vardı: polis’in tanıdığı tanrılara gereken saygıyı göstermemek; yeni tanrılar getirmek ve polis’in gençlerini yoldan çıkarmak. Karatani, “bir ruhtan gelen işaretlere uygun olarak hareket ettiğini uluorta beyan” ettiği gerekçesiyle Sokrates’in yeni tanrılar getirdiği söylentisinin asılsız olmadığını söyler. (bkz. İzonomi, s. 149)

***

Otorite tek tek bireylerin karşı çıkması ile sarsılamaz, denilebilir. Otorite ancak toplumca yadsınabilir. Tek tek bireyler güçlerini birleştirip kolektif bir karşı-güç olarak örgütlendiklerinde otorite sönümlenmeye başlar.

Kralları kral yapan; tiranları tiran yapan toplumdur. Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’inde Étienne de La Boétie “Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarında kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen uluslar!” diye haykırır. Ve devam eder: “Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük.” (bkz. İmge Kitabevi, s. 25)

Boétie’nin haykırışında bir haklılık payı var; çünkü “iki gözü, iki eli, bir bedeni” olan biri ancak toplum sayesinde bir otorite ve üstünlük ele edebilmiştir. Boétie bunları söylerken şüphesiz politik bir kaygı taşıyor; “insanlar tirana kulluk etmeyi bıraktığında” diyor, “tiran kendiliğinden yok olup gider.” (age, s. 22)

Belki de Boétie’nin haykırışına kulak vermek gerekiyordur, ne dersiniz?