Google Play Store
App Store
Otoriterleşme sürecinde deprem kentleri!
Fotoğraf: Depo Photos

Eyüp MUHCU - Eski TMMOB Mimarlar Odası Başkanı

Ülkemizde otoriterleşme; ranta, doğa ve kültür sömürüsüne dayalı kentleşme süreçleri birlikte yürütülmektedir. Bu anlayışla yerel yönetimlerin yetkileri, planlama kararları, ihaleler, vb. kentleşme süreçlerini belirleyen temel kararlar hukuka aykırı yasa, kararname ve cumhurbaşkanı kararları ile merkezde toplanırken; kamu yararı, sağlıklı ve güvenli kentleşme, depremlerde yıkılan kentlerin ayağa kaldırılması ve yaraların iyileştirilmesi gerçekleşmemektedir.

6 Şubat Kahramanmaraş depremleri, ülkemizi derinden sarsmış, 11 ilde yaklaşık 4 milyondan fazla insanımız doğrudan etkilenmiştir. Resmi verilere göre depremde 53bin725 yurttaşımız yaşamını kaybetmiş ve 100 binden fazla yurttaşımız yaralanmış, 700 binden fazla bina ise ya yıkılmış ya da hasar görmüştür.

Bugün, büyük felaketin ikinci yıldönümünde, yaraların hala sarılamadığına üzülerek şahit oluyoruz. Yıkılan şehirler ve evsiz kalan vatandaşlarımızın dramı hala devam etmekte, yeniden inşa sürecinin yavaş ilerlemesi halkı umutsuzluğa sürüklemektedir.

Yapılan incelemelerde, depreme dayanıksız yapılar ve gerekli önlemlerin alınmaması gibi nedenlerin bu büyük yıkıma yol açtığı görüldü. Ancak bu ihmallerin sorumluları kurulan otoriter rejimim talimatları nedeniyle hala adalet önüne çıkarılmamış ve cezalandırılmamıştır. Tarım arazileri ve zayıf zeminli alanları yapılaşmaya açan, kamu denetimini yerine getirmeyen, imar afları ile kaçak yapılaşmaya ve deprem yıkımlarına neden olan asıl sorumlular yargılanmadan muaf tutulmaktadırlar.

Halk, sorumluların hesap vermesini ve benzer trajedilerin bir daha yaşanmaması için gereken adımların atılmasını bekliyor.

Erdoğan tarafından 1 yılda 319 bin konutun tamamlayıp teslim edilmesi sözü verilmesine karşın iki yılda 201 bin 580 konutun teslim edildiği açıklanmaktadır. Konut üretiminde büyük yetersizlikler olması bir yana yapılan konutların niteliği, nitelikli mimarlık ve mühendislik hizmetlerinden uzak ve yaşam kültürüne aykırı yapılı çevrelerinin oluşturulması, alt yapı ve yerleşim alanları ile ilgili sorunlar öne çıkmaktadır.

Sağlıklı ve güvenli yaşam çevreleri oluşturulması yerine başka kaygıların öne çıktığı bir süreç yaşanmaya devam etmektedir. Riskli alan ve rezerv yapı alanı üzerinden yurttaşların barınma hakları gasp edilmektedir. İhaleler eşe, dosta ve yandaşa dağıtılmaktadır. Yapı yer seçimleri planlama esaslarına göre belirlenmemektedir. Yapı denetim süreçleri sağlıklı işlememektedir.

Bölgede 75 milyar dolarlık yatırım yapıldığı iddia edilmektedir. Bu bedelin nasıl değerlendirildiği kuşkuludur. Gerçek bir kamu denetiminin olmadığı koşullarda yatırımların doğruluğu, önceliği ve söz konusu bedelin yatırımlara ne kadar yansıdığı tartışmalıdır. Alınan bağış ve yardımların yurttaşlara ne ölçüde aktarıldığı bilinmemektedir. Bölgede yaşam mücadelesi veren insanlarımızın kaygıları ve korkuları üzerinden siyaset yapılması ve oya tahvil edilmesi utanç verici boyutlara ulaşmıştır.

Kamu kaynakları ile kurulan “Deprem Kentleri” gelecek için kaygı verici pek çok özelliklere sahiptir.

Otoriterleşme süreçleri ile deprem kentleri oluşturma süreçleri paralel yürütülmektedir. Tek merkezden alınan kararlarla; kentler şekillenmektedir. Deprem bölgesinde yıkılan kentlerin Çağdaş ve bilimsel bir anlayışla ayağa kaldırılması gerekirken; sosyo kültürel yapıyı ve tarihi dokuyu yok sayan, insandan ve çevreden kopuk, estetikten yoksun, birbirini tekrarlayan pek çok yapı toplulukları ile “deprem kentleri” inşa edilmektedir. Üstelik bu yapı topluluklarının sağlam ve güvenli olduğunu, depremlere karşı dayanıklı olduğunu iddia etme olanağı bulunmamaktadır.

Türkiye genelinde sürdürülen ranta ve doğa sömürüsüne dayalı “Kentsel Dönüşüm” politika ve uygulamaları yeni afetlerin habercisidir. Bu politikalarla; kentlerin afetlere güvenli hale getirilmesi için önlemler alınmadığı gibi, gerçek bir plan ve yapı denetiminin gerçekleşmediği koşullarda yeni üretilen yapılar sağlamlığından söz edilemez. 1999 Büyük Marmara depremi üzerinden çeyrek yüzyıldan fazla süre geçmesine karşın afetlere karşı ciddi bir hazırlık yapılmamıştır. Mevcut yapı stokunun yüzde 50’den fazlasının depremlere karşı dayanıklı olmadığı bizzat sorumlu olan yönetimler tarafından dile getirilmektedir.

Ne yazık ki, depremlerde ve afetlerden yeterli dersler alınmamıştır. Zira Bolu’da otelde 78 yurttaşımız yanarak yaşamını kaybettiği sıralarda yeni bir imar affı teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gündeme gelmiş durumda. Teklif, depreme dayanıksız yapıların yasallaştırılmasına ve gelecekte benzer felaketlerin yaşanmasına zemin hazırlayabilir. Bu nedenle teklif mutlaka geri çekilmelidir. Depremlerden ders çıkartmak ve daha güvenli bir gelecek inşa etmek için, imar aflarından kaçınılması gerektiği bedeli çok acı bir şekilde ödenerek defalarca ispatlanmıştır.

Unutmamalıyız ki, depremlerle ve afetlerle mücadele ancak bilinçli bir toplum ve kararlı bir yönetimle mümkündür. Kamu yönetiminin otoriterleştiği, her bakımdan çürüdüğü ve kokuştuğu koşullarda afetlere karşı toplumsal örgütlenmelerin oluşturulması ve güçlendirilmesi asıl güvenceyi oluşturmaktadır.

Yaşanan felaketin yıldönümünde, kaybettiğimiz yurttaşlarımızı anarken ve gelecekte benzer acıların yaşanmaması için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek zorunda olduğumuzu önemle vurgulamak gerekir.