Övünmeli mi, dövünmeli mi?
Gerçi pek sık olmaz ama, ne zaman bir “ilk”e, bir “en”e imza atsak, milletçe gurur duyar, övünürüz. Geçen gün İnsan Hakları Vakfı’ından (TİHV) arkadaşlar gazeteye geldi. Hazırladıkları “İşkence Atlası”nı bıraktılar. Dokuz profesör ve hekimin, 10 binden fazla işkence kurbanına ait verileri, 5 yıl boyunca, gelişmiş tıbbı laboratuvar yöntemlerini de kullanarak incelemeleri sonucu hazırlanmış 236 sayfalık bir kitap bu. Aynı zamanda, 12 Eylül 1980’den bu yana, bu ülkede 1 milyon kişinin işkenceden geçirildiğinin de belgesi.
Atlas üzerine TİHV Başkanı Yavuz Önen ve Genel Sekreter Metin Bakkalcı ile konuştuk biraz. Yavuz Abi “Kıvançla söylemeliyiz ki bu boyutta ve kapsamda bir tıbbi işkence atlası dünyada ilktir” dedi. Metin, 5 merkezde işkence mağdurlarını tedavi eden vakfın, dünyadaki benzer çalışmalara öncülük ettiğini, örnek teşkil ettiğini anlattı. “Kullandığımız gelişmiş tıbbi tekniklerle, gerek fiziksel gerekse de psikolojik açıdan işkencenin 11 yıl geriye kadar giden izlerini bulup çıkarabiliyoruz” dedi. TİHV bu kapsamlı ve anlamlı çalışma için ne kadar kıvanç duysa, övünse azdır.
11 yıl önce bile yapılmış olsa, bir insanın gördüğü işkencenin izlerinin bulunup çıkarılması, tıbbi kanıtlarının ortaya konulması, işkencenin önlenebilmesi doğrultusunda atılmış büyük bir adım.
Bizim nesil İşkence Atlası’na göz atarken eski anılara gidip gelecektir, eminim. İnsan etinde söndürülen sigaraların kokusunu ve acısını yeniden duyanlarımız olacaktır. Otomobil lastiği içine sokulmayı, o pozisyonda havaya kalkan ayaklar altına inen darbeleri, falakanın belki de bize özgü bu tekniğini anımsayanlarımız olacaktır, tabanları yeniden sızlayarak. Filistin askısını, askıda ıslatılmayı, ıslak ve çıplak vücutlara verilen elektriğin yol açtığı kasılmaları tekrar yaşayanlar olacaktır. Mengene gibi ellerin testislere uyguladığı şiddetle yüzü buruşacaktır kimilerimizin, Atlas’daki çizim ve resimlere dalıp 12 Eylül karanlığına döndüğümüzde.
“Bizim nesil…” Şimdi, bu ifadeyi kullanırken suçüstü yakaladım kendimi. Utanıp silmek istedim. Sonra, silmeyip altını çizmeye karar verdim. Kendimi suçüstü yakaladım, çünkü o ifade işkencenin bir dönem yapıldığı ve sanki artık pek de olmadığı düşüncesinin izini taşıyor içinde. Bir dönemin işkence kurbanlarının bile bugün yapılan işkenceye kayıtsız kalabildiğinin izini taşıyor.
TİHV’nın raporları gösteriyor ki, son yıllarda işkence uygulamalarında bir artış var. “Avrupa Birliği ile üyelik görüşmeleri” yapmakla övünen bir ülkede ve “işkenceye sıfır tolerans” şiarını ortaya atmış bir hükümet yönetimdeyken işkence artıyor!
“İşkence uygulamalarının sayısı, dozu ve uygulamadaki pervasızlık gitgide artıyor” diyor Metin Bakkalcı: “Öyle pervasızlaştı ki işkenceciler, işkence sonrası organ yaralanmalarını, kırıklarını görmeye başladık sıklıkla. ‘Güvenlik’ için ve ‘güvenliği sağlama’ adına ‘öteki’ diye nitelenenlere karşı her şeyi yapabilme anlayışı yaygınlaştırılıyor. Nevruz sırasında yüzlerce insanın işkenceden geçirildiğini saptadık. Bu konudaki raporumuz yakında yayınlanacak.”
Yavuz Önen, bu süreçte, AB çevrelerinin de resmi açıklamalara itibar edip somut uygulamaları görmezden geldiğini vurguluyor. TİHV, bütün kanıtları ortaya koymalarına karşın işkencenin yaygınlaşıyor olmasını, işkenceyi önlemeye dönük içtenlikli bir politika ve iradenin olmayışına bağlıyor. Adli, idari ve politik düzeyde sorunlar olduğunu ve işkencenin gereğince cezalandırılmadığını söylüyor.
“Demokrasi şampiyonu” iktidarın bu saptama ve raporlara tepkisi ise hep aynı: Yalan.
Memlekette önemli şeyler oluyor. CHP kurultayı var bugün. AKP’nin kapatılması tartışılıyor. Kamu bankalarından sağlanan krediler ve Katar ziyareti sonrası bitirilen medya alış- verişleri var. Bunca önemli şey arasında İşkence Atlası da kaynayıp gidiyor.
Oysa, o “dünyada bir ilk”. Bu “ilk”in gerçekleştirilmesinde hükümetin de katkısı büyük. Katkılarıyla övünürler mi, dövünürler mi, artık kendileri karar versin!