Google Play Store
App Store

Batıda uzun zaman egemen olan kalkınma modellerine göre –ki bu “medeniyet”in de ölçüsü sayılırdı- demokrasi kalkınmanın en önemli ön koşuludur. Demokrasi denildiğinde ise akla -19’uncu yüzyıldan 2024’e- oy verme gelir.

İnsanlık oy ile bir düzeni değiştirebileceğine 19’uncu yüzyılda Batı’da ulaştı. Bu düşüncenin merkezi ise İngiltere idi. Fransa ve diğerleri de “oy salgını”na kapılmakta gecikmediler. Haklıydılar, yüzyıllarca belli başlı hanedanlarca yönetilmişlerdi. Gökteki hâkimiyeti yere indirmek büyük işti. Elbette bu zordu da. Zorluklar, “vatandaş”ın tanımından vergi ödemeye, özel mülkiyetten toprağa sahip olmaya dek uzanıyordu.

Fransa’da 1815-1830 yıları arasında sadece 30 yaş üstü ve en az 300 Frank doğrudan vergi ödemiş erkekler oy kullanabiliyordu. Bu 32 milyonluk Fransa nüfusunun yalnızca yüzde 0,25’inin (80 bin kişi/erkek) oy kullanması demekti. 1830-1848 yılları arasında kurallar gevşetildi, ama yine de nüfusun yalnızca yüzde 0,6’sı oy kullanabilecekti.

İngiltere’de oy kullanma oranının artmasını sağlayan 1832 reform yasasından önce toprak sahiplerinin, toprağı kiralayanlar üzerindeki etkileri, rüşvet ve patronaj ilişkileri sayesinde 40 yerel seçimde 39’unun sonucunu belirleyebildikleri bilinmekteydi. İtalya’da 1882’de, oy verme yaşı 25’e düşürüldükten ve oy kullanabilmek için gerekli vergi miktarı azaltıldıktan sonra bile hâlâ yüksek olan vergi yükümlülükleri ve okuma yazma bilme şartı nedeniyle yalnızca 2 milyon erkek (nüfusun yüzde 7’si) oy kullanabiliyordu.

∗∗

Ancak yüzyılın ortasında başlayan salgın güçlenince ve iktidarı tehdit edince geri dönüşler yaşanmıştır. Örneğin 19’uncu yüzyıl sonlarında Saksonya’da sosyal demokratlar yerel seçimleri kazanma ihtimali belirince Prusya stili üç sınıflı oy sistemine geçilmiştir. 1849-1918 arası uygulanan bu sisteme, “gelire göre belirlenmiş olan” her 3 sınıf da parlamentoda aynı sayıda delegeyle temsil edilmekteydi. Bu, iki üst sınıfın (nüfusun yüzde 5’iyle yüzde 15’ini temsil etmekteydi) her zaman en fakir sınıfa göre daha fazla temsil edilmesi anlamına gelmekteydi. 1909’da Saksonya, oy verenlere gelirleri ve statülerine göre bir ila dört oy hakkı vererek demokrasiden daha da uzaklaşmaya başlamıştır. Örneğin, geniş bir çiftliği olanlara, iyi bir eğitim almış olanlara ve 50 yaşın üzerindekilere fazladan oy hakkı verilmekteydi.

ABD’de siyah erkekler,  1870’te ırk, renk, daha önceki kölelik durumu temelinde eyaletlerin oy haklarını engellemesini yasaklayan 15. Anayasa değişikliği ile oy hakkına kavuştular. Fakat 1890 (Mississipi) ve 1908 (Georgia) yılları arasında Güney eyaletleri siyah erkeklerin bu hakkını elinden almıştır (Bu, “fakir beyazlar”ı da etkilemekteydi). Açık bir şekilde ırkçı bir tavır alamadıkları için, seçim vergisi veya mülkiyet şartlarının yanı sıra, okuryazarlık testleri gibi yöntemler benimsediler. Güney’de artık, “bir avuç dolusu” siyah oy verebilmekteydi. Örneğin Louisiana’da 1896’da 130 bin siyah oy kullanırken, 1900’de 5 bin kayıtlı siyah seçmen bulunmaktaydı.

∗∗

Peki, Doğu’da durum neydi? -Gariptir ama mülkiyet, cinsiyet, ırk, milliyet ve diğer kısıtlara çok fazla rastlanmayan- Doğu’da bu hak, bir dizi devrimler -ve batıyı izleyen- Anayasal gelişmeler sonucunda hayata geçmiştir. 20’nci yüzyılın başları, Batı kadar Doğu için de oy hakkının anayasalara yazıldığı dönemdir.

Bu ülkenin kurucusu 2 gün evvel büyük bir özlemle anıldı. Ona olan özlemin temelinde Batı’dan çok erken bir dönemde toplumun yarısı kadınlara oy ve seçilme hakkını tanımış olmasında yatıyor. İlk milletvekillerinin Türk parlamentosunda görünmesi 1930’lardadır ve bu, Batılı pek çok ülkenin önündedir. Doğu, oy hakkı konusundaki geri dönüşleri daha çok Batı mühürlü askeri darbeler sırasında yaşamıştır.

Bizde “sivil” bir İslamcı hükümet olan AKP döneminde oy hakkı, kayyım uygulaması ile pratikte kaldırılmış durumdadır. Ülkenin doğusunda yoğunlaşan ve İstanbul’un en büyük ilçesini de vuran kayyım uygulaması, 19’uncu yüzyılda kazanılmış bir hakkın, 10 yıl boyunca nasıl geri alınabileceğini de dünyaya göstermiştir. Türkiye’de oy verme hakkını kaldıran son vaka 12 Eylül 1980 askeri darbesiydi, o dönemde bile askıya alma süresi yalnızca 3 yıldı.