Google Play Store
App Store
Oyuncu Şebnem Sönmez: İnat kurtarır bizi!

Etki Can Bolatcan

İktidarın 19 Mart’taki yargı darbesine karşı gelişen halk hareketinde, sanatçıların tutumları da önemli bir tartışma konusu oldu. Kimi sanatçılar sessiz kaldığı için tepki görürken, ses çıkaran, sokağa çıkan, hatta gözaltına alınan da birçok isim oldu.

Oyuncu Şebnem Sönmez ile sanatçıların toplumsal olaylardaki duruşunu, yaşanan siyasi gelişmelere dair fikirlerini ve sektörde yaşadıkları sorunları konuştuk.

Sektörde sanatçılar üzerinde yoğun mobbing ve iktidar baskısı var. Sanatçılar politik bir tavır takınmak konusunda korku ve kaygı yaşıyorlar. Bu korku iklimi nasıl dağılabilir, sanatçılar ne yapmalı? 

Şebnem Sönmez: Bu soruya tüm sanatçıların sözcüsüymüş gibi cevap vermek istemem, lütfen sözlerim ve fikirlerim böyle aksetmesin. Sektörel mobbing ve iktidar baskısı yıllardır var. Gezi'den itibaren oldukça net bir milat yaşadık bu konuda. Gezi öncesinde yok muydu? Elbette vardı. Sonrasında da hâlâ aynı etki altındayız. Aynı zihniyet kendini iktidarda tutabilmek için tüm gücüyle, kendi mahallesinden olmayan her kesim ve sektöre aynı zorbalığı günden güne artırarak uygulamakta. Ama siz bana sanatçıları soruyorsunuz. Sanatçının sanatçı kimliğinden önce bir insan olarak düsturu, inanç sistemi, ideolojisi, hayalleri, arzuları, ihtiyaçları; vatandaş olarak hakları ve sorumlulukları var. Unutun sanatçı kimliğini biraz rica ederim. Önce o bir insan. Yaşadığı ülkenin kendisine vermek zorunda olduğu halde asla vermediği güven duygusundan mustarip bir insan. Temel hak ve özgürlüklerden hepimiz mahrumuz. Mesleki olarak ise sanatçı göz önünde bir varlık. Bir cümle etse efekti binle çarpılır. Bir karikatür çizse "devlet büyüklerine" hakaretten yargılanır. Falanca dizide oynasa, filanca mahallenin sözcüsü sayılır. X kanalda iş yapsa, Y kanalı fişler. Kaç yıl önce yazdığı yazı, bugünkü protestoların hazırlığı sayılır. Bu örnekleri istediğiniz kadar arttırın. İnanın abartamazsınız.

Benim nezdimde dev bir yengecin kıskacında duruyor sanatçılar anlayacağınız. Net olarak saf seçene de bakıyorum, ses çıkaramayana da. Sessiz kalanların tümünün yandaş olduğunu düşünmüyorum. Bu böyle bilinsin isterim. Safını belli edenlerin ise peşinen ödediği bir bedel olduğunu ta kalbimden biliyorum. Hangi tarafı seçerse seçsin mutlaka bir bedeli vardır. Sarayı seçen de sokağa âşık olan da bir bedel ödüyor. "Sanatçı ne yapmalı?" diyorsunuz ya! İnsan ne yapmalı? Soru bu. Neyi seçersek oyuzdur. Sanatçılardan öne çıkıp ses çıkarmalarını isteyenler de mobbing yapıyor, "sesini çıkarma, işin devam etsin" diyen patron da.

Bu soru halkın neyi seçtiğine göre, konjonktürel olarak zaman içinde belirecek.

KLEPTOKRASİDE SANATÇI OLMAK

Son zamanlarda halkının yanında durmaya çalışan sanatçılara sektörün kapıları kapalıyken iktidarla yakın ilişkiler sürdüren sanatçılar sektörde kendine daha çok yer buluyor. Bu durum sanatçılarda suskunluğa mı yol açıyor? Sanatçılar toplumsal olaylarda halka karşı bir sorumluluk taşıyorlar mı? 

Kimileri vardır ki, kendilerini, inançlarını, yaşamlarını hayat boyu geliştirmeye uğraşırlar. "Daha iyi bir insan olabilir miyim? Ne yaparsam doğru, iyi ve güzel olabilir?" diye düşünenler. Bu insanlar melekleri ne olursa olsun biriciktir. Onlar sahip olma peşinde değildir. Onlar işlerini nasıl en güzel biçimde yapabileceklerini düşünürler, bir karınca misali, bir arı gibi çalışırlar. Sanatçı dediğimiz de insan demiştik ya; işte yine aynı yerdeyiz. Halkının yanında olmak bir dünya görüşü. Haklının yanında olmak, adalet duygusunu köklüce taşıyor olmak. Kendi otantikliğini asla kaybetmeden, biricik oluşundan vazgeçmeden, herkesin biricikliğini seve seve kabul ederek işine titizlikle yaklaşanlar. Geçmişten gelenin kıymetini bilen, günün nabzından haberdar olan, yarın için bir çözümü, bir hayali olan. Yürümeyi bırakmayanlar. Bu insanlar bizi her zaman aydınlatır. Kleptokratik bir yönetimde böyle insanlar baş tacı mı edilir sizce? Uyandıran, soran, titiz, kolay kanmayan, eğitimli, gustosu olan, seçici ve daha çok sıfatla tanımlayabileceğimiz niteliklerdeki insanlar, sanatçılar böyle rejimlerde yer bulabilir mi? İşlerini has biçimde yapmaları ne kadar mümkün olabilir? Tahammül edilemez böyle niteliklere çünkü rahatsız eder birilerini. Elbette tüm güçlülük gücü salt kendinde odaklamak isteyeceği için alan daralır. Ama inat! İnat kurtarır bizi. İnat umuttan üstündür. İyi, güzel ve doğruya inatla yürümek gerek. Böyle bir yürüyüş kendi gücünü yolun sonunda bulur kanımca. Sanatçı hakikatle ilişkisini sağlam tuttukça zaten halkın içinde. Başka nerede olacak? Hakikatle bağı sağlam olmayan ise sarayların ömrü kadar ziyafette olabilir.

SANAT KUMANDA UCUNDAN YÖNETİLEMEZ

Sanatın temel kaygılardan uzaklaşıp piyasa ilişkileri içinde yer bulması sanatın toplumsal tarafını da yozlaştırdı. Bu süreç nasıl yaşandı, sanat toplumdan nasıl bu kadar uzaklaştı? 

Sanat mı toplumdan uzaklaştı, toplum mu sanattan? Bunu tersten düşünelim mi? Siz bu ülkenin sanatla iç içe bir yapıda olduğunu düşünmüyorsunuzdur sanırım. Bizim toplumumuzun hangi sanat olayı, eseri, kişisi ile bağı vardır? TV'de sanat olmaz. Kanepede oturarak, kumanda ucundan yönetilebilecek bir eğlence unsuru değil sanat. Oralarda görünerek icrasını yapan bizler de sanatçı olsak bile, orada yaptığımız işin yapısı gereği "orada" sanatçı sayılmamalıyız. Orada bizler sanatçı değil, ünlüyüz bu kadar basit. En güçlü, en süreğen ilişki ise bu ilişki üstelik. Gel de çık işin içinden. TV'lerde, özel platformlarda yer alan her iş ticari bir amaçla duruyor orada. Rant büyük ama toplum mühendisliğinin kârı daha büyük. Gündüz kuşaklarındaki rezaletler 30 yıldır var ve 30 yıldır yozlaşıyoruz. “Primetime” programlar da epey zamandır korku, endişe, güvensizlik aşılayan zulüm, entrika, güç temalı işlerle seyredeni şekillendirmek üzere tasarılı. Tekrar ediyorum; kleptokratik bir devlet rejimi tam olarak bunu yapar işte! Korku ile yönetmek. Kimseye güvenme, kendini kurtar, yalnızsın, senin başına daha neler gelecek, elâlemin neleri var sen ne haldesin, köşeyi dönmen an meselesi ama şunu kabul et bakalım, kimse namuslu değildir, ahlaksızlık diz boyu, paran yoksa hiçsin, şunu giy, bunu asla ve bunlar sonsuza kadar üretilebilir. Nasıl mı yozlaştık? O "yetmez ama evet" oyu var ya. İşte o zaman yandık biz. Ödüyoruz kefaretini, bitmiyor bir türlü. Buna da kimse alınmasın isterim. Bütün "yetmez ama evet" diyenlerin çok üzgün olduğuna da eminim.