Google Play Store
App Store

Batı emperyalizminin ana damarları olan ülkeler ABD, AB başta olmak üzere büyük Avrupa güçleri; onların ekonomik, askerî ve ideolojik örgütleri olarak IMF’si, Dünya Bankası, OECD’si, NATO’su ve etkileri zayıf olmayan türlü iç ve dış sermaye kuruluşları bu tablodan hiç eksik olmaz. Bunlar iktidarlara hatta düzen içi muhalefete ayar verme merkezleridir.

Özal’dan Erdoğan’a proje kardeşliği

Aslında Özal’dan Erdoğan’a veya ANAP’tan AKP’ye ifadeleri yetersiz kalır. Dış güçler ve sermaye hep devrededir. Batı emperyalizminin ana damarları olan ülkeler ABD, AB başta olmak üzere büyük Avrupa güçleri; onların ekonomik, askerî ve ideolojik örgütleri olarak IMF’si, Dünya Bankası, OECD’si, NATO’su ve etkileri zayıf olmayan türlü iç ve dış sermaye kuruluşları bu tablodan hiç eksik olmaz. Bunlar iktidarlara hatta düzen içi muhalefete ayar verme merkezleridir. Dolayısıyla dönemler arasında aktarılan miras, egemen sistemin dış ve iç sermaye odaklarının uygun bulduklarıdır. Projelerin bir dönemden diğerine devamlılığı bu bakımdan hiç şaşırtıcı olmaz. AKP’nin Özal hayranlığı veya onu kendi tarihi gelişim çizgisi içine yerleştirmesi bu anlamda pek yerindedir. Eski ANAP’lıların bazılarının bugünkü AKP anlayışlarıyla ters düşmesi bunu değiştirmez.

EKONOMİK DÖNÜŞTÜRME PROJELERİ

Aslında 1980’lerde yarım kalan ekonomik programlar 2000’li yıllarda bazı bakımlardan daha köşeli bir biçimde yeniden gündeme gelmiştir. Yalnızca özelleştirmelerin kapsam ve hızına bakmak bile bunu doğrular.

1980’ler aslında Türkiye’nin sınai altyapısı hazırlanmadan dışa açılma projesi olarak büyük bir dönüştürme ve bağımlılaştırma hamlesidir. Önemli adımlar atılmıştır. Ancak özelleştirmeler istendiği gibi hızlanamamış, hukuki itiraz süreçleri, Danıştay’ın ve AYM’nin iptalleri ve büyük sermayenin KİT’leri devralmaya 1990’lar sonuna kadar hazır olmaması gibi nedenlerle kamu-özel sermaye transferleri kaplumbağa hızında ilerlemiştir.

2000’lerde uygulanan IMF-DB programının birinci önceliği işte bu süreci hızlandırmaktır. Ecevit hükümeti Aralık 1999’da IMF’ye verilen kapsamlı (iki kitap hacminde) Niyet Mektubu’yla bu programa angaje olmuş, özelleştirmeler ise AKP döneminde hızlanmıştır. Özelleştirmeler için olduğu kadar tarım ve finansal sistemin dönüştürülmesi için de siyasi zemin oluşturulmuş, 1999’da açıklanan Post-Washington uzlaşısının erken uygulama örneklerinden biri Türkiye olmuştur. IMF/DB programı 2008’de sona erdikten sonra bile AKP bu programa 2015’e kadar sadık kalabilmiştir.

ORTADOĞU’YA MÜDAHALE PROJELERİ

Dış politikadaki fikri devamlılık da dikkat çekicidir. 1989’dan 2015’e kadar üç kez Kürt açılımı denenmiştir. Halen dördüncü girişimin başlangıcındayız.

Birinci örnek malum, Özal’ın “bir koyup üç alma” açgözlülüğüyle formüle ettiği, I. Körfez Savaşında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD himayesinde Kuzey Irak’a müdahale etmesi ve Musul ve Kerkük’ün ilhak edilmesidir. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, gerekirse bir Türkiye-Kürdistan konfederasyonu kurulması “tavizini” veya fırsatçılığını da içermektedir. Batı emperyalizmi ve İsrail, Türkiye’nin bu maceracı politikasını, kendi güdümleri altında bir büyük Kürdistan kurulması ve böylece İran ve Suriye’nin de parçalanması bağlamında, kışkırtıcı konumdadırlar. Arkasında yerli sermaye çevrelerinin bir bölümünden gelen ciddi destekler olmuştur. Bu politika, o zamanki Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifası ve siyasal ve toplumsal muhalefetin tepkisi nedeniyle uygulamaya konulamamıştır.

İkinci örnek ise Özal’ın Ortadoğu politikasının AKP tarafından ilk tevarüs edildiği tarih olan 2003 başlarında yaşanmıştır. ABD’nin II. Körfez Savaşının (daha doğrusu Irak’ın ABD tarafından işgalinin) hemen arifesindedir. ABD Irak’a kuzeyden (yani Türkiye’nin güneydoğusundan) da bir cephe açmak ve askerî güçlerini Türkiye’ye yığmak istemektedir. Türkiye’de siyasi koşullar da hazırlanmış, 2002 sonbaharı itibariyle Ecevit koalisyonu nihai olarak yıkılıp yerine AKP’nin tek partili hükümeti kurulmuştur. ABD, Türkiye topraklarını kullanma karşılığı olarak Türkiye’ye 8,5 milyar dolar bağış veya onun yerine 32 milyar dolar kredi sağlamayı önermiştir. Erdoğan henüz milletvekili ve başbakan olamamıştır (Mart 2003’te Siirt seçimlerinin yenilenmesiyle olabilecektir) ama AKP Hükümeti adına ABD’de temaslar yapmaktadır! Her zamanki “pazarlıkçı” kimliğiyle burada daha fazla bağış veya kredi koparmaya çalışacaktır. Başkan Bush’un “at pazarlığı” diye küçümsediği ve reddettiği pazarlık budur. Ama sonuçta asıl ret oyu TBMM’den gelecek, 1 Mart 2003 savaş tezkeresi küçük bir oy farkıyla Meclis’ten geçmeyecektir.

Kabul edilseydi, ABD Türkiye’nin güneydoğusuna 60 bini aşan bir askerî birlik ve teçhizatını yığacak (bir bölümü 1 Mart öncesinde sevk edilmişti bile!), ABD askerleri kendi mahkemelerinde yargılanacak ve topraklarımızdan ne zaman çıkacakları belirsiz bırakılacaktı! AKP tekrar Musul-Kerkük hayalleri kurarken, ülkenin güneydoğusunun geleceği belirsizleşecekti.

Gerçi bu “açılım” döneminde Erdoğan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin sözde “eşbaşkanı” sıfatını kullanma merakını sürdürecek, “çuval geçirme” olayına rağmen ABD odaklarına “süpürmeyin kullanın” mesajlarını iletecek, 1 Mart Tezkeresi yerine yan yollardan (Meclis’ten ek tezkereler geçirerek) ABD ordusuna lojistik desteklerini esirgemeyecek, 2003 sonbaharında Dışişleri Bakanı Babacan’ın imzasıyla 1 milyar dolar bağış karşılığında Türkiye’den Kuzey Irak’a hiçbir müdahale olmayacağı teminatını veren bir “satış anlaşmasını” kabul edebilecektir (ama ana muhalefetin bastırmasıyla bu sözleşme yürürlüğe giremeyecektir).

Üçüncü örnek, AKP’nin Suriye’ye 2011 sonrasındaki müdahaleleridir. Bu mezhepçi ve pro-emperyalist müdahalelerin çeşitli aşamaları olmuştur ama işgal ve oradaki cihatçı siyasi/askerî yapılanmaların desteklenmesi halen sürdürülmektedir. Musul-Kerkük olmadı bari Halep’e Şam’a girelim politikasının iflası ise Rusya’nın 2015’te Esad’a yardıma koşmasıyladır. Keza ABD’nin Suriye’ye girmesi, bir PYD-YPG siyasi/askerî oluşumuna desteğinde el yükseltmesi de aynı tarihten itibarendir. Erdoğan/AKP, İsrail ve ABD emperyalizmine en büyük desteği, Suriye politikaları üzerinden vermiştir.

Suriye müdahalesiyle eş-anlı olarak içerde sahneye konulan Kürt açılımı, o zamana kadarkilerden çok daha ileriye götürülecektir. Başlangıçta PYD lideri Salih Müslim üzerinden Suriye Kürt güçleriyle birlikte Esad Hükümetine karşı kuzeyden bir savaş cephesi açılmasını da içerecek ama bu kabul görmeyince, PYD-YPG ilişkileri gelgitli olacaktır. Ancak 2011-2015 dönemini kapsayan, Öcalan’ın baş müdahil olduğu yol haritasına göre Oslo’dan başlayıp Dolmabahçe toplantısında sona eren uzun “açılım” sürecinde iktidar temsilcileri ile görünürde HDP arasında pazarlıklar yapılacak, Güneydoğu’dan giren silah bırakmış temsilî PKK güçleri çadır mahkemelerinde temsilî bir yargılamayla aklanarak “barış süreci” kutlanacaktır. Sürecin siyaseten aleyhine işlediğini gören AKP sonunda masayı devirince süreç tıkanacaktır.

CUMHUR İTTİFAKININ ÖCALAN AÇILIMI

Dördüncü örnek, 2024’ün Ekim sonlarında iktidarın yeniden Öcalan’ı parlatma ve Türk-Kürt kardeşliği üzerinden yeni oyunlar kurmasıyla sahnelenmektedir. Bunun arkasında her zamanki gibi dış ve iç nedenlerin çakışması bulunmaktadır. Gerçi bu defa iktidar bloğunun iç siyasi sıkışmışlığı daha ön planda gözükmektedir. Şunlar sayılabilir:

■ AKP/Erdoğan iktidarının ömrünü (sınırsız) uzatacak bir anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçmesini sağlamak.

■ Muhalefetin yeni “açılım” ekseninin de yardımıyla bölünmesini sağlamak veya hızlandırmak. Özellikle CHP-DEM iş birliğinin önünü tıkamak.

■ Yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP’nin içini hem buradan hem CB adaylaşması üzerinden karıştırmak (Bunda başarılı olmadığı söylenemez). Bu arada bazı belediyelere kayyım atanmasını kolaylaştırmak. Esenyurt operasyonunun aslında bu açılım tezgâhıyla birlikte tasarlandığına hiç kuşku yoktur. Böylece AKP kendi tabanına “terörle hem pazarlık hem mücadele yaptığını” kanıtlamış olmaktadır.

■ Kandil’i ve kısmen DEM’i dışlayıp Öcalan üzerinden bir Kürt açılımı kurgulayarak DEM’i de kısmen etkisizleştirmek. Böylece Kürt tabanının bir bölümünü kendine çekebilmek.

■ İç cepheyi güçlendirmek tezviratı üzerinden AKP’nin teslimiyetçi, ilkesiz, mezhepçi, maceracı, militarist ve pro-emperyalist Ortadoğu politikasını meşrulaştırmak ve tartışılmaz kılmak.

Bu oyunları bozmanın birinci koşulu, AKP’nin “açılım” ve anayasayı değiştirme girişimlerine kategorik bir ret yanıtı vermekten başlamaktadır.