Google Play Store
App Store

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’de özel hastane sayısı 275, özel hastane yatağı sayısı 13 binin altındaydı. Yıl boyu özel hastaneye müracaat eden hasta sayısı da altı milyonu bulmuyordu.

En son yayınlanan rakamlara göre bugün özel hastane sayısı 565, özel hastane yatağı sayısı 55 bin oldu. Özel hastanelere yıllık müracaat da 67 milyonu geçti.

Kısacası Cumhuriyetin ilk seksen yılında ancak bir arpa boyu yol alabilen özel sağlık sektörü AKP’li yıllarda şaha kalktı.

Peki ne oldu, nasıl oldu da böyle oldu?

∗∗

AKP öncesindeki özel hastaneler gerçek birer “özel hastane” idiler.  Devletle parasal bir ilişkileri yoktu. Diğer özel sektörler nasıl çalışırsa öyle çalışırlardı. Kendilerini tercih eden hastalara hizmet verirler, kendi işlerini kendileri çevirirlerdi.

O zamanların sosyal güvenlik kurumları Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK esas olarak özel hastanelerden hizmet satın almazdı. İstisnai durumda hastalarını özele sevk ederse de özel hastanelerin para almasına izin vermezdi.

AKP işte bu mekanizmayı değiştirdi. Yeni kurulan Sosyal Güvenlik Kurumu, SGK özel hastaneleri de kamu hastanesiyle eşit hizmet satın alacağı kurumlar arasında saydı.

Üstüne üstlük gönderdiği SGK’lı hastalardan özel hastane patronlarının “ilave ücret” adı altında bıçak parası almasını serbest bıraktı. Bu paraya da sözde bir üst sınır koydu ama pratikte bu sınırın kat kat aşılmasına göz yumdu.

AKP’nin “Yürü ya kulum!” demesinden sonra özel hastane patronları da gaza bastı. Tayyip Erdoğan’ın bir keresinde söylediği gibi “Kazları bulduk, tüyleri yolalım” diyerek tezgahlarını çalıştırıyorlar.

∗∗

Özel hastaneciliğin bu hızlı gelişmesinin altında aynı zamanda tabii ki yoğun emek sömürüsü yatıyor. Ücretler öyle düşük, çalışma koşulları o kadar ağır ki, Sağlık Bakanlığı yeterli kadro açsa özel hastaneler çalıştıracak kimse bulamayacak.

Bazen özel hastane patronlarının, CEO’larının konuşmalarına rastlıyorum. Hastanelerinin ne kadar modern, ne kadar kaliteli olduğunu, en çağdaş teknolojileri nasıl da yakından takip edip kullandıklarını anlatıyorlar.

“Peki iş ilişkileriniz de hastaneleriniz kadar modern, çağdaş mı?” diye sorduğunuzda ise cevap “Susma hakkımı kullanmak istiyorum!”

Çünkü o devasa, o modern hastanelerdeki işçi-işveren ilişkilerinin merdiven altı tekstil atölyesinden farkı yok.

Eskiden kalma birkaçı dışında hiçbir özel hastanede çalışanların sendikalaşmasına izin verilmiyor, hastaneye sendika sokulmuyor.

Özel hastanelerdeki doktorların istihdam şekli ise hepten acaip.

Şimdi malum, 5510 sayılı Kanunda eski SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı çalışanları 4-A’lı, 4-B’li, 4-C’li oldular.

Bu durumda bir özel hastane işverenine bağlı çalışan bir doktorun 4-A’lı olmasını beklersiniz, değil mi?

Öyle değil.

Bugün özel hastanelerde çalışan hekimlerin büyük çoğunluğu 4-B’li, yani o hastanede “kendi adına ve hesabına bağımsız çalışan” statüsünde. Çünkü özel hastaneler çalıştırdıkları doktorları şirket kurmaya zorluyor. Sonra da onlardan hizmet satın alıyormuş gibi yapıyor.

Hastane patrona ait, alet edevat, doktorun çalışma masası bile patronun, çalışma saatlerine patron karar veriyor, çalışma koşullarını patron belirliyor ama güya patronun o hekimle hiçbir ilişkisi yok, dışardan temizlik, yemek hizmeti alır gibi hizmet alıyor. Böylece çalıştırdığı doktorun sigortasını, ihbar tazminatını, kıdem tazminatını, yıllık izin hakkını, hastalık, doğum, doğum sonrası izin haklarını gasp ediyor.

∗∗

Doktorların özel hastanelerde bu şekilde “muvazaalı” çalıştırıldığını Çalışma Bakanlığı da biliyor ama bu yasadışı duruma yıllardır gözlerini kapıyor.

Olan özel hastane patronlarının emrinde sendikasız, sigortasız, güvencesiz, tazminatsız, izinsiz çalışmak, sigorta primini kendi ödemek ve emekli olduğunda düşük maaş almak zorunda kalan doktorlara oluyor.

Biri “prekarya” mı dedi?