Özgür çocuklar mı özerk çocuklar mı?
Behiç Ak, felsefi bir konuya yine mizahla yaklaşıyor, kendimizle ve çevremizle kurduğumuz ilişkilere eğiliyor. Aşırı hızlı şehir hayatında unutulan kırsal yaşamın dinginliğinin değerini; doğanın ahenginin, insanın kendini bulmasındaki etkilerini duyumsatıyor.

Ayşe YAZAR
Bir bebeğin doğduğu ilk andan itibaren maruz kaldığı “kime benziyor” tartışması, evrensel bir tartışma. Halbuki biricik olmak ister her birey. “Sen başkasın” duygusunu hissetmek ve hissettirmek ister, armut dibine düşmek istemez. Kerem de babası Feridun Bey’le göbek bağlarını koparmak istiyor. Kerem, bunu, “Kendi geçmişini benim geleceğim ilan etmek istiyor” şeklinde ifade ediyor. Özgün çizimleri ve karikatürleri ile tanıdığımız Behiç Ak, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan son kitabı ‘Bülbüllerin Şarkı Söylediği Yer’de evrensel bir temayı okurlarının deneyimine sunuyor.
Kerem’in arayışı özgürlük mü özerklik mi?
Pazar günleri birlikte yapılan ve eğlenceye dönüşen temizlik ritüeline baktığımızda bunun özgürlükten daha dolambaçlı ve sürece yayılan, kökleri daha derinlerde bir arayış olduğunu söyleyebiliriz. Ceplerinde hikâyelerle dönen Kerem, kozasını yırtıp adeta sembiyotik bir zardan kurtuluyor, özerk hâle geliyor.
Behiç Ak karakterlerinin değişimleri birdenbire olmuyor, kimse ağrısız sancısız bambaşka birine evrilmiyor. Maddenin hâl değişimine benzeyen bir dönüşüm gerçekleşiyor. Temizlik robotu fikri temizlikçi kadına dönüşürken temizlik için gelen Tara Hanım, pazarları birlikte yapılan temizlik ritüelini daha da güzelleştiriyor. Doğanın kanunlarına uyan, onun ritmine eşlik eden bir değişim bu. Kitabın karakterlerinden Feyza Hanım’ın dediği gibi “Doğada tuhaf yoktur.” O nedenle Eşber’in kolayca çello çalabilmesi göze batmıyor hatta bu değişim ve dönüşüm dalgasına okur da kapılıyor.
Kendisiyle konuşmayan, içindeki sesle kavga etmeyen yoktur. Yoksa hepimiz içimizde bir şakşakçı besler sonra onun kölesi olurduk. Kerem’in iç sesi, evden uzaklaşınca duyulur hâle geliyor. Annesi Sinem Hanım ve babası Feridun Bey’in Kerem için seçtikleri hediyenin yaptığını kaç araba laf yapamazdı. Demek ki,
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde." Ziya Paşa
Kerem’in ailesinin yüreklendiren tutumu ebeveynlerde de yankısını bulacaktır.
Kitapta yer yer Türkiye gerçekliği de yer alıyor. Saatler 17.30’u gösterdiğinde insanların farklı yönlere gitmekten vazgeçip mutat şekilde aynı yöne doğru giderek meydanı boşaltması; yayladaki heykeltıraşın horoz, nar, simit heykelleri yapması; yayladaki tarlalara villa yapmak isteyenlerin kuraklığın başladığını fark etmeyip kışları daha az tarlaya su dolmasına sevinmeleri… Haberlerde ya da günlük yaşamın içinde tanıklık ettiğimiz bu durumlara kurmaca bir metinde rastlamak mizahi öge olmanın dışında olaylara eleştirel bakabilmenin kapısını aralıyor.
Kerem’in Eşber’le, Beyhan’ın Dilan’la, Sinem Hanım’ın Feyza Hanım’la etkileşimlerinin yanında Kerem’in, heykeltıraşla konuştuğu konular üzerine konuşmaları dikkate değer. Doğadaki uyuma dikkat çekilerek ‘Bülbüllerin Şarkı Söylediği Yer’e Mimar Hasan Bey’in ev yapmaması gerektiğini koro halinde tekrar edenlere, Hasan Bey “Sizi anlıyorum haklısınız. Doğayı da anlıyorum. Ama bize anlamayı değil yapmayı öğrettiler” diyor. Sâlâh Birsel’in ‘Dört Köşeli Üçgen’ romanının film uyarlamasındaki gözlemci gibi düşünüyorum ben de:
“Bir fikir kendiliğinden ya doğrudur ya da değildir. Değilse başkalarının o fikre katılması o fikrin doğru olduğu anlamına gelmez." Katılmaması da yanlış olduğunu göstermez.
Eşber’in hissettiği gibi serçeparmağımızı bile hissedebileceğimiz anlara, binlerce yıl önce yaşamış insanların bizlere yolladıkları elektronik postalara, iç sesini duyarak kendi dönüşümünü başarabilen özerk çocuklara…
BÜLBÜLLERİN ŞARKI SÖYLEDİĞİ YER
Behiç Ak
Günışığı Kitaplığı, 2024