Google Play Store
App Store

Yürüdükçe sadece yeni yollar öğrenmiyoruz, yeni yelkenler de açıyoruz kendimizde. Bize dayatılan tüm saçmalıklara sistemin çürümüş çarkına bir çomak sokarak en sevmedikleri şeyi yapıyoruz, alternatif yollar arıyor ve bazen buluyoruz, düşünerek.

Özgür zamanlara yürüyüş

Özge DOĞAR

“Hani bir dışarda olsam,

Hep yürürüm durmam,

Benimle beraber yürür gökyüzü, toprak,

özgürlük benimle beraber

Gökyüzü, toprak ve özgürlük ne güzel şeyler”

(A.Kadir Mapushane Düşünceleri)

Pek çok filozofun ve yazarın yürüyerek düşünebildiklerini biliyoruz. Antik Yunan döneminin bilgeleri derin düşüncelerin peşine ancak yürüyerek düştüklerini ifade ederler. Aristoteles, ders anlatırken bir aşağıya bir yukarıya hareket eder. Sokrates, Platon ve Aristoteles’ten önce Atina hayatını bilen Sofistler birer gezgindirler. Aristoteles okulunda yetişmiş olan filozoflara “Peripatetikler” adı verilmiştir. Uzun yürüyüşleri alışkanlık edenmiş olan bu kimselerin adları yürüyüş ve düşünmeyle ilişkilendirilmiş. Felsefi düşünme ve yürüyüş Orta Avrupa’daki pek çok yere de ilham olmuş; Hegel’in yürüyüş yaptığı düşünülen Heidelberg’teki Filozof Yolu. Kant’ın günlük gezintisi sırasında yanından geçtiği Königsberg’deki Filozof Barajı ve Kierkegaard’ın sözünü ettiği Kopenhang’daki Filozofların Yolu.

Yürümek gündelik hayatımızda boğulurken bizi yeniden bazen doğayla bazen diğer insanlarla çoğu zaman da kendimizle bütünleştirerek zihnimizi ve bedenimizi harekete geçirir. Kendimizle baş başa kalabildiğimiz belki de o lezzetli anlarda bir çıkış kapısı, bir yeniden doğuş ve aydınlanma hali yaşarız. Kimimiz tükenmişlik sendromunda, kimimiz merhamet yorgunluğu içerisinde yaşarken kendimizi ayakta tutmaya çalışıyoruz. Yürüyoruz bazen kötünün üzerine üzerine… Bazen salla gitsin diyoruz, yürüyoruz, yürüyüp gitsin hayatımızdan ve içimizden. Yürüyoruz tekrar kendi yolumuza, kendi akışımıza ve içimizdeki derinliklere doğru. Bazen içten dışa bazen dıştan içe akış hep içten olmuyor diyoruz bazen arkadaşlarımızla yürürken. “Yollar yürümekle aşınmaz” diyenlerin inadına biz yürüyoruz. Daha da parlatıyoruz ruhumuzu ve yeni alanlar fikirler üretiyoruz zihnimizde. Yürümenin keyfi de işte tam burada başlıyor. Çakıl taşlarını süpürüp güneşin ışığı umuda çevirdiğinde.

Yürümekten bahsediyoruz ya… Bunu en iyi yapanlardan biri Aydınlanma Çağı’nın romantik düşünürü J. J. Rousseau, ilk aklıma gelen oluyor. Bakalım yürüyüş parkurumuzda başka kimler karşımıza çıkacak?

Rousseau, Yalnız Gezerin Düşleri ve İtiraflar adlı kitaplarında yürüme sırasındaki düşündüklerini yazıya dökerek bazen isyanını bazen öfkesini bazen sevdasını kısacası duygu selini ve kendisiyle yüzleşmelerini dile getirmiş. Rousseau gerçek bir yürüme tutkunu. Yürümek gündelik hayatının bir parçası. Bu yürüyüşlerdeki kendisiyle konuşmaları edebi ve felsefi anlamda da bizler için birer kaynak.

Rousseau, yürümeye ait düşüncesini şöyle ifade ediyor:

“Tabiri caizse, başka hiçbir zaman, tek başıma ve yayan yaptığım seyahatlerdeki denli çok düşünmemiş, var olduğumu o derece şiddetli hissetmemiş ve o kadar çok şey deneyimlememiştim. Yürüyüşte, düşüncelerimi harekete geçiren ve onlara hayat veren bir şeyler var. Bir yerde kalırsam, kafam neredeyse hiç çalışmıyor; zihnimin işe koyulması için bedenimin hareket halinde olması gerekiyor. Kırları görmek, birbirini takip eden hoş manzaralar, açık hava, kuvvetli bir iştah ve yürümekle güçlenen sağlığım, hanların huzur dolu havası, bir şeylere bağımlı olduğumu bana hatırlattı -işte bütün bunlar ruhumu özgürleştirmeye, düşüncelerimin daha cüretkâr olmasına yarıyor; ben hatırlattı- işte bütün bunlar ruhumu özgürleştirmeye, düşüncelerimin daha cüretkâr olmasına yarıyor; ben istediğim gibi birleştiriyor, seçiyor ve kendime mal ediyorum.”

“Yalnızca yürürken

derin düşüncelere dalabiliyorum.

Durduğum

zaman, düşüncelerim de duruyor;

zihnim yalnızca

bacaklarımla birlikte hareket ediyor.”

Sizinle yürüyüş yaparken karşıma Descartes çıkıyor. Hayatı boyunca huzur ve yalnızlık arayan Descartes’in bu arayışı kendisini saplantılı yolculuklara itmiş olsa da, yolda olma düşüncesi etkileyici. Yöntem Üzerine Konuşmalar eserinde yolculuklar hakkındaki düşüncelerini okuyabiliyoruz.

Kimi zaman toprak kimi zaman şehrin kaldırımlarında yürüyen Descartes’a göre hızlı gitmekten ziyade patika ve toprak yollarda yavaş yürümek, insanın kavrayış yeteneğini güçlendiren, düşünceleri canlandıran bir eylem olduğunu düşünüyor. Öyle ki Descartes’e göre “… yavaş yürüyenler, eğer her zaman doğru yolu izlerlerse, koştukları halde bu yoldan uzaklaşanlara göre çok daha ileriye gidebilirler.”

Modern dönemin saplantılı yürüyüşçülerinden biri Friedrich Nietzsche. Her gün 11.00-13.00 saatleri arasında elinde not defteriyle yürüyen Nietzsche, bütün büyük düşüncelerin yürümekle ortaya çıktığını söyler. Nietzsche için oturmak, muhakeme gücünün zayıflaması, açık ve seçik düşüncelere ulaşmamaktır. Onun için yürüyüş sürecinde doğmamış hiçbir düşünceye itimat edilmemelidir.

Yürürken karşımıza bilimin çıkmaması mümkün değil elbette.

Modern bilimin şekillenmesinde etkili olan isimlerden Albert Einstein ve Charles Darwin her gün yürüme alışkanlığına sahip bilim insanlarından. İçe dönük biri olmasına rağmen Darwin, ömrünün neredeyse beş yılını, Beagle adlı gemi ile dünyayı dolaşarak şimdiye kadar yapılmış en önemli bilimsel kavrayışlardan bazılarını üreten gözlemleri not almıştır.

Yürümenin Felsefesi adlı kitabında Frédéric Gros açık havada tüm telaşlardan uzak tatlı bir esinti bırakıyor yüzümüze.

“Güzel bir havada, güzel bir ülkede telaşa gelmeden yol yürümek ve yürüyüşün sonunda da hoş bir manzarayla karşılaşmak, onca yaşam tarzı arasında zevkime en uygun olanı” diyor ve nefes almamızı sağlıyor kalabalık bir metrodan inerken.

Salahattin Demirtaş son romanı Jamal de “Yürümenin felsefi bir yönü vardır. Yürümek sadece bir yerden bir yere gitmek değildir, bir durumdan başka bir duruma, hale geçiştir” der ve ekler “düşmek istemiyorsan durma…”

Düşmemek için yürüyoruz. Bazen de düşmemek için koşuyoruz ama ne olursa olsun hareket etmek zorundayız. Öğrenmek için, yenilenmek için aydınlanmak için yürümek. Yürüdükçe sadece yeni yollar öğrenmiyoruz, yeni yelkenler de açıyoruz kendimizde. Bize dayatılan tüm saçmalıklara sistemin çürümüş çarkına bir çomak sokarak en sevmedikleri şeyi yapıyoruz, alternatif yollar arıyor ve bazen buluyoruz, düşünerek. İşte bu yüzden yürüyüşe çıkan biri yanına kitap almaz, defter alır. Yürüme yolunda öğrendikleri toz dumana dönmeden hayat kargaşasında unutmasın diye, yazar.

Yürümenin bir eziyet olarak görüldüğü günümüz dünyasında Solnit’in de ifade ettiği gibi “… masa, büyük çaplı düşünmek için doğru yer değildir.”

Yürüyüş yapabileceğimiz özgür zamanlara not düşelim bu yazıyı…