Özgürcan Alkan: İktidarın Zugzwang’ı
Sol siyasetin, özellikle 2023'teki deprem felaketi sonrası dayanışma faaliyetlerinde nüvelerini belirgin biçimde gösteren ve iyi kötü bugüne taşıyabildiği önemli bir dönüştürücü potansiyeli hâlâ bünyesinde barındırdığını, kurumsal imzaların değil siyasal aklın ortaklaşabileceği bir zemin mümkün kılınabilirse bu potansiyelin geniş halk kesimleri tarafından kucaklanmasının sanıldığı kadar uzak bir ihtimal olmadığını düşünüyorum.

Yusuf Tuna Koç
19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrasında Türkiye’de siyaset yeni bir evreye girdi. Henüz ilk gün Beyazıt’ta üniversite öğrencilerinin aştığı barikatla halk darbeyi kabul etmediğini gösterdi. Gezi’den sonra ilk kez Türkiye’de 70’ten fazla kentte eylemler düzenlendi, üniversite boykotları, Saraçhane mitingleri ile “halk siyasete geri döndü”. Bu süreçte belki en büyük dönüşümlerden birini ise ana muhalefet liderliği yaşadı.
Yıllardır Türkiye’nin geleceğini AKP-MHP eskisi sağcılarda, TÜSİAD ve Batı’nın dayattığı siyasi programlarda, iktidarın sınırladığı yerde politika yapmakta arayan muhalefet, yaşanan son süreçte halkın gösterdiği iradeyi benimsedi, tüm ezberleri yıkan halkın mücadelesine adapte oldu.
Ancak henüz hiçbir şey bitmiş değil. Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının, belediye başkan ve personellerinin yanı sıra hâlâ onlarca genç, eylemlere katıldıkları için cezaevinde. Bahçeli’nin kimi iyimser liberalin umudunu kırarcasına tekrar ettiği üzere erken seçim gündemde yok. İktidar, önce Özgür Özel’e düzenlenen saldırı, ardından çözüm sürecine dair yeni gelişmelerle tekrar kendi gündemlerini dayatmaya devam ediyor. Öte yandan gerek CHP mitingleri gerekse de üniversitedeki eylemliliklerle halk sokakta olmaya devam etse de artık daha uzun vadeli bir muhalefet stratejisinin, birleşik ve hedefli bir yol haritasının tartışılma zamanı geliyor.
Bu hafta, ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümünden araştırma görevlisi Özgürcan Alkan ile bundan sonraki süreçte nasıl bir yol katedilmesi gerektiğini, iktidar ve muhalefet stratejilerini, halkın siyasete katılım biçimlerini konuştuk.
19 Mart sonrası başlayan eylemlilik ve reaksiyon açısından ilk evrenin tamamlandığı yorumları yapılıyor. En geniş muhalefet kesimleri sizce bundan sonraki süreçte nasıl yol almalı?
Araştırma Görevlisi Özgürcan Alkan: Satrançta "zugzwang" olarak tabir edilen bir pozisyon var. Kabaca söylersek, hamle yapmak zorunda olan tarafın yapabileceği tüm olası hamlelerin karşı tarafa yaradığı, yapılacak hamlenin kaçınılmaz olarak konumunuzu gerilettiği özel bir pozisyon. Üstelik ne taş sayısı bakımından üstün olmanız bu konuma girmemenizi garanti ediyor ne de bu üstünlüğünüzün böylesi bir konumda herhangi bir hükmü var. Bir kere düşülmeye görülsün...
Siyasal iktidar bugün zugzwang pozisyonundadır. Kendi siyasal gücünü yansıtmayan, hatta öyle görünüyor ki bu gücün imkânlarının giderek altını oyan bir yargı gücünün hoyratça ve olağanüstü kullanımı da, bu konumun olağan koşullarının dayattığı "hamleler" olarak görülmeli. Burada kastettiğim iktidarın mutlak yenilgiye yazgılı bir yol yürüdüğü değil basitçe. Bu hamlelerin iktidarın toplumsal desteğini törpülediği bir biçimiyle doğru olmakla beraber, bu denkleme dayanarak oldukça kestirmeden yapılan, toplumsal muhalefeti asla bir özne kılmayan "işte gidiyorlar", "geri adım atmak zorundalar" kabilinden analizlere temkinli yaklaşılması elzem. Daha da ileri gideyim, toplumsal muhalefet açısından şayet bir zaferden bahsetmek mümkün olacaksa, öncelikle bu akıl yürütme biçimine habis bir ur olarak muamele edilmesi ve bedenden kazınıp atılması gerekiyor. Toplumsal muhalefet nasıl bir aygıtla cebelleştiğini her daim hatırlamalı, umudunu rejimin surlarında açılan gediklerden değil öz gücünden türetmeli.
"Çıkış" dediğiniz mesele açısından böylesi bir fikri mıntıka temizliğini önemli görüyorum. Neyden çıkacağımız, neyin içinde bulunduğumuz sorusuna verilecek cevapla doğrudan ilintili zira. Oldukça uzun bir süredir olağanüstü bir nitelik arz eden bir rejime bakış, alelade bir iktidar pratiğine bakıştan farklılaşmak zorunda. Olağanüstülüğü bir olağan haline getirebilme kaygısının ve bunu gerçekleştirmedeki maharetin, olağanüstü rejimleri karakterize eden önemli bir unsur olduğu unutulmamalı. 19 Mart'la başlayan süreçte iktidarın kısmi geri çekilişi, geniş halk kesimlerinin gösterdiği olağanüstü refleksle mümkün olabildi. Şüphesiz sokak eylemleri ve gençliğin direngen tavrı bu başarıda aslan payını hak ediyor. Ama bunun ötesinde, tüm içsel çelişkileriyle birlikte milyonlarca insanı asgari bir haysiyet mücadelesi müştereğinde omuz omuza getiren şeyin ne olduğuna daha fazla kafa yormak zorundayız.
BUGÜNÜN YURTTAŞLIK FİKRİ
Yurttaşlık fikri, iktidar erki ve birey arasında kurulan asgari bir haysiyet ilişkisi arayışının bir karşılığıdır esasen. Böylesi bir haysiyet ilişkisiyle kavrandığında yurttaşlığın politik, ekonomik, duygusal, toplumsal türlü farklılaşmış içeriklere gönderme yaptığını söylemek mümkün. Tarihsel mücadeleler, yurttaşlığın burjuva anayasalarında bir hukuki forma tahvil edildiği ve bu zengin özden mahrum bırakıldığı bir seyir izledi. Bu kadük kalmış fikrin tabutuna son çiviyi iktidar çakmak istiyor, saldırısı burayadır. Mücadelenin de yüzü esasen buraya dönüktür. Mesele o çiviyi çaktırmamaktır. Fakat bu zengin fikri muhataplarıyla, onu talep eden emekçi sınıflarla yeniden buluşturacak, onların içerisinde "bugünün yurttaşlığını" yeniden tartışmaya açacak bir politik akılda hiza alınmadığı sürece yenilgi de kaçınılmaz olacak. Sokağın gör dediği, adını öyle koyuyor olsun ya da olmasın, bundan ibarettir.
AKP karşıtı geniş cephe ve örgütlü muhalefet neler yapmalı?
Öyleyse, bu tartışmanın kamusallaşabileceği bir zeminin ortaya çıkarılmasına dair gösterilecek cüretin ve bu cüret etrafında birikecek gücün süreç açısından belirleyici olacağını söyleyebiliriz. Bu, şüphesiz kurumsal muhalefetin kendi epistemik lensleriyle şipşak çekebileceği bir fotoğraf değil. Sürecin bu zamana kadarki seyri, toplumsal muhalefet ile kurumsal muhalefetin bir varoluş zemininde çıkarlarının ortaklaştığı bir manzara ortaya çıkardı. Fakat bu halin bundan sonra da böyle devam edeceğinin herhangi bir garantisi bulunmuyor. Ana muhalefet davet edildiği varoluş sınavında sendelemek istemiyorsa, geniş emekçi kesimlerin talepleriyle kendi kurumsal aklını uyumlulaştırması gereken bir sürece bir an evvel kendini hazırlamak durumunda. Bunun temel göstergelerinden biri; adaylık, ara seçim gibi tartışmaların birer teknik mesele olarak geri plana atılmasının, imkânları zorlanan veya iktidar tarafından zorla dayatılacak herhangi bir seçimin birer referanduma dönüşmesinin sağlanıp sağlanamayacağı olacaktır.
SOLA DÜŞEN GÖREV BİRLEŞİK MÜCADELE
Emekçilerin yer yer birbirlerine karışan itirazlarının ima ettiği kavramların doğruca kavranarak, kurucu bir siyasi programa tercüme edilmesi sorumluluğu ise sol-sosyalist siyasetler açısından bugünün temel görevi olarak duruyor. Sıkılmadık kemer, basılmadık ümük bırakmayan mevcut koşullara karşı kamucu ve açıkça emekten yana bir siyasal hat etrafında birleşik bir mücadelenin gerekliliği, retorik umut sözcüklerini değil günün yakıcı bir zorunluğunu ifade ediyor. Kurumsal düzeyde belki de tarihinin en zayıf dönemini yaşayan sol siyasetin, özellikle 2023'teki deprem felaketi sonrası dayanışma faaliyetlerinde nüvelerini belirgin biçimde gösteren ve iyi kötü bugüne taşıyabildiği önemli bir dönüştürücü potansiyeli hâlâ bünyesinde barındırdığını, kurumsal imzaların değil siyasal aklın ortaklaşabileceği bir zemin mümkün kılınabilirse bu potansiyelin geniş halk kesimleri tarafından kucaklanmasının sanıldığı kadar uzak bir ihtimal olmadığını düşünüyorum.
Son bir parantezi, bu söyleşinin yayına hazırlandığı sırada medyaya düşen bir haber üzerine açma ihtiyacı hissediyorum. İşçi Erol Eğrek'in öldürülmesi ve sonrasında yaşananlar; tıpkı Afgan maden işçisi Mohammad Nourtani'nin vahşice yakılmasında, tıpkı onlarca çocuğu aramızdan alan MESEM'lerde, tıpkı İliç'te madencilerin toprak altında can verdiği iş cinayetinde karşılaştığımız tanıdık bir örüntüyü hatırlatıyor. Tek başına sermayenin vicdansızlığıyla açıklanamayacak kadar sistematikleşen işçi cinayetleri; siyasal iktidara yönelen muhalefet hareketinin, Türkiye'nin sermaye birikim rejiminin yapısıyla cepheden bir karşılaşmayı da göze alması gerektiğini gösteriyor. Cüret sınırının sokak ortasında işçi dövmekten çizildiği koşullarda işe buradan başlanmazsa, sanıyorum bu paragrafı değil, onun dışındakileri bir paranteze almak daha isabetli olacaktır.