Google Play Store
App Store

Canlarının istemediği her şeyi “dezenformasyon”, sevmedikleri herkesi “terörist” ilan ettikleri bir tımarhaneye çevirmeye çalıştıkları bir ülkede nefes almaya çalışıyoruz.

Özgürlükler yüzyılı: Mitomani mi propaganda mı?
Fotoğraf: Pexels

Dilara İLBUĞA YILDIRIM*

“Kendilerini bir devlet partisi olarak kodlamış olanların zihin dünyasında neler olduğuna geçmişte şahit olduk. Vatandaşın ne giyeceğine, nasıl konuşacağına, hangi okullarda eğitim alacağına, ne tür bir eğitim alacağına dahi karışan bu zihniyetin çoğulcu, özgürlükçü, kapsayıcı ve kuşatıcı olması; ötekileştirmeyen, dışlamayan bir tavırla milletin özgürlük alanlarının önünü açması mümkün değildir ve bundan sonra da mümkün olmayacaktır... Özgürlükçü demokrasinin vazgeçilmez parçası olan basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını ve demokratik hesap verebilirliği hayata geçirecek şekilde güçlendireceğiz.”

İnanması zor olacak belki ama yukarıdaki metin AKP’nin son seçim bildirgesinden bir alıntı. “İfade özgürlüğü” başlığı altında bu ve buna benzer birçok trajikomik vaat mevcut. İktidar partisinin diğer seçim bildirgelerine, tüzüğüne, liderinin konuşmalarına bakıldığında da bu ve buna benzer açıklamalar görüyoruz. AKP Genel Başkanı Erdoğan ve diğer parti yöneticilerinin Türkiye’nin kendi iktidarları ile en özgür dönemini yaşadığını vurguladığı yüzlerce konuşma da bulabiliriz. Burada söylenen ve uygulanan arasında kocaman bir uçuruma tanık oluyoruz. Bir tarafta her defasında özgürlüklerin partisi olduğunu vurgulayan bir AKP, diğer tarafta her türlü yasağın, baskının, sansürün, kısıtlamanın tek elden yürütücüsü AKP. Peki, bu çelişkinin sırrı ne? İktidar mensupları bir çeşit yalan hastalığına mı tutuldular? İktidardakilerin mitomani olup olmadığı şüphesiz psikologların çalışma alanı ve maalesef memleketin 22 yıllık geçmişi bu gibi örneklerle dolu. Ama sorunun yanıtı başka.

Nazi Almanya’sında Halkın Aydınlatılması ve Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels’in o meşhur propaganda tekniklerinden en bilineni şudur: Büyük ve basit yalanlar söyleyin ve tekrar tekrar söyleyin; sonunda inanacaklardır. Sık tekrar edilen, kolay anlaşılan, herkese hitap eden bu yalanlar şüphesiz toplum üzerindeki hegemonyayı kurarken rızayı üretir; burada da medya devreye girer. Egemen ideoloji kendisini yeniden üretmek için çeşitli araçlardan yararlanır; medya da bunun en etkin araçlarından biridir. Üretim araçlarını kontrol edenlerin, kişilerin zihnini de denetime tabi tutmak istemeleri sistem açısından adeta bir zorunluluk. O halde en basit haliyle, iktidarın medyayı ideolojisini yaymak ve kabul görebilmek için araçsallaştırdığı, bu araçla yalanlarını halka yaydığını, bunu yapamadığı anlarda da yasaklarla yıldırma yolunu seçtiğini söyleyebiliriz.

Bu sebeple, memleket kocaman bir yasaklar ülkesine çevrilmişken ısrarla özgürlük yalanları söylüyorlar. Konserler festivaller yasak, bir lisede müdürün canının istemediği kıyafet ile mezuniyet törenine katılmak yasak, saat 22.00’dan sonra alkol satışı yasak, sosyal medya yasak, grev yapmak yasak, direnmek yasak, iktidar mensuplarını eleştirmek yasak, gerçeği öğrenmek istesek haber yapılması yasak, televizyonda öpüşmek yasak, içkili sahne yasak… Bu liste çok uzun. Belli ki AKP iktidarı ile geçen yıllar pek de öyle bahsedildiği gibi “özgürlük çağı” falan değil. Şimdilerde bu listeye Instagram yasağı da eklendi. Tarihi tekerrür ettirircesine çalışan ve adını benzerlerinin yanına altın harflerle yazdıran İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Onlar konuşur AK Parti yapar” dercesine yaklaşan yasağın sinyallerini verir vermez Instagram’a erişim engeli getirildi.

Tüm bu keyfiyet rejiminin, hukuksuzluğun ortasında Instagram’ın kapatılmasını “Sosyal medya detoksu yapıyoruz, fena olmadı” şeklinde okumak aslında birçoğumuz üzerinde bu çürümüş sistemin bireysellik çukurunun nasıl derinleştiğinin ve söz konusu keyfiyetin rızasının nasıl da güzel üretildiğinin kanıtlarından biri. Yasağı eleştirmeye kalktığınızda sizi doğrudan Instagram’ı ya da sosyal medyayı savunur bir pozisyona sokmaya çalışanların sayısı da bir hayli çok. Diğer sosyal medya araçları gibi Instagram’ın da sistemin besleyicilerinden biri olduğu açık fakat burada meselenin hak ve özgürlükler meselesi de olduğu daha da açık. Sosyal medyaya yönelik örülecek eleştiri zemini, sansür ve yasaklar üzerinden tartışılamaz.

Canlarının istemediği her şeyi “dezenformasyon”, sevmedikleri herkesi “terörist” ilan ettikleri bir tımarhaneye çevirmeye çalıştıkları bir ülkede nefes almaya çalışıyoruz. Boğuluyor muyuz? Çoğu zaman, evet. İşte, sokakta, evde her yerde boğazımızda elleri var. Üstelik bu duruma da kılıf uydurdukları bir medya yarattılar. Şimdi herkes bu yazıyı okuduğu saniye A Haber’i açsa yalan ve montajla üretilen bir haber artığı görecektir. Çünkü iktidarlarını bizzat bu yalanlar üzerine inşa ettiler.

Ülkece sadece TRT ve bazı sermaye gruplarının hizmetindeki kanalları izleyelim, sosyal medya gibi bir aracımız olmasın, oturup hep birlikte Diriliş Ertuğrul izleyip ecdadımızı övelim, adına gazeteci demekten imtina edeceğimiz satın alınmış bazı isimlerin Erdoğan ile yayınlarını izleyip inanalım, mesela hep Abdülkadir Selvi’yi okuyalım, hep Ahmet Hakan’ı dinleyelim ya da iktidarın arzu ettiği gibi “yerli ve milli” sosyal medya araçlarını kullanıp tamamen denetlenelim… Arzu ettikleri, düşledikleri toplumsal ikna ve ideolojik yeniden üretim süreci tam da bu.

Bugün birkaç televizyon kanalı, birkaç internet sitesi ve gazete dışında –ki onlar da defalarca baskılara maruz kalmışlardır– ülkenin gerçeğini göremezsiniz. Hatta bazen kendisini muhalif olarak tanımlayan kişilerde ya da yayın organlarında bile gerçeği göremezsiniz çünkü egemen güç öyle baskındır ki kültürel hegemonyasının kanatları altına muhalif kesimi de almıştır. Artık çoğu kişi onlar gibi düşünür, onlar gibi davranır ve olaylar karşısında onlar gibi reaksiyon alır, düzen içi muhaliflere dönüşür ve evcilleşir. Yani hakikat, sistemin yürütücüleri tarafından sistematik bir şekilde gizlenir; açığa çıkmaya çalıştığı an ise yasaklar gelir. Bu bir deprem ânında sosyal medyaya erişim engeli getirerek de kendini gösterebilir, sosyal medyaya erişim engeli getirdikten sadece birkaç gün sonra hayvanların canice katledilmesiyle de ortaya çıkabilir.

Tüm bu karanlığa rağmen, tünelin sonunda bir ışık görünüyor. Üstü örtülemeyen, gizlenemeyen bir tarihsel zorunluluk ve hakikat yanı başımızda. Eğer yasaklar varsa hakikat de vardır ve eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Althusser ile bitirelim: “Devletin ideolojik aygıtlarının işlevi egemen ideolojiyi aşılamaksa, demek ki direniş vardır, direniş varsa, demek ki mücadele vardır ve bu mücadele sonuçta sınıf mücadelesinin dolaylı ya da dolaysız, bazen yakın, çoklukla da uzak yankısıdır.”

*Siyasal İletişim Uzmanı