Panzehir: Demokrasi
Bu ülkenin ulusal ve dini bayramları vardır. Kimi zaman coşku ve hamaset, kimi zaman da uhrevi duygularla, çeşitli ritüeller törenlerle kutlanan. Ama onlardan daha da fazla sayıda “felaket, facia ve katliam” anma günleri ile doludur takvimlerimiz.
Bundan 731 gün önce 11 ilimizde yaşanan “6 Şubat Toplu Kıyımı” da bunlardan biridir.
Evet. Buna bir “kaçınılmaz doğa olayı, bir felaket, tektonik bir hadise” gibi kaderci, mütevekkil içerikli bir etiket koymayı reddediyorum. Bilime sarılsaydık, bilimsel öğretiye ve bilim insanlarına kulak verseydik, gereken önlemleri zamanında alabilseydik, pekâlâ önlenebilecek ve “sıfır” olmasa bile çok az zayiatla atlatabileceğimiz bir olgu niteliği taşıdığı için “göz göre göre işlenmiş bir toplu cinayet, bir katliamdır” benim gözümde.
6 Şubat 2023 günü 9 saat arayla yaşanan 2 depremde hayatlarını kaybeden, sayıları 53 binin üzerinde insan da benim için birer “katliam kurbanıdır.”
Bir şeyin adını iyi koymaz ve teşhisi doğru yapmazsak, bundan sonra benzer şeylerin yaşanmasını asla önleyemeyiz. Aynı, bugüne kadar sadece depremlerde değil; sel, heyelan, yangın, maden göçükleri, patlamalar, toplu terör katliamları gibi hadiselerde yaptığımız (daha doğrusu yapmadığımız) gibi. Bir defada, üstelik sadece birkaç saniyelik süre içinde topluca bu kadar yüksek sayıda kıyıma neden olabilen en önemli doğa olayı deprem olduğundan, en büyük dikkati de buna yöneltmek durumundayız.
∗∗∗
Yerbilimciler, büyük yer kabuğu hareketlerine neden olabilecek depremlerin, bu gezegende yüz milyonlarca yıldır yaşandığını, bundan sonra da devam edeceğini biliyor ve söylüyor. Bu ülke de bu riski taşıyan bölgelerden biri. Çok temel, basit ve faydalı bir bilgi bu. Çareyi de, hem yerbilimciler hem de mühendis ve mimarlar yine aynı yalınlıkta dile getiriyorlar. Yeri iyi seçilmiş, sağlam zemine oturmuş ve belli bir bölgede muhtemel en büyük ölçüde sarsıntıya dayanıklı yapılar yapmak ve bunların içinde yaşamak.
Aslında anaokulu düzeyinde bile bir insana çok kolay anlatılabilecek bir gerçeği bu “bilimsel veriyi” neden kavrayamadığımızı ve en önemlisi de çareyi neden hayata geçiremediğimizi sorgulamazsak, hep “6 Şubat Büyük Depreminin Büyük Yas Törenleri” başlıklı ritüeller bu ülkenin rutin faaliyeti arasından eksik olmaz.
Çareyi biliyoruz aslında.
Bu anlattığımız basit önlemleri alabilecek dirayetli, bilime önem veren, halkın yaşam güvenliğini her şeyin üzerinde tutan, piyasa ekonomisinin aşağılık ve leş kokulu rant sistemini değil de en temel hak olan “güvenli konutlarda tehlikesiz bir yaşam sürmek ve pisi pisine ölmemek hakkını” gözeten yönetimlerin işbaşında olması.
Bunun da, sürüp giden demokrasi mücadelesini daha da yükseltmekten, bugüne kadar bu mücadeleyi başaramadığımız için bu ülkenin üzerine kara bir kâbus gibi çökmüş bulunan sağ iktidarlar devrini ilelebet kapatmaktan geçtiğini biliyoruz. Halkın iktidarını kurabilmeyi başardığımız gün, en temel hak olan “güvenli ve sağlıklı bir toplumda üretenlerin ulusal refahtan en yüksek payı aldığını, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin parasız sağlandığını, bilimden her alanda azami ölçüde yararlanıldığını” göreceğiz.
∗∗∗
Oysa bugün, bırakın en temel önlemlerin alınmasını, bunların anaokulundan başlayarak her düzeyde eğitim kurumlarında öğretilmesinin bile önünü tıkayan bir faşist zihniyetle karşı karşıyayız. Daha 4 -5 yaşlarından başlayarak çocuklarımıza bilimsel bilgiyi değil, hurafelerin öğretilmesini esas alan bir eğitim sistemini dayatan, okullarda bilimin değil, yabancı bir dilde dua ve surelerin öğretilmesine öncelik tanıyan, “fiziğin değil fıkıhın” öğretilmesi amacıyla hacıları hocaları “eğitimci kılığında” okullara sokan bir yönetim anlayışı, “facia-felaket görünümünde toplu katliamların” davetçisi durumundadır.
Bir yandan da devletin, sorumluluğu asla üstlenmeyen, hep başkalarını suçlu göstermeye çalışan, suçlu olduğu açıkça ortada olsa bile kamu görevlilerinin sorgulanmasına ya da yargılanmasına bile izin vermeyen bir sağ ve sığ kafalı devletin de teşhir edilmesi vazifesi önümüzdedir.
Demokrasilerde, yönetenlerin hesap verebilirlik anlayışıyla çalışması ilkesi esastır. Bu, demokrasinin asli şartlarından biridir.
Basının, yazılı ya da elektronik haber alma ve yayma mecralarının ya iktidara bağımlı hale getirilmesi ya da muhalif olanların sesinin her türlü yola başvurularak kısılmaya çalışılmasının nedeni de budur. Bunca gazeteci neden ya hapiste ya baskı ve tehdit altında ya da işsiz bırakılarak saf dışı edilmek istenmektedir?
Siyasetçilerin, üstelik sadece sol-sosyalist cenahtan değil, iktidarın icraatını eleştiren sağcı hatta faşist siyasetçilerin bile ya aforoz edilmek ya da hapse atılmak suretiyle, şantaj ve tehditle, parayla susturulmak istenmesinin nedeni de bu değil midir?
İşte, bütün bu “baskı paketi”, ekonomik ve sosyal tüm sorunların, adaletsizliğin eşitsizliğin, yoksulluğun, sefaletin sorumlusu olduğu gibi, önlenebilir felaketler için bir önlem alınmamasının o yüzden de adeta taammüden ya da olası kast suretiyle işlenen toplu cinayetlerin sorumlusudur.
6 Şubat’ı da 17 Ağustos’u da, Soma’yı da, Ermenek’i de, Çorlu’yu da, orman yangınlarını da, Ankara Gar ve Suruç katliamlarını da, Roboski’yi de hep bu gözlükle değerlendirir ve çarenin bu topraklara bir an önce demokrasinin gelmesi için var gücümüzle kitlesel ve kol kola mücadele olduğunu kitleye kavratırsak, işte o gün “yırttığımızın günüdür.”