Parçaların isyanı
İki seçenek var. Ya mekânınızı siz yaratırsınız ya da aşkın bir varlık, tanrı yahut iktidar tarafından kendi idealine göre yaratılmış bir mekâna yerleştirilirsiniz. İlkinde varlığın önceden belirlenmiş bir biçimi yoktur, mekânını biçimlendirdikçe kendini de biçimlendirir. İkincisi durumda varlık iktidarın yarattığı bir formdur ve ne biçimini ne de mekânını belirleyebilir, her ikisi de aşkın varlığın tasarımlarıdır. Varlık ile mekân, parça ile bütün birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. Antik dönemdeki summetria anlayışına göre parça tek başına güzel olamaz, parça ancak bir bütüne dahil olduğunda, diğer parçalar ve bütünle uyumlu bir ilişki kurduğunda güzelin ortaya çıkmasına ancak katkıda bulunabilir. Güzel, sayılarla yaratılır, sayısal bir ilişkidir. Güzel, parçaların birbirleri ve bütünle oluşturdukları orantıdır. Bu güzellik anlayışını Platon, Pisagor’dan devralmıştır. Pisagor’a göre evrenin yapıtaşları sayılardır. Kozmos güzeldir, çünkü irrasyonel değil, rasyonel sayılarla inşa edilmiştir. Sayılar ancak küsuratsız, tam sayılar olarak bütüne dahil olabilir. Küsuratlar kusurlardır, parçalar kusurlarından arındırılır. Oysa küsuratlar bir bedeni biricik kılan niteliklerdir. Mevzubahis bütünse, bireysel nitelikler teferruatlardır. Pisagor’dan etkilenen heykeltıraşlar Polikleitos ve Praksiteles tam sayılardan oluşan kanonik insan heykelleri yarattılar. Bütün ve parça arasındaki ilişki sadece sanatı ya da felsefeyi ilgilendiren bir konu değildir, aynı zamanda insan ve toplum arasındaki ilişkiyi de tanımlar ve aşırı politiktir.
PİSAGORCU ANLAYIŞ
Devlet hem heykel hem heykeltıraştır. Latincede heykel (statuae) ve devlet (status) sözcükleri aynı kökten türemiştir, “statis”, yani durağan, hareketsiz. Önce bedenler teferruatlarından arındırılıp halk denilen bir kütle üretilir, ardından da bu malzemeye biçim verilerek iktidar kendi bedeni ve mekânını yaratır. 19. yüzyılda istatistik biliminin gelişimiyle birlikte evrenin sayılardan oluştuğuna dair Pisagorcu anlayış yeniden egemen oldu ve devlet artık evrenini sayılarla inşa ediyor. Halk denilen malzemeyi oluşturan her parçaya bir kimlik numarası, rasyonel bir sayı verilir. Ve devletin bedeni sayılarla inşa edilir. Organlar ve uzuvlar bedenin başına, hükümdara itaat etmelidir, yoksa bütünü oluşturan sayısal uyum bozulur ve parçalar çirkinleşir. Dediklerine göre parça tek başına güzel olamaz, ancak bütüne dahil olduğunda güzelleşebilir. “Üç çeşit yalan vardır: Yalan, kuyruklu yalan, istatistik” (D. Huff, İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir? Sarmal). Üstelik bu yalana parçalar da inanmıştır. Oysa parçalar tek başlarına, küsuratlarıyla da güzeldir, fakat parçalar artık kendi küsuratlarından nefret etmektedir; anomali olarak yok sayıp kendilerini tam sayılar halinde ifade edeceklerdir. Zira teferruatlar uyumu bozabilir, gözaltına alınmalarına, şiddete maruz kalmalarına neden olabilir.
DEVRİM ŞEHİDİ TERİMİ
Vatan, bedenlerin kendi aralarında kuracakları ilişkilerle kendilerini yaratacakları, küsuratlarına rağmen bir arada yaşayacakları bir mekân olarak değil, aksine iktidarın bedeni olarak, tam sayılarla inşa edilmiştir. Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır. İktidar ayakta kalsın diye küsuratlar anında bertaraf edilir ve gerekirse sayılar, iktidarın bekası için kendilerini feda etmelidir. İktidar bedeninin ayakta kalması için şehit kültü yaratılmıştır. Üstelik aynı kült devrimciler tarafından da benimsenmiş, “devrim şehidi” gibi oksimoron bir deyim icat edilmiştir. Şehitlik, yaşamın değil, ölümün yüceltilmesidir. Oysa devrim, devinmek demektir; yaşamdan yana olmaktır, kısacası dans edebilmektir; devinen bedenlerin statükoyu ve inşa ettiği heykel bedeni alaşağı etmesidir: Özgürleşen parçaların, kendi aralarında kuracakları bağlantılarla kendi mekânlarını yaratması.
“Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir” (Marx). Sadece filozoflar mı? Artık herkes yorumcu; yerleştirildikleri yerden hayatı yorumluyor. Yorumlanan, canlı bedenler değil, ölü sayılardır. Dünya ancak canlı bedenlerin, uyumsuz parçaların bir araya gelmesiyle değişebilir. “Canavarı uyumsuz öğelerin bileşimi olarak tanımlamak adet olmuş… Ben kendine özgü, tükenmez her güzelliği canavar olarak tanımlarım” (Alfred Jarry).