Pazar araştırması
Maymunların taklitçi hayvanlar olduğunu düşünürüz, oysa konu taklitçilikse hiçbir hayvan insanın eline su dökemez. Maymun ve insan yavrularını izleyen bilginler şuna tanık olmuşlar: ilk altı ay, hatta neredeyse ilk bir yıl maymun yavrusu insan yavrusundan daha önde ama bir noktadan sonra insan yavrusu öne geçiyor ve hızla fark atıyor. Nasıl öne geçiyor? Taklit ederek. İnsanların diğer tüm memelilerden üstünlüğü bu taklit yetenekleri. Annelerinin babalarının kardeşlerinin, giderek televizyonda okulda gördüklerinin hepsini taklit ediyorlar. Taklitler gitgide karmaşıklaşıyor ve personamız muazzam bir taklit gösterisi halini alıyor. Öyle ki “esas ben kim?” sorusu yanıtlanamaz oluyor. Gördüklerimizin muazzam bir taklidiyiz, kuşkusuz bir ben var bizde bizden içeri ama bunu farkına varmak için de Yunus olmak gerek.
Bir toplum düşünün. Bu toplumu yöneten, başarılı olan, keyifli olan neredeyse herkes ahlaksızın, şerefsizin, sahtekarın önde gideni ve hepsinin de yaptıkları yanlarına kar kalıyor. Böyle bir toplumun içinde doğduysanız, daha erdemli bir geçmişle veya bir başka toplumla kıyas yapma şansınız yoksa, karakteriniz nasıl gelişir? Kimi örnek alırsınız, kimi taklit edersiniz? Bu taklitçiliğin sonunda siz nasıl bir insan olursunuz? Böyle bir toplumda, birkaç bebeği öldürmek gibi bir teferruat karşılığında akşam mükemmel bir alem yapma fırsatını geri tepmeyecek insanlar türemez mi? Önünüze üç öğün yemek konulan bir “kamp”ta omzunuz sıvazlanarak birkaç yıl geçirme şansı bulmuşken karınızı, sevgilinizi neden öldürmeyesiniz ki? Kim olduğuna dair hiçbir fikriniz olmayan bir amcayı sırttan vurarak kendi çevrenizde ömür boyu devam edecek bir itibar kazanacaksanız, kim tutar sizi?
∗∗∗
Milan Kundera “Unutmak istediğimizde hızlanır, anımsamak isteyince yavaşlarız” der. Geçim derdi ve çöp bilgi yığılmasıyla aşırı hızlı hayatlar yaşıyoruz, bir de dönüp arkamıza baksak ünlü tekerleme aklımıza gelecek. Hızlı yaşıyor, hızlı tüketim ürünleri gibi hızla tükeniyoruz.
Genç insan şirkete girdiği gün akıl almaz bir ahlaksızlığın başarı kriteri sayıldığı bir ortamda bulur kendini. Örneğin bir gıda şirketindesin ve apaçık ki, sattığın ürün toplum sağlığını yok eden bir zehir. Bu gerçek kabak gibi ortada olmasına rağmen göz ardı edersin, çünkü bu bilgiyle yaşayacağın vicdan azabı kariyerinin hızını düşürmekten başka bir işe yaramaz. Zaten hafifletici sebepler hemen sıralanır: Kim sağlıklı ürün satıyor ki? Almasınlar kardeşim, zorla mı satıyoruz? Allah’ın belası enteller abartıyor, bok mu yesin millet?
Şirketlerde garip terimler kullanılır: “Savaş odası” veya daha yaygın kullanımıyla “War room” bunlardan bir tanesi. Bu odaya en akıllı insanlardan ziyade, aynı havalı okuldan mezun kankalar davet edilir ve rakip şirketin pazar payını ele geçirme, mümkünse batırma ve yıl sonunu muzaffer komutanlar olarak kutlama planları yapılır. Başarı için her yol mübahtır, işten atılacak “zayiat” da her savaşın olağan sonucundan başka bir şey değildir.
Doksanlarda doğup şu an iş hayatında en faal olan kuşağın siyasi parti kavramı ile şirket kavramı arasında bir fark görmesi için hiçbir neden yok. Buna göre siyasi partiler için de kazanmak tek ölçüttür. Kazanan doğrudur veya kazanan doğruyu tanımlar.
Şirketlerin en doğal hak olarak gördükleri bir başka kavram da “pazar araştırması”. Ayakta kalmak ve rakiplerini alt etmek isteyen şirketler düzenli pazar araştırmaları yaparlar. Bu araştırmalarda amaç daha iyi bir toplum yaratmak filan değil haliyle, güldürmeyin. Şirket, pazarı para kazanmak için araştırır: Tüketici ne istiyor, ne yaparsak daha fazla müşteriyi kendimize çekeriz, nasıl bir ambalajlama yapalım ki daha fazla insanı kandıralım?
Siyasi araştırma yapan bir araştırma şirketi aynı zamanda ticari araştırma da yapar. Hakimleşen inanca göre, tüketici ve seçmen arasında bir fark yoktur. Ekstra bir gazoz satmak ile bir oy fazladan almak birbiriyle tıpatıp aynı şeylerdir. Siyasi partiler de tıpkı şirketler gibi nabzı yoklamalı, şerbeti buna göre yapmalıdır. Hatta mümkünse işine gelecek eğilimleri beslemeli, seçmenin veya tüketicinin aşil tendonunu hedeflemelidir. “Hızlı tüketim” her zaman kazandırır, uzun vadeli çözümlerden bahsedince tüketicinin uykusu gelir, o halde verelim gazı, öttürelim borazanı.
∗∗∗
CHP’nin ve belediyelerin muazzam bir finansal gücü var. Bu finansal gücün pazarı sadece bir gün ismi olarak görmesini ve enerjilerinin daha fazla bir kısmını halkın uzun vadeli faydasına araştırmalara aktarmasını dilerim. Taklit edilecekse AKP değil, SHP taklit edilebilir. Yarın erken seçim olsa, ülkenin agrostiş olarak kullanılmayacak adalet ve kalkınma önerilerine ihtiyacı var. Ekonomi nasıl düzlüğe çıkartılır sorusuna yanıt veren bir yoldaşımız Nobel aldı, dünyanın her yerinde ilim irfan için emek harcayan binlerce beynimiz var. Yoksullar, Suriyeliler, Kürtler hakkında neler düşünüyoruz? Cinsel yönelimden, kadın cinayetlerine kadar “pazar payını” değil, insan haklarını baz alan ne gibi planlarımız var? Böyle gelmiş böyle mi gidecek, insanlar tükettiği kadar mı var olacak?
∗∗∗
Yeni doğan meraklı gözler, dürüstlüğün enayilik sayılmadığı bir dünyayı daha fazla görsün, taklit edecekleri güzel şeyler de olsun. Dandik tartışmaların, saçma mavraların, günübirlik siyasetlerin taklidinden kimseye fayda yok.