Google Play Store
App Store

Uraguaylıların Pepe’yi sevmek için somut nedenleri vardı. Onun başkanlığı döneminde ekonomi yıllık ortalama yüzde 5,4 oranında büyümüş, yoksulluk ve işsizlik azalmıştı.

Halk kendileri gibi giyinen ve yaşayan, sık sık 1987 model açık mavi Volkswagen Beetle arabasıyla aralarında dolaşan, maaşının yüzde 90’ını yoksullara bağışlayan, devleti sosyalleştiren, kürtajı yasallaştıran, eşcinsel evliliklerini tanıyan ve esrar pazarını devlet kontrolüne alan, “dünyanın en yoksul başkanıPepe’lerini sevmesin de ne yapsındı?

Peki, biz neden sevdik? Biraz Uruguaylılarla aynı nedenle, biraz da kendi ülkelerimizdeki liderlerde görmediğimiz bir sadeliği ve “halk için halkla birlikte” olmayı onda gördüğümüz için.

Gerillalık dönemine ait eylemleri ve Robin Hood’luk hikâyeleri de sevilmesine neden olmuştur.

İnsanlara anlattığımız sosyalizmi kendimizde, kendi yaşantımızda somutlaştırmak. Hayatı, paraya kafa tutarak ve bir dayanışma olarak yaşamak… Söylemesi kolay, onda görünce sevmesi de kolay ama uygulaması pek kolay olmayan bu!

Pepe, mutluluğa değil de çok fazla zenginliğe odaklanmaya sadece teorik olarak itiraz etmiyor, o itiraza uygun yaşıyordu. Hayatın elimizden kayıp gitmesine karşı çıkarken, ölümü de “bir savaşçının dinlenme hakkı” olarak karşılıyordu.

Taç giyen baş akıllanır derler, iktidarın hızlı solcuları da düzenle uzlaşacağı beklentisinin ifadesi olarak… O, bu anlamda pek akıllanmadı; başkanlık yaptığı sürece devrimci ideallerinden vaz geçmedi.

Onu “silahını ve devrimci ideallerini bir kenara bırakmış, sempatik bir yaşlı adam” olarak tanımlayanlar olduysa da, o yaşadığı hayatla, keskin laflar edenlerden çok daha net bir sosyalistti.

Yaşayabileceği ve yaşasa gayet doğal karşılanacak bir başkanlık sarayı vardı. Ancak, “Eğer hayatınızı maddi anlamda çok karmaşık hale getirirseniz, zamanınızın büyük bir kısmı buna harcanır. Bu yüzden 40 yıl önceki gibi yaşıyoruz hâlâ; aynı mahallede, aynı insanlarla, aynı şeylerle. Başkan olduğunuz için sıradan bir insan olmayı bırakmazsınız” diyebilmek ve öyle yapmaktı “zor” olan.

Solcu bir dünya görüşü, gelecekteki bir ütopyayı hayal etmeyi gerektirir, ama insanın şu anda yaşadığı hayatı unutma hakkı yoktur” diyor, hayal ettiği ütopyaya uygun yaşıyordu. Ona göre; “Bugünü daha iyi yapmak için verilen mücadele en önemli görev olmalı”ydı.

Sosyalizmi yüzlerce sayfalık kitaplarla, ağır kavramlarla anlatabilirsiniz. O en yalın haliyle anlattı; “İnsanların özgürlüğü ve eşit haklara sahip olması.”

Kapitalizmi ise yalnızca mülkiyet ilişkilerinden ibaret görmüyor, onun tüketim çılgınlığı ve bencillik haliyle yarattığı “zihinsel yoksulluk”la mücadeleyi de görev sayıyordu. Sol, kapitalizme “dayanışma kültürüyle” pratik olarak karşılık vermeliydi. Bencilliğin ve paranın insan ilişkilerini belirlemesine karşı çıkmalıydık.

Sosyalizm yaşayarak da göstermemiz gereken bir ahlaktı onun için. Söylemesi kolay ama yaşaması zor olan da bu değil mi?

Pepe’ye göre; “Kapitalist duvar ustalarıyla sosyalist bir bina inşa edilemezdi.” “Neden? Çünkü inşaat demirini çalacaklar, çimentoyu çalacaklar; çünkü sadece kendi sorunlarını çözmeyi düşünüyorlar; çünkü biz böyle yetiştirildik.

Pepe, sosyalizmin her şeyden önce kendimizde somutlayıp göstermemiz gereken bir kültür, ahlak ve onun pratiğe dönüşmüş hali olduğuna inanıyordu. Ona göre, “Sol her zamankinden daha devrimci olmalı”ydı ve “Bu, düşündüğün gibi yaşamak” demekti. Aksi takdirde, yaşadığımız gibi düşünmeye başlardık!

Pepe olmanın zor tarafı düşündüğün ve insanlara anlattığın gibi yaşamaktı ve zorluk biraz da onun neslinin yaptığı “safça hatalar”dan kaynaklanıyordu!

Pepe’ye saygı duruşumu gelecek yazıda onun ağzından bu hataları anlatarak sonlandıracağım.

Not: Sevgili Hikmet Çiçek’in, 20 yılı cezaevlerinde olmak üzere 76 yıldır çarpan kalbi durdu. Dün Ankara’da toprağa verildi. 1986’da tahliye olduktan sonra yollarımız kesişmiş, 2000’e Doğru ve Siyah Beyaz’da birlikte gazetecilik yapmıştık. Güzel anılar birikti o günlerin dostluğundan. Işıklar içinde yatsın.