Google Play Store
App Store

Yirminci yüzyılın sonunda Truman Show, Fight Club ve Matrix gibi üç devrimci senaryo ana akım izleyiciye ulaşacak şans buldu. Bu senaryoların stüdyoların sansür engelini nasıl aşabildikleri hala bir gizemdir benim için.

Baba filmi olağanüstü bir beğeni toplayınca Puzo ve Coppola, çok daha büyük finansal ve entelektüel özgürlükle ikinci filmin senaryosunu yazmaya girişler. Şöyle bir replik yazarlar: “Zenginliğinden utanma. Zenginlikten utanmak fakirleri daima fakir kılmak için zenginler tarafından uydurulmuş bir yalandır.”… Stüdyo bu repliğe şerh koyar ama çekilmesine de ses çıkartmaz. Filmin yayına girmesinden kısa bir süre önce Amerikan Devleti’nden yetkililer Coppola’yı ziyaret ederler ve ona bu repliğin olduğu sahneyi filmden çıkartması için “reddedemeyeceği bir teklif” yaparlar. Sahne çıkartılır ve film bu sahne olmadan yayına girer.

Burjuva demokrasisini sıradan bir diktatörlükten ayıran yegane kavram frekans aritmetiğine gösterilen özen olabilir. Topu topu on bin entelin izleyeceği bir filmde sisteme karşı en sert eleştiriler getirilebilinir. Burjuva demokrasisi bu filmi yasaklamanın izleyici sayısını artırmaktan başka bir işe yaramayacağını bildiği için filme hiç müdahale etmez. Böylece hem ne kadar demokrat olduğunu kanıtlar, hem de on bin entelin bir tür futbol maçı izleyicisi gibi boşalıp rahatlamasına katkıda bulunur. Ağır bir politik filmi izlediği sinema salonundan çıkan entel, camiden çıkan bir mümin, maçtan çıkan bir holigan gibi mutlu ve uysaldır.

Öte yandan iş “ana akım filmlere” geldiğinde sistem ipin ucunu hiç bırakılmaz. Zaten tüm yapımcılar eski dosttur ve zaten başarılı yapımcıların başarı sırrı nereye işeyeceklerini iyi bilmeleridir. Milyonların izlediği kitle sinemasında Baba 2’deki gibi bir replik hiç yazılmayacağı için, onu sansürlemeye de gerek olmaz.

İşte bu piyasa gerçeklerine rağmen, baştan aşağıya devrimci mesajlar veren bu üç filmin nasıl kitlelerle buluşturulduğunu hiç anlayamam. Belki milenyum arifesinde ipleri biraz gevşetmek istediler, belki filmlerin dönüştürücü gücünü hesap edemediler, belki birbirlerini gaza getirdiler…

Matrix’deki “Bizi böyle görüyorlar” diyerek pil gösterilen sahne, bir çocuğun bile anlayacağı basitlik ve düzlükle kapitalizmi özetler.

Şeker öldürür. Karbonhidrat da şekerdir. O nefis tatlılar, harika pastalar, lezzetli ekmekler filan hepsi temelde zehirdir. Soğuk Savaş yıllarının en gözde propaganda görselleri kapitalist ülkelerdeki marketlerdeki çeşit zenginliğiyle, sosyalist ülkelerdeki “ruhsuz” market raflarını karşılaştıran görsellerdi. Oysa o “zengin” marketlerdeki neredeyse her şey insan ömrünü kısaltan zehirlerden oluşur. Yediğimiz cicili bicili besinlerin pek çoğu genetik yapılarından ambalajlarına kadar zehirdir. Eğer sigaranın üzerinde “öldürür” ibaresi varsa aynı ibare tüm işlenmiş gıdaların, çikolataların, gofretlerin, hamur işlerinin üzerine de konmalı.

Peki bu basit gerçeği devletler bilmiyor mu? Bilmelerine rağmen neden tüm bu zehirlerin serbestçe satılmasına, özendirilmesine, çocuklara yedirilmesine izin veriyorlar?

Çünkü biz piliz. Verimli olduğumuz bir çağ var. Verimliliğimiz bitince emekli oluyoruz ve kapitalizm için emekli demek parazit demek. Sistem senin bütün enerjini emmek ve daha sonra seni çöpe atmak istiyor. Bu nedenle sana ekmeği, şekeri, kafeini, karbondioksiti, elektromanyetik dalgaları basıyorlar. Ellili yaşlardan itibaren fazlalıksın ve ölmelisin. Ne kadar erken ölsen o kadar iyi. Gençliğini sigara, enerji içeceği, alkol, abur cubur ve fast food ile tüketmelisin ki, hücresel yapın erkenden bozulmaya başlasın.

Endüstriyel yumurtacılık dünyadaki en entegre kitlesel işkence. Tavuklar rafta doğar, rafta yaşar ve yumurta üretemez hale geldiklerinde (kolay pişmediği için daha sağlıklı olduğuna inanılan ve “köy tavuğu” diye satılan kart tavuklar olarak) kesilir. Verimlilik en önemli kavramdır. Raflara kitap gibi yan yana konulan tavukların önünde vitaminli su ve yem geçen bir kanal vardır. Tavuğun poposunun olduğu yerde de yumurtasını bırakacağı bir kanal vardır. Tavuk daha çok yumurtlasın diye günde bazen iki kez, bazen üç kez ışıklar açılır ve kapanır. Tavuk yapay ışıklar altında 24 saati üç gün gibi yaşar ve daha çok yumurtlar. Bazı tesislerde verimlilik artması için klasik müzik yayını yapılır.

Gençlerin verimliliği de çok önemlidir. Civciv insan, tavuk anası ve horoz babası tarafından iyi bir yurttaş olmak üzere eğitime başlar. Okul bir yandan, hapishane karşı yandan civcivi iyice terbiye eder. Civciv yumurtlama yaşına geldiğinde (elbette zorlu sınavları geçerse) bir plazaya veya fabrikaya yerleştirilir. Önüne zehirli gıdalar, “kafa dinlendirici” uyuşturucu ve uyarıcılar yığılır. Genç tavuk önüne konulanı yemeli ve poposundaki kanalı boş bırakmayıp yeni civcivlerle doldurmalıdır. Bu nedenle LGBT filan çok kötü bir şeydir, aslolan sisteme yeni civcivler katmaktır ki, tesis sürekli büyüsün, sürekli kazansın.

Sayılı günler çabucak geçer, kartlaşan tavuğun üretim gücü azalır. Pil tükenmiştir. Tavuk alkışlar içinde kesimhaneye yollanır. Kümesten çıkarılıp kesimhane aracına yüklenirken yaşadığı kısa süre tavuğun ömründe güneşi gördüğü tek büyülü andır.

Sürekli tüketmek ve tüketmek için üretmekten ibaret bu dev tesiste, 8 milyar tavuk veya pil yaşıyor. Alınterine sadece günü kurtaracak kadar değer biçilen insanların, üretimden kesildikten sonra yaşaması sistemin işine gelmiyor.

Bana “Gençlere ne tavsiye edersin?” diye soruyorlar. “Önce bir genç olduğunuzun farkına varın, bir şükredin, saat gibi çalışan sağlıklı bir organizmanız için mutlu olun” diyorum. Gençliğin görkemini gençlerden gizlemek, kan emici vampirlerin gençlerin deli kanını doya doya emmeleri için planladıkları bir proje olabilir mi?

Gençlere kolayca reddedebilecekleri ve genelde reddettikleri bir teklifte bulunurum: “Bu tüketim zincirinden kop. Kendine ve bedenine saygılı ol. Bol bol gez, bol bol dans et ve bol bol seviş… Sana kendini sunacak kadar yaklaşan insanın varlığına ve benliğine özen göster. Ne ekersen onu biçersin, saygı da en verimli tohumların başında gelir. Sen bir dünyalısın, evrenin merkezi, doğanın hakimi değilsin. Bir dil bil ki bütün bu dünya senin olsun. Hayatının paha biçilmez yıllarını bir ev ve bir araba uğruna dallama şirketlerin, sallama verimlilik raporlarına göre harcama… Oyundan çık. O muazzam enerjini, dünyadaki kısa misafirliğin boyunca dünyaya anlam katacak şeyler üretmek için kullan.”

Tabi ben bunları söyleyince çoğu gencin uykusu geliyor. En dobra olanları da “Ok boomer,” deyip geçiyor.

“Senin boomlamana ne kadar kaldı sanıyorsun a civciv?” desem mi, yoksa Truman Show’un finalindeki gibi, tek başıma kapıdan dışarı çıkıp gitsem mi?

Veya Fight Club’ın ilk iki kuralını, hemen şuracıkta çiğnesem mi?