Google Play Store
App Store

Klasik müziğin ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden piyano virtüözü Gülsin Onay, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Onay, “Chopin, sanki ruh ikizimmiş gibi hissediyorum. O, notalarla bana bütün sırlarını veriyormuş gibi geliyor” diyor.

Piyano virtüözü Gülsin Onay: Chopin sanki ruh ikizim

Işıl Çalışkan

Türkiye’nin dünyaya armağan ettiği piyano virtüözü Gülsin Onay, bir müzik dehasının nasıl filizlendiğinin canlı bir kanıtı. Babası Alman kemancı, annesi tutkuyla bağlandığı piyanonun ilk yol göstericisi, dedesi ise Türkiye’nin ilk doktoralı matematikçisi Kerim Erim… Gülsin Onay, müzikle matematiğin kesiştiği bu benzersiz aile dokusunda, “sanatın evrenselliği”ni soluyarak büyüdü.

Henüz 3,5 yaşında başladığı piyano serüveninde, 6 yaşında TRT İstanbul Radyosu’nda verdiği ilk konserle adeta bir yıldız gibi parladı. 80’i aşkın ülkede sahne alan, Mozart’tan Schumann’a, Chopin’den Saygun’a uzanan geniş repertuarıyla dinleyenleri büyüleyen Onay’ın müzikle ilişkisi, bir ömür süren bir aşk hikâyesi adeta.

Uluslararası arenada istisnai bir Chopin icracısı olarak anılan Onay, bestecinin notalarda sakladığı aşkı, hüznü ve coşkuyu dinleyiciye aktarmadaki ustalığıyla tanınıyor. “Chopin sanki sırlarını bana fısıldıyor” diyen sanatçı, aynı zamanda hocası Ahmed Adnan Saygun’un eserlerini dünyaya taşıyarak Türk müziğinin evrensel dilini perçinliyor. Saygun’un piyano konçertosunu 19 ülkede icra etmesi Onay’ın müzikteki köprü kurucu kimliğinin en somut örneği. Meziyetleri anlatmakla bitmeyen usta isimle müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.

Serüveninizin en başından başlamak isterim. İlk konserinizi 6 yaşındayken vermişsiniz. Bir çocuk için ilginç bir tecrübe olsa gerek. Bir çocuk gözüyle nasıl karşıladınız bunu?
Aslında çok severek karşıladım. Çünkü piyanoyu ve annemi çok seviyordum. Tabii, babamı da çok seviyordum; o kemancıydı. Ama piyanoya çok küçük yaşta başladım, 3,5 yaşındaydım ve ilk konserimde o kadar mutluydum ki, bitmesini istemedim. İlk konserimi TRT İstanbul Radyosu’nda vermiştim. Şimdi de programlar yapmaya devam ediyorum. Aslında babam bir kemancı olsa da Türkiye’ye geldikten sonra, babam Alman ve orada keman eğitimi almış, ancak annemle evlenip Türkiye’ye gelince, keman ve Almanca dersleri yeterli olmamış ve o da anneannemlerin köşkünde arka bahçede bir oyuncak atölyesi kurmuş. Oradan da radyo kutuları yapmış. Demek ki o yaptığı radyo kutuları, beni bir yerde radyoyla birleştirecekmiş.

Aslında müziğin içine doğmuşsunuz. Sanki başka bir şey olmazmış gibi.
Herhalde olmazdı ama başka şeyleri de çok severdim. Mesela tiyatroyu çok severdim, matematiği çok severdim… Bir ara Paris’teyken kuzenlerimle buluşuyorduk, onlar İsviçre’de yaşıyorlardı ve ben o zaman Almanc’yı pek bilmiyordum. Hani kulaktan dolma vardı ama babam hep Türkçe konuşarak öğrenmişti. Onun için hep evde Türkçe konuşurduk. Onlarla anlaşabilmek için küçükken doktorculuk oynamıştık. O zaman hatırlıyorum, onlar küçüktü tabii, ben belki 12-13 yaşlarındaydım ve hemşire olmuştum. O dönemde pek heveslenmiştim, aslında doktor da olabilirim diye.

Dedeniz de matematikçiydi, değil mi?
Evet, Kerim Erim. Türkiye’nin ilk doktora sahibi biliminsanı. Einstein ile de görüşmüş.

Ne hoş, ne kadar şanslısınız…
Evet, çok büyük bir biliminsanıydı. Tabii, belki müzikle matematik arasında da bir bağ vardır. Hep söylerler, beyindeki aynı bölgeler… Ama aynı zamanda Bach’ın müziğiyle matematiği çok bağdaştırırlar. Yine de müzikten başka bir şey beni tam olarak çekmedi diyebilirim. Yani, müzikten başka bir şey olamazdı.

35 SAATLİK EZBERİM VAR

İyi ki de müzik olmuş. Biz de çok şanslıyız müzik olduğu için. Aslında piyano hem fiziksel hâkimiyet hem de duygusal bir derinlik gerektiriyor. Baktım, 50 yıl olmuş Gülsin Hanım, yarım asır. Bu dengeyi nasıl korudunuz? Piyanoyla ilişkinizi nasıl anlatırsınız?
Her geçen yıl, ilişkim daha da derinleşiyor ve devam ediyor. Piyano başlıbaşına bir orkestra; o kadar güzel imkânlar var ki… O enstrüman gerçekten bir hazine ve onun için yazılmış muhteşem eserler var. Şimdi tabii hangi birini seçeceğimi bilemiyorum: Mozart’ı mı, Schumann’ı mı, Chopin’i mi, Saygun’u mu, Ravel’i mi, Tchaikovsky’i mi, Rahmaninov’u mu… Saymakla bitmez. Belki benim repertuarım çok geniş, şu anda başlasam 35 saatlik bir ezberim var. Bunun 3-4 katı kadar eser yazılmış aslında. Düşünebiliyor musunuz? Hiçbir piyanist ömründe hepsini çalmaya vakit bulamıyor. Hatta en geniş repertuara sahip olan Richter’in bile çalamadığı eserler var, çünkü zaman olmuyor artık… Ne güzel bir şey aslında. Nesilden nesile de böyle piyanistler yetişiyor, buna o kadar seviniyorum ki; öğrencilerim, gençler… Öğrencim olmasa da müthiş yeteneklerin ilerleyip olağanüstü başarılar elde etmesi ve müziğin ölümsüz olması. O hep yaşayacak, 200 sene de geçse, 500 sene de geçse hiç bitmeyecek.

Chopin’i, Mozart’ı, Beethoven’ı müziği aracılığıyla keşfetmek nasıl? Siz onları her geçen gün farklı bir yönüyle keşfediyorsunuzdur eminim.
Gerçekten öyle oluyor. Sanki çok iyi tanıdığım insanlarmış gibi geliyor. Belki eserlerinden aldığım o ruhunu hissediyorum. Bazılarınkini daha yakın hissediyorum.

Mesela?
Mesela Chopin.

Uluslararası alanda istisnai bir Chopin icracısı olarak hafızalara kazındınız zaten. Birçok piyanist gerçekten eserlerini icra ediyor fakat siz kişisel bir dokunuş elde etmeyi başarmışsınız. Bu nasıl bir şey?
Teşekkür ederim. Aslında bakarsanız amatör piyanistler bile Chopin’e kendilerini yakın hissediyorlar. Neden? diyeceksiniz. Öyle bir dili var ki, sanki sizin için yazmış gibi hissediyorsunuz o notaları. Ben 6 yaşındaki konserimde de Chopin valsi çalmıştım. O yüzden o yaşlardan itibaren Chopin, sanki ruh ikizim gibi hissediyorum.

PİYANO KRAL OLUYOR

Ne güzel.
Gerçekten öyle. Heyecanlarını hissediyorum, ne kadar üzüldüğünü hissediyorum, bazen çok mutlu olduğunu, çok âşık olduğunu hissediyorum. O, notalarla bana bütün sırlarını veriyormuş gibi geliyor. Ama tabii ki çok hayran olduğum, olağanüstü başka besteciler de var. Mozart çalarken de büyülüyor beni gerçekten. Mozart bambaşka bir şey. Bir de Rahmaninov, Çaykovski gibi coşkunun tavan yaptığı eserler var. O ne akorlar, o ne patlamalar, arpejler… Yani piyano, piyanoluğundan çıkıp oranın kralı haline geliyor.

Bir de Ahmed Adnan Saygun var tabii ki. Sizin hocanız aynı zamanda. Eserlerini dünyaya da tanıtıyorsunuz. Bu sizin için nasıl bir sorumluluk?
Ben çok küçük yaşta Adnan Saygun ile çalışmaya başladım. 11 yaşındaydım, yani onun yanında çok yeni başlamış gibi hissediyordum. Ama müthiş yoğun bir programla inanılmaz bir ufuk açtı benim için. Ve o kadar keyif alıyordum ki, onunla çalışırken. İlk başta değil, çünkü o bana ağır geldi. Çok büyük bir çalışma gerektiriyordu.

Kaç saat çalışıyordunuz günde?
Onunla beraber bazen 4 saat hiç aralıksız çalışıyorduk. Ama bana verdiği ödevlerle falan her gün tabii ki 6-8 saat çalışıyordum. Fakat onun eserlerini keşfettikten sonra, o da benim için apayrı bir dünyanın kapısını açtı. Sanki hocam, bana bütün bu teorileri-armoniyi, kontrpuanı, orkestrasyonu, analizleri… Bunları öğreten muhteşem bir hocaydı.
Bir de ondan başka çok hissederek çaldığım ve derinden beni etkileyen bir besteci. O iki şeyin bir arada olması büyük bir şans. Onun eserlerini gerçekten, şimdiye kadar konser verdiğim bütün ülkelerde çaldım. 80’in üzerinde ülkede konser verdim. Piyano konçertosunu 19 farklı ülkede pek çok orkestrayla, mesela Almanya’da 3-4 orkestrayla, Amerika’da, Japonya’da, her yerde seslendirdim.

Klasik müzik gibi derin ve emek isteyen bir müzik türü, hızlı tüketilen bir dönemde ne kadar anlaşılabiliyor?
Biraz emek istiyor dediğiniz gibi, hemen algılayabileceğimiz bir şey değil… Ama aslında bakarsanız, pek çok şey de öyle. Hemen algılayabileceğimiz şeyler belki; edebiyat olsun, resim olsun… Derinliğini anlamak için okumak, hep onu istemek gerekiyor ki size gelsin. Onun için ısrarcı bir şekilde ulaşmıyor diyebiliriz.

Zaten enstrüman çalmak da günümüzde gerçekten büyük emek isteyen bir şey.
O karşılığını aldığınız andan itibaren, bütün o zahmetler ve emek yerini buluyor ve en güzel cevap oradan geliyor. Ömür boyu bir arkadaş, bir müzik enstrümanı aslında; illa profesyonel şekilde yapmasa da ben hep tavsiye ediyorum. Çocuklar için zihin açıklığı çok önemli, ona çok faydası var. İki yerin farklı işlemesinin, beyinde çok önemli bir faydası var. Yani bu çok güzel bir arkadaş; müzik ve enstrüman. Pek çok şeye tahammül edebilmek için de büyük bir güç veriyor.