Ayşe Erbulak, Norveç’ten Türkiye’ye uzanan, insanın tüm organlarını donduran konusuyla biz polisiye severleri yine mutlu ediyor. Birbirinden oldukça farklı karakterler üzerinden ilmek ilmek işlenen, gerilimin son sayfaya kadar dorukta olduğu bir roman Cinayet A. Ş.

Polisiye sevdalılarına

Zeynep Ceren ÖZDEN

An kısalığında yazlar, yüzyıllar süren beyaz örtü altındaki kışlar.”

Kitap ve film düşkünü olan insanlara sormayı en sevdiğim soru kesinlikle, “Favori türün ne?” oluyor her zaman. Eğer polisiye cevabını duyarsam işte gerçekten heyecanlanıyorum. Polisiye öyle bir türdür ki yazar zeki kurgusunu kotardığında koca koca külliyatları belki de bir hafta sonuna sıkıştırıp bitirebilirsin. Sir Arthur Conan Doyle, Agatha Christie, Maurice Leblanc ve Peyami Safa gibi isimler, yarattıkları eserlerle beni edebiyatın en uğraştırıcı ve heyecanlı türüyle tanıştırdı. Tabii ki Edgar Allen Poe’nun Morgue Sokağı Cinayetleri kitabının kendine özgü gotik gerilim tarzı, bu türe aşık olmama tekrar sebep oldu. Kitaplardan uyarlanan özellikle Sherlock Holmes yapımlarının yanında, polisiye filmlerinin ana maddesi olan “suspense” türünde filmlere imza atan Alfred Hitchcock, bu aşkımı daha da şiddetlendirdi diyebilirim. Bu sebeple çıkan her bir polisiye roman ve filmi takip etmek ve onları sabırsızlıkla tüketmek beni oldukça heyecanlandırıyor. Bu sebeple benim gibi sıkı polisiye takipçileri, eminim ki Cinayet A. Ş. romanını okuduktan sonra hemen sevdikleriyle paylaşmak ve üstüne tartışmak isteyecekler.

Eksik Parça Yayınları’ndan yayımlanan romanı Cinayet A.Ş.’de Ayşe Erbulak, Norveç’ten Türkiye’ye uzanan, insanın tüm organlarını donduran konusuyla biz polisiye severleri yine mutlu ediyor. Birbirinden oldukça farklı karakterler üzerinden ilmek ilmek işlenen, gerilimin son sayfaya kadar dorukta olduğu bir roman Cinayet A. Ş. Roman, klasik polisiyelerden farklı olarak olay örgüsünün başından itibaren “Katil kim?” sorusuna cevap vererek ilerliyor. Zaten ilk sayfadan itibaren katilin kim olduğunu değil, katilin bu mükemmel cinayetteki motivasyonunu düşünmeye başlıyoruz.

Ali, Norveç’te yalnız başına yaşıyor. İşlettiği küçük kafe ve yanında çalışan kadın Zinmar dışında hayatında pek de bir hareket yok. Aldığı bir telefonla Türkiye’de bıraktığı hayatının hiçbir zaman peşini bırakmayacağını anlıyor Ali. Ela ise Türkiye’de babasının açtığı özel bir hastaneyi işletiyor. Üvey annesinin ölümüyle babasının lüks hayatına geri davet edildikten sonra hayatı hepten değişiyor. Cesur, özgürlüğüne oldukça düşkün, gerçekleştiremediği hayalleri olan ve evliliğinde hayal kırıklığına uğrayan bir doktor. Norveçli Başkomiser Rolf ve İstanbul Cinayet Masası Başkomiseri Gökhan, soğukkanlılıkla işlenen iki farklı cinayeti birbirinden oldukça uzak ülkelerde çözmeye çalışıyorlar. Türkiye’de dans dersine giderken yolda yere yığılan bir adam ve Norveç’in bir adasında yüzü dağılmış bir şekilde yatan turist bir kadının arasındaki bağlantıyı çözmek için komiserler seferber oluyorlar. Her bir karakterin ahlak normlarını görüp tartıyoruz romanda. Bir insanın hayalleri karşısında önüne çıkan engellerle başa çıkamadığında alabileceği aksiyonlara tanıklık ediyoruz. Ya da en başından eksik bir hayat yaşan karakterlerin yüreklerindeki acıyı dindirmelerine hak veriyoruz. Bir bir cesetlere sebep verir oluyoruz metnin içerisinde. Yolları mükemmel cinayetlerin etrafında kesişen bu insanlar, o kadar masum mu? Peki ya cinayete kurban gidenler?

Polisiye roman okumak çoğu okur için cinayeti çözüp bu gizemin yarattığı eğlenceyi birkaç saatliğine hissetmek denilebilir. Fakat Cinayet A. Ş. ile birlikte okur, bireysel zevkin dışında toplumsal dinamikler hakkında kendini bir sorgulamanın içinde bulacak. Vicdan muhasebesini kitabı ilk açtığı andan itibaren yapan okur, metnin akışında katille empati kurmaya bile başlayabilir. İnsan ne zaman başka bir cana kıymaya karar verir? Yazar Erbulak, bize çaresizlik ve canavarlık arasında o oldukça uzun gözüken yolun aslında ne kadar da kısa ve sapa olduğunu gösteriyor. Zihin öyle bir yerdir ki labirent şeklinde her kıvrımına bir anı saklayabilir. Geride bırakıldığı düşünüldüğünde, dönülen ilk köşede geçmişin en karanlık detayları insanın ayaklarına serilebilir. Dünya üzerinde hangi deliğe girilirse girilsin, taşlaşmış kalpleri yumuşatacak ve buz tutmuş zihinleri açacak başka olaylar bulmak oldukça zor. Peki, tüm hayatları boyunca adaletsizlikle savaşan ölümlülerin canlarına tak ettiği noktada, kendi adaletlerini aramaya çıkmaları bencillik mi?

İki elleri kanlı, iki toplum mağduru çocuktu onlar. Bizler katil doğmamıştık, bizi sizler canavara dönüştürdünüz.”

Ayşe Erbulak, birbiri peşi sıra gerçekleşen olayların hızla aktığı, merak unsurunu hiç kaybetmeden bir olay örgüsü yaratmayı başarıyor. Polisiye sevdalılarını, tür içerisinde de dallanıp budaklanan gerilim temasını Norveç’in buz tutmuş havasında ve aynı zamanda Türkiye’nin oryantal sıcaklığı ve kaosunda işliyor yazar Erbulak. Cinayet A. Ş. ile İskandinav polisiyesinin soğuk ve tekinsiz havasını Türk polisiye edebiyatına kolaylıkla taşıması da takdire şayan. Erbulak, derinlikli pek çok konuya bu soluksuz ilerleyen roman sayesinde değinerek, okura hem düşünme alanı hem de zevkle ilerleyen sayfalar sunuyor.