Diyetlerin beslenme kalitesine bakılınca pesketaryen diyet analiz edilen diyetlerin arasında en yüksek puana sahip. Ardından vejetaryen ve vegan geliyor.

Popüler diyetlerin doğaya zararı
Fotoğraf: Freepik

“Popüler diyet” (veya “hype diyet”) çılgınlığı uzunca bir süredir ortalıkta; ama özellikle de internetin ve sosyal medyanın (dolayısıyla “influencerlar”ın) yükselişiyle bu hype diyetler daha da popüler hale geldi.

En sonda söyleneceği en başta söyleyeyim: Genel geçer olarak uygulanabilecek, herkese uygun bir diyet bulunmamaktadır. Bu, beslenme biliminde tartışmaya açık bir konu bile değildir; sıradan bir gerçektir. Hatta bütün tıp camiası bile “standardize edilmiş tıp”tan “kişiye özel tıp” kavramına geçiş yaparken, beslenme biliminin evrensel bir diyeti herkese dayatabileceğini düşünmek akıl dışıdır.


Ne var ki hype diyetlerin problemi, çoğu zaman boşa çıkan vaatlerinden ibaret olmayabilir. Bu diyetler, daha tehlikeli bir şekilde, beslenme kalitesi bakımından düşük ve çevresel etki bakımından yıkıcı da olabilirler. Örneğin Tulane Üniversitesi tarafından yapılan yeni bir çalışmaya göre, son dönemlerde çok popüler olan keto ve paleo diyetleri, hem genel beslenme kalitesi bakımından hem de karbon emisyonları bakımından sınıfta kalıyor.
Bu gerçeği ortaya koyan çalışma, saygın bir beslenme bilimi dergisi olan The American Journal of Clinical Nutrition'da yayımlandı. Araştırmacılar, CDC'nin Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Anketi’ne katılan 16 binden fazla yetişkinin diyetinden topladıkları verileri kullandılar. Sonrasında bu katılımcıların beslenme biçimleri, ABD’nin Sağlıklı Beslenme Endeksi’ne göre puanlandı ve böylece her bir diyetin ortalama puanı belirlenebildi.
Bu çalışmaya göre, yağ tüketimini artırmayı karbonhidrat tüketimini azaltmayı önceleyen keto diyetinin, tüketilen her 1.000 kalori için yaklaşık 3 kg karbondioksit ürettiği hesaplandı. Bu, dikkate değer ölçüde kötü bir ayak izi! Et, kuruyemiş ve sebzeleri yüceltip tahıl ve fasulyeden kaçınan paleo diyetiyse, ketodan sonra çevreye en çok zarar veren ikinci diyet: 1.000 kalori başına 2,6 kg karbondioksit ile son derece yüksek bir karbon ayak izine sahip. Tahmin edilebileceği üzere, spektrumun diğer ucunda, iklime en az zararı veren vejetaryen diyetler var: Örneğin vegan diyet, tüketilen 1.000 kalori başına 0,7 kg karbondioksit üretiyor. Vejetaryen ve pesketaryen diyetler de vegan diyet kadar olmasa da çevre dostu diyetler olarak karşımıza çıkıyor.

Bu, farklı diyetlerin çevreye zararını karbon ayak izi üzerinden inceleyen ilk çalışma. Araştırmacılar, hype diyetlerin çoğunun et odaklı oldukları için iklim üzerinde olumsuz etkileri olabileceğinden şüphelenerek bu çalışmayı yaptılar. Gerçi bu tür bir şüphe uzunca bir süredir vardı; fakat bu tür popüler diyetler genellikle uzmanlar tarafından bireysel görüşme sonrasında önerilerek değil de, sağdan soldan duyma yoluyla, üstünkörü bir biçimde kişilerce uygulandığı için, hepsini ortak bir çerçevede, düzgünce incelemenin kolay bir yolu bulunmuyordu. Bu nedenle de bugüne kadar bunu bu şekilde araştıran kimse olmamıştı.

Tabii ki karbon ayak izi, bir diyetin niteliklerinden sadece birisi. Eğer diyetlerin beslenme kalitesine odaklanılacak olursa, bu defa pesketaryen diyet (yani balık haricinde hiçbir et tüketmeyen beslenme tarzı), analiz edilen diyetlerin beslenme kalitesinde en yüksek puanı alıyor. Sırasıyla vejetaryen ve vegan diyetler onu izliyor. Anket katılımcılarının yüzde 86'sının takip ettiği ve en yaygın diyet olan “hepçil diyet” (yani hem ot hem et yiyenler), hem kalite hem de sürdürülebilirlik açısından tam ortada bir puan alıyor.

Bulgulara göre, omnivor diyeti takip edenlerin üçte biri vejetaryen bir diyete geçecek olurlarsa tek başına bu tercih, binek araçların kolektif olarak 550 milyon kilometrede saçtıkları karbondioksiti dengelemeyi sağlardı. Hem de her gün! Bununla birlikte, özellikle de omnivor diyetleri uygulayanlar, bitki-ağırlıklı Akdeniz diyeti veya yağlı etleri sınırlayıcı DASH diyeti gibi hepçil diyetleri tercih ederlerse hem karbon ayak izlerini hem de beslenme kalitesi puanlarını yükseltiyorlar.

Sadece yediklerimizi değiştirerek sağlık ve karbon ayak izi bakımından daha iyi bir puana erişebilmemizin sebebi, 2021 tarihli bir araştırmanın da ortaya koyduğu üzere, sera gazı emisyonlarının %34’ünün gıda sistemlerimizden gelmesi; bu emisyonlar içindeki en büyük payın gıda üretimine ait olması ve üretilen gıdalar arasındaysa en büyük suçlunun sığır eti üretimi olması: Tek başına sığır eti üretimi, tavuk üretiminden 8-10 kat daha fazla emisyondan; kabuklu yemiş ve baklagil üretimindense 20 kat daha fazla emisyondan sorumlu! Bu emisyonlar da bir araya gelerek Dünya’mızın küresel ölçekte ısınmasıyla sonuçlanıyor.

İklim krizi, etkileri görece yavaş bir şekilde ortaya çıksa da küresel ölçekte insanlığın geleceğini en fazla tehdit eden doğal felaketlerden biri. Şahsen ben, iklim krizinin boyutlarından ötürü bireysel değişimin bu krizi durdurabileceğine inanmasam da (daha ziyade aktivizm ve politik kararlar bunu değiştirebilir), bu tür araştırmalar bireysel değişimin gücüne inananların bilime dayalı tercihlerde bulunmasını kolaylaştırdığı için kıymetli çalışmalar. Bu çalışma da etten tamamen vazgeçmeksizin insan sağlığının ve karbon ayak izinin etkili bir şekilde iyileştirilebileceğini gösteren yığınla araştırmaya bir yenisini ekliyor.