Post-modernizmin ve onun son yıllardaki pratiği Post-truth’un en temel “fikri” gerçekliğin bilinemeyeceği, algının esas olduğu tezidir. Bu tezde gerçeklik, genellikle “varlığı, yapısı, özellikleri değişmeyen, katı, neyse o olduğu söylenen bir kategoridir ve var olup olmadığı bilinemez” diye tanımlanıyor.

Post-truth yapay zekâyı teslim alırsa…

“Yapay zekâ”, “Deep fake”, “Post truth” ilişkisi sonradan kurulmuş bir ilişki değildir; biri öteki olmaksızın var olamayan, postmodernizm havuzunda büyümüş, birbirini içselleştiren zehirli albenili çiçeklerin, dolaşık sarmaşık otlarının yaydığı, aydınlar içinde kitleselleşen bir ilişkidir. Bu yeni karmaşık ilişki, kültür sanat dünyasının, doğal gelişimini, 12 Eylül darbesinin yarattığı korku iklimi nedeniyle terk ettiği bir dönemin ürünüdür, Sanat kültür dünyasının önde gelen kimi aydınlarının, gerçeğin, gerçekliğin baskısından kurtulma çabası, üstü kapalı ifadelerle kendilerine yeni bir yaşam alanı aramasının sonucu olarak ortaya çıktı.

Bu arayış kısa sürede kendine ideolojik bir sığınak olarak postmodernizmin “düşünceyi özgürleştiren” sahteciliğini sevinçle keşfetti. Bu mutlu keşif, eski düşüncelerden, ideolojik bağlılıklardan iç huzuruyla kurtulma özgürlüğü bahşeden yeni küresel dünyaya boğaz tokluğuna, yani yaşama hakkı pahasına transferi ile sonuçlanmıştır. 

Post-modernizmin ve onun son yıllardaki pratiği Post-truth’un en temel “fikri” gerçekliğin bilinemeyeceği, algının esas olduğu tezidir. Bu tezin çağdaş formülasyonlarında gerçeklik, genellikle “varlığı, yapısı, özellikleri değişmeyen, katı, neyse o olduğu söylenen bir kategoridir ve var olup olmadığı bilinemez” diye tanımlanıyor. Bu tanıma göre gerçeklik sonrası iddiasının yandaşları, “gerçek, gerçeklik bizim dışımızda tüm kesinliğiyle var olan bir şey midir, yoksa bizim zihnimizin ilkel çalışma yöntemleri nedeniyle işlem yapabilmek için varsaydığımız, tahayyül ettiğimiz bir şey midir?” diye zor bir soruyla köşeye sıkıştırmaya çalışırlar bizi. 

Somut nedir?

Aslında soru sıradandır, yanıtı zor değildir; yalnızca kötü niyetli bir saptırmacaya dayanır. Algı ile gerçeğin yer değiştirmesi, gerçeği yok saymanın ilk adımıdır; gerçeğin bizim dışımızdaki varlığının inkârıdır. Oysa biz “gerçeğin bizim dışımızdaki varlığı” dediğimizde “insanın bu gerçekliğin tamamının bilgisine, bilincine sahip olacağını” söylüyor değiliz. Söylenen yalnızca bu gerçeğin “somut” olarak tarif edilebileceğidir. Sonsuz öğeden oluşan, insan bilincinin dışında var olan gerçeklikten söz ediyoruz ve biz onu “somut” olarak adlandırırız. Ama bu somut, yalnızca elle tutulan, gözle görülen, dokunulan, kokusunu aldığımız vd. şey değildir. Gerçeklik, duyularımızla algıladığımız nesneler kadar duyularımızla algılayamayacağımız “ilişkileri” de kapsar. Duyularımızla algıladığımız nesnelerin birbiriyle ilişkileri de duyularımızla algılayabileceğimiz türden elle tutulur ilişkiler değildirler ama gerçektirler. Post truthçu çokbilmişlerse gerçeğin bu tanımından hiç hoşlanmaz; gerçekliği yalnızca algılanabilen, nesnel ya da duyusal varlığı yokluğu tartışılması gereksiz, “gerçek sonrası” olarak tarif ederler. Onlara göre gerçek, pratik olarak “o anda” neye gereksinim duyuyorsak o olan ya da karşı konulması anlamsız çoğunluğun algısı neyse o olandır.

Deep fake Post truth’un hizmetinde 

Post truth, yukarıda tarif edilen gerçekliğin amansız bir düşmanı olarak boy gösterdiğinde, modern teknolojinin ideolojik savrulmaların hizmetine girmiş ürünlerinden yararlanır. Bu kapsamda ahlak dışı bir “imkân” olarak tartışılan “Deep fake - derin sahte” post truthçuların hizmetine sunulmuş bulunuyor. Nedir bu deep fake? 

Bilim ve Gelecek dergisinin Mayıs sayısında (229) yer alan konunun uzmanlarından İzlem Gözükeleş’in yazısından aktaralım: “Derin sahte tamamen yapay zekâ tarafından üretilen veya değiştirilen bir sentetik medya kategorisidir.” Bu özet tanım sanıyorum yeterlidir. Ama post truth’un yapay zekâ ile ilişkisi konusu üzerinde biraz daha durmakta yarar var.
Yapay zekâyı tanımlarken şimdilik ne dediğini bilen, söyleneni gerçekten anlayan, hakiki hislere sahip bir makineden söz etmiyoruz. Ama hızla gelişen bu teknolojinin internet erişimine açık hale gelmesiyle, yani gittikçe daha fazla genişleyen veri deposunu Big Data’yı daha aktif kullanma imkânına kavuşmasıyla, korelasyonlara daha açık hale gelmesiyle ve kendisini yöneten algoritmayı kendisinin yenileme olanağına kavuşmasıyla işler bir ölçüde değişti. 

Bu durumda pek çok işe yaradığını kabul etmek zorunda olduğumuz yapay zekânın kendisine sunulan ideolojik çerçeveyle sınırlı kalacağını, başka anlayışlara kapısını sıkı sıkı kapatacağını da dikkate almak gerekmeyecek mi? Yapay zekânın son ürünü Chat GPT ve benzerleri başlangıçtaki algoritmaları kendileri üretmeye başlasalar bile o ilk çerçevenin ideolojik çemberinin dışına çıkmayı “düşünemeyecekler.” Bildiğimiz kadarıyla ya da şimdilik yapay zekâ “düşünen” bir makine ya da “zekâ” değil. O yalnızca kendisine sunulan verileri kullanarak ya da algoritmasının çizdiği çerçeve içinde “değerlendirerek” sorulara yanıt veren bir makine. Burada konumuzla bağlantısını, ilişkisini sorgulayalım ve sanal gerçeklikle ya da gerçeklik ötesi ya da algı sahteciliği ile ilişkisinin nasıl olabileceğine yanıt arayalım.

Gerçeğin yerine algıyı geçiren Post truth için bulunmaz bir nimet olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bugün Yapay Zekâyı besleyen veri yığınına hizmet eden en açık uçlu Wikipedia gibi “bilgi depolarında” bile çerçevenin çoktan çizildiğini, orada özgürce değişiklikler yapmanın hiç de kolay olmadığını, “bilgi”nin bir ideolojik süzgeçten geçirilerek sunulduğunu görüyor, biliyoruz. 

Gerilemenin küreselliği

Öyleyse daha yapay zekâya gelmeden, yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada üniversitelerin durumu bile, yaşadığımız çağın en büyük zorluk ve zorbalığıyla, bilginin sunumu ve yorumlanması konusunda, aşılması güç bir engelle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Üniversiteler artık özgür değiller. Özgürlüğün sınırları kapitalizmin ve hiç ısınamadığı özgürlük fikrini terk etmiş liberalizmin ideolojik politik gereksinimleri ile belirleniyor. Yapay zekâ ve Chat GPT gibi yeni imkânlar da bu yapının üzerinde ve onun hizmetinde gelişiyor. Gerçeğin yerine seçilmiş algının hâkimiyetine dayanan Post truth işte bu dönemin artık neredeyse kabul edilmiş ideolojisine dönüştü. Bu ideoloji ile mücadele etmenin yaşamsal olduğu, yapay zekâ ya da onun ürünü Chat GPT gibi imkânları denetimsiz kullanmanın, onlara tabi olmanın zararlarına karşı, yapay değil gerçek aklın peşine düşmenin, kuşku belirtmenin, benim gibi yalnızca meraklı okurların değil uzmanların, yani konuyu hakkıyla bilenlerin görevi olduğunu söylemek acaba boyunu aşan işlerle uğraşmak sayılır mı? 
Yapay zekânın Chat GBT ya da BingChat gibi yeni ürünleri daha albenili olabilmek için, hem internet erişimine açık hale geliyorlar hem de sohbeti daha doğal görünür kılmak amacıyla kişiselleştirme olanağı sunuyorlar. Bunun anlamı, karşımızdaki sohbet ortağını “gerçek kişi” yerine geçirmek, onun sanki gerçekten duyguları olan, fikirleri birleştirerek sonuç üreten değil, doğrudan fikir üreten bir varlık olduğu izlenimine inanmaya başlamak olabilir. İşte bu da sanal dünyanın gerçeğin yerine geçmesi ya da post truth denilen algıyı gerçeğin yerine koyan dünyanın egemenliğine boyun eğmekten başka bir anlam taşımaz.

••• 

Her gelişme insanlığı ileri taşımaz. Kuşkusuz bizler Ludistler değiliz. Ama bilimsel gelişme de onun denetimden çıkmaya her zaman hazır evladı teknoloji de kötüye kullanıma açık bir öze sahiptir. Atomun sırlarını gittikçe derinleşen ve sonsuz olduğunu her gün biraz daha gördüğümüz bir bilgi dünyasında, Kuantum âleminde görüyoruz. Ama kötüler sistemden kaynaklanan ve vazgeçemedikleri hırslarıyla bilgiyi de kötüye kullanmadılar, bunu tarihte bin kere kanıtlamadılar mı? 
Post truth işte böyle bir aymazlığın kapısıdır. O kapıyı açmayın, soldaki kapıdan girin içeri…