Google Play Store
App Store

Artık "biz" diye bir şey var mı? Ya da "biz"den geriye ne kaldı? Özel hastanelerle ve 112 Acil Çağrı Merkezi'nde bazı çalışanlar ile işbirliği yapan bir çete, göz göre göre yoğun bakım servislerinde bebeklere işkenceler yaparak öldürmüşken... Bebeklere bunları yapan diğer hastalara ne yapmaz. Bütün ülke ayağa kalkması gerekirken...

SOSYAL RÜYA

Biz diye bir şey var mı? Normalde bireyler olarak vatandaşlar, sosyal rüya dinamiğini oluşturan bilinçsiz süreçlerde tutulur, 'Amerikan rüyası'nda olduğu gibi bazen büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlansa da. Sosyal rüyalar, bizi biz yapar, aramızdaki görünmez bağlar aracılığıyla. Türkiye'de de benzer bir rüya dinamiğini iktidarlar hep kullanmaya devam etti, toplumu kutuplaştırırken bile. Şimdi rüya kâbuslardan ibaret oldu. Bu kâbusların ortak özelliği kayıtsızlık. Ağaçların katledilişine seyirci kalan sokak hayvanlarının katledilişine de seyirci kalır, sonra sıra bebeklere gelir...

KAYITSIZLIK

Freud, sevginin karşıtının nefret değil, kayıtsızlık olduğunu yazmıştı. Nefretle işlenen suçlar değil bunlar, kayıtsızlıkla... Soykırımlar da nefretle değil geniş yığınların kayıtsızlığıyla normal gözüken insanlar tarafından gerçekleştirilmişti, gerçekleştiriliyor. Neoliberalizm, tüm sınıfların sosyal olarak bilinçli benliklerini, insan haklarının apaçık ihlallerine kayıtsız hale getirdi. Paranın her şeyin yerine geçtiği ikiyüzlü bir ahlakın normalleşmesi, doğal olarak toplumu çürütür, çürüttü.

SAĞCI ÖZGÜRLÜK

Bu çürüme, 80'lerde Batı'nın liderliğinde 'sağcı özgürlükçülük'le, Margaret Thatcher'ın "Toplum diye bir şey yok" şiarıyla tüm dünyayı etkisi altına aldı. Türkiye'nin kötü iktidar deneyimleriyle bağışıklık sistemi iyice zayıfladığında, bu çürütücü virüs bütün damarlarında gezinmeye başladı.Bebeklerin canını alacak kadar pis ve derin bir çürüme...

BOŞ ZİHİN

Ama bu çürüme, eğlence amaçlı arayışların kültürel çıkarları yerinden etmesiyle birlikte sadece hayata devam etme ve mümkün olduğunca zihnimize az sorun çıkaracak şekilde yaşama amacının yaygınlaşmasıyla zirve yaptı. İçe bakış, entelektüel meselelere ilgi duyma, anlam arama, hayatla yeni bağlar keşfetme arzusu gittikçe azaldı ya da kişisel gelişim endüstrisinin reçetelerine indirgendi. Yeter ki zihnimiz yorulmasın ve sıkılmasın. Sosyal medyadaki kısa videolarla bir tür narkoza girmiş beyinler kayıtsızlıkla doldu.

PSİKOFOBİ

Dünyanın bu çürümeyle kademeli olarak yok edilmesi, tüm insanları ortak bir kolektif deneyim evreninde bir araya getiriyor. Kültürün daha üretken yollara yönlendirilebilmesi için toplumları anlamanın ve yeniden organize etmenin yollarını bulmamız gerek. Psikanalist Christopher Bollas 'Meaning and Melancholia' adlı kitabında "psikofobi"den bahseder, bulacağı şeyden korktuğu için zihne bakma nefreti... Psikofobi, vicdanla birlikte gelen bir akla sahip olma korkusudur. Bollas, bu çürümeyi sonlandıracak kalıcı bir değişimi istiyorsak sadece sosyal değil, psiko sosyal bir dönüşümün kaçınılmaz olduğunu iddia ediyor. Düşünme kapasitemizi geri kazanmak için de önce psikofobiyle yüzleşilmesi gerekiyor. İnsan ıstırabı, ekonomik ve politik nedenleri dışında zihinsel hayatımız dikkate alınarak çözülebilir.