Reddedenlere övgü
Magazin dünyası çalkalanıyor. Kim, kimle, ne için, ne yapmış.
Böyle durumlarda sessiz kalmak mı, yorum yazmak mı gerekir, emin olamam. İş kişiler üzerine odaklanmaya gelince, gözlerimle görmediğim, bizzat tanık olmadığım konularda fikir beyan etmekten kaçınırım. Böyle anlarda atalar bile hem fikir olamazlar, kimi “ateş olmayan yerde duman tütmez” der, kimi “meyveli ağacı taşlarlar”, kimi “kötü kabağın çekirdeği bol olur.”
Hemen her sektörde seçmeler, yarışmalar, ödül törenleri yapılır. Bunlarda genellikle pek adil kararlar çıkmaz. Çoğu zaman ödül alenen satılır. Türkiye’nin en beğenilen belediye başkanları, iş insanları, sanatçıları gibi listelerin içine gerçekten başarılı bir iki isim konulmasının nedeni, o listeye parayla veya güçlü giren diğerlerine muska olmalarıdır.
Örneğin profesyonel futbol. Sanmayın ki sahaya çıkanlar “en iyi”ler. “En iyi” oyuncuların çoğu, babaları simsarlarla uygun dili tutturamadığı için daha yolun başında elenir. Gerçekten iyi olup, sahaya sürülmeyen genç sporcuların bazıları hırçınlaşır ve rüşvetçi teknik direktörleri “seni böyle hırçın olduğun için yedekte bırakıyorum” der. Oyuna giremediğin için gol atamazsın, gol atamadığın için ödül alamazsın. Geriye bir tek birahanedeki arkadaşın kalır: “Ulan sen en iyiydin ama hakkını yediler be.”
Bir neslin çok saygın gördüğü ünlü bir sanatçı, o bayırı çıkarken kaç taş devirdi bilinmez. Bilenler genellikle susar, zaman içinde yaşlanır ve ölürler. Bu “parazit” sesleri baskılayıp biraz da uzun yaşarsanız onur ödülü bile alabilirsiniz. Suskunların çoğu da masumiyetten değil, “aman başıma iş almayayım” diye susar. Lağımda akıp giden bir boku izlemek kolay olmaz ve yeterince zaman geçince bir bokun üzerinde bile çiçek açabilir.
∗∗∗
“Vatan haini” denince akla gelen ilk isimlerden Ali Kemal, Türkiye’deki siyasi partilerin aslında “ocak” olduğunu yazardı. Ocaklı ocağın çıkarı üstünde bir çıkar görmez. Durumu sorgular ve bunu söylerse ocaktan atılır. İçten içe bir şerefsiz olduğunu bilse bile, ocağa hizmetten, lidere boyun eğmekten vazgeçmez. Ocak lideri bugün ak dediğine yarın kara diyebilir. Ocaklının görevi hiçbir sorgulamaya girmeden yeni kurallara itaat etmektir. Böylece ödül bildiği makamlara ulaşır. Bir de siyah Audi A6 alırsa, memlekette havasından geçilmez. Arabaların modelleri, kişilerin karakterleriyle ters orantılıdır. Ne kadar yukarı çıkarsan, o kadar alçalırsın.
Başarılı bir akademisyen yıllarca kadro beklerken, sırtını siyasete yaslamış çapsızlar, profesör oluverirler. Adaletin yokluğu hamasetle kapatılır. Bir bankacı arkadaşım onlarca tanıklıktan hareketle, “Bir şirket ne kadar yolsuzsa, şirket bahçesindeki bayrak o kadar büyük olur” derdi.
Bir bakıma, böyle durumların sıralanması bile bu tip insanların işine gelir. Tamam onlar da eğridir ama bu devenin neresi doğrudur ki?
Magazin dünyasındaki haberlerde öne çıkan insanlar için ister istemez bir üzüntü duyarız. O çok sevdiğimiz başarılı oyuncunun yediği linç karşısında içimiz sıkılır, onunla empati yapar, hatta onu savunmaya kalkarız. Bu da insani bir haldir ama kusursuz bir hal midir acaba?
∗∗∗
Me Too hareketini çok beğenmiş, cesaretle öne çıkan ünlü kadın oyuncuları alkışlamıştım. Ama sonra bu durumu da sorgulamaya başladım. Bankaya birkaç yüz milyon dolar, vitrine de bir dolu ödül koymuş bu kadınlar acaba o noktaya tertemiz mi gelmişlerdi? Onları onaylıyordum elbette ama beraber girdikleri bir seçmede reddetmeyi göze aldığı için seçilmeyen, belki o oyunculardan çok daha başarılı olan ama toplumun gözünde “başarısız” diye damgalanan, sonuçta işine küsen, hayata küsen, şu an dünyanın bir yerinde yaşam zorluklarıyla mücadele eden, adlarını bilmediğimiz için empati bile yapamadığımız milyonlarca kadın ne olacaktı peki?
Ben bir hikaye yazarıyım. Biliyorum ki iyi bir yazarım. Ama bunu burada BirGün’deki yoldaşlarımın arasında bile söylemem riskli. Çünkü yoldaşlarım değil ama hıyarın biri mutlaka okur, bu cümleyi alıntılar ve kırk yıl sonra bile unutulmayacak bir lincin öznesi yapar. Bu nedenle hiç bu toplara girmemeli, yazmaya devam etmeli ve bir gün bir yerde hikayelerimi okuyacak adil bir gözün değerlendirmesini beklemeliyim. İkinci bir yol daha var: Beni onaylayacak bir network’e mutlaka katılmak, el etek popo dahil öpmem gereken her şeyi öpmek, hırsımı tevazu gömleğiyle gizleyip, başarıya giden yolu ağ gibi örmek ve nihayet kafama taç takıldığında “Aman efendim, bu ödülü başkaları hak ediyor” diyerek “amma mütevazı adam” broşunu da ceketime eklemek. Oyuna alınmadığı için hırçınlaşan, hırçınlaştığı için işgüzar teknik direktörü haklı çıkartan futbolcu delikanlı döngüsünün tam tersi.
∗∗∗
Edebiyat dünyasının aksine, siyasette “dark side”dan çok teklif geldi. Bunlar umurumda olmazdı ama aba altındaki sopalarla mücadele ederken kendi köyümden gençlerin niyet okumalarına çok kırılırdım. Teklif edilmemiş olan, reddetmiş olanı anlayabilir mi?
Maldoror, arkadaşlarından dayak yediği için ağlayan oğlan çocuğunun yanına şefkatle oturur ve öğütler vermeye başlar: “Ah benim üzgün çocuğum, sana tavsiyem, şu seni döven çocuğu ilk fırsatta öldürmen. Küçük bir çocuk olduğun için kimse senden şüphelenmez. Hayatta önüne engel olan herkesi bir bir ve gizlice öldürmelisin. Şüphelenen olursa, onu da öldürürsün. Bir gün yeterince insanı yok edersen herkesten daha güçlü ve daha zengin olabilirsin ve o zaman seni kutsayacak bir kilise satın alman da kolaylaşır. İhtişamla geçen bir ömrün sonunda cenazenin olağanüstü görkemli olacağına emin ol.”
Oyuncu seçimlerinde her nedense seçilemeyen, kitapları filmleri ilgi görmeyen, ödül törenlerine davet bile edilmeyen, adlarını ancak tanışırsak öğrenebileceğimiz reddedenlere selam olsun.
John Lennon ne demişti: “Arka sıradakiler alkışlayabilir, öndekiler mücevherlerini şakırdatmakla yetinsin.”