Reform değil deform
BBC’de çalıştığım yıllarda, editoryal standartlar konusundaki tartışmalarda sıkça gündeme gelen bir konu başlığıydı “reform” sözcüğü. Kimi zaman siyasi tartışmaların da konusu olacak bir şekilde, en azından haber metinlerinde “her yasa veya yönetmelik değişikliğine, her siyasi ya da bürokratik yeni düzenlemeye reform deyip dememe” meselesi kim bilir kaç kez tartışılmıştır.
Bizler burada, yani Türkiye’de medyada o sözcüğü o kadar cömert ve ölçüsüzce kullanıyoruz ki, çoğu zaman farkında bile olmadan siyasetçilerin yapmak istediği kurnazca ve bilinçli çarpıtmaya da alet olduğumuzu hissetmişimdir.
Tanımı doğru yapmak gerek.
“Reform” sözcüğünü, “bir şeyleri olumlu, ileri ve daha çağdaş bir istikamette değiştirmek” demektir. Bu tanımın tam tersine, “varolanı geri vitese takıp, mevcut olumlu yönlerini bile ayıklayarak, özgürlükleri ve olumlu unsurları budayarak” dönüştürmenin adı “reform” olamaz.
Ama siyasetçiler yaptıklarını güzel bir ambalaja sarıp kamuoyuna sunabilmek için bu “yutturmacaya” her zaman başvururlar. Aslında her siyasi iktidarın fırsat buldukça kullandığı bir silahtır bu. AKP iktidarı 22 senedir daha sık ve daha sorumsuzca yaptığı için özellikle dikkatimizi çekmiştir. Daha doğrusu, çekmelidir.
Çok doğaldır ki, her siyasi hareket iktidar olduğunda bir şeyleri istediği gibi değiştirme ve dönüştürme çabası içinde olacaktır. Bugünün AKP rejimi de, 2002’de iktidar gelir gelmez bunu yapmaya çalışmış, gerek Anayasa’da gerekse hemen hemen tüm yasalarda yaptığı değişikliklerle Türkiye’yi “kendi ideolojisi, programı ve talepleri doğrultusunda” farklı bir düzleme oturtmak için elinden geleni yapmıştır.
Kimi zaman mevcut yasaları ve mevcut Anayasayı bile elinin tersi ile itip, âmir hükümleri uygulamamak yani tamamen hukuksuzluk yoluna başvurmak şeklindeki davranış biçimlerini bir yana koyarsak, yaptıkları tüm değişiklikleri halka “reform” diye yutturmaya çalışmışlardır.
AKP Genel Başkan Vekili Efkan Âlâ’nın Çarşamba günü basın mensuplarına yaptığı açıklamaları okurken, hep bunları anımsadım.
Efkan Bey, Avrupa Birliği’ne üyelik macerası boyunca, özellikle 2000’li yıllarından başından beri dillerinden düşürmedikleri şu meşhur “türküyü” bir kez daha seslendirmiş. Hani şu “Ankara Kriterleri” türküsü.
“Angara’nın Bağları” türküsünden bile eskidir bu.
İçeriği, özetle “Eğer AB’ye almazlarsa, biz de o kriterlerin (Kopenhag ve Maastricht) adını ‘Ankara Kriterleri’ koyar, yolumuza devam ederiz” olan mâlûm ve mâhut türkü, yıllar öncesinde anlamını yitirdiği ve içi boşaltıdığı, hattâ iyice “detone” söylenmeye başlandığı için, her duyduğumda kulaklarımı tıkayasım geli.
Sayın Âlâ (mealen) “Tarımdan, tükekici haklarına, ekonominin çeşitli alanlarından hukuk ve adalete, medyaya, dijital dönüşüme, eğitim ve sağlığa kaar hemen her alanda reformlar yapılacağından” kısacası “İkinci bir reform dalgasından” söz ediyor.
Reform sözcüğünü o kadar cömertçe ve bilinçli olarak kullanıyor ki, duyan da hazretler iktidara daha “dün” gelmiş ve halka kendilerini yeni yeni tanıtmaya çalışıyorlar zennedecek. Daha da ötesi, sanki önümüzde bir seçim var (kim bilir? belki de vardır) da, “tutucu ve gerici - muhafazakar muhalefete” karşı böyle bir “reformcu ajanda” ile oy istiyorlar.
AKP Genel Başkan Vekili, tabii ki “zekice imal edilmiş bir etiket kullanarak” sözü hemen anayasa değişikliği çabalarına getiriyor. “Türkiye’nin bir an önce şeffaf, katılımcı, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Türkiye’nin, millet iradesini yansıtan, teme hak ve özgürlükleri garanti altına alan bir anayasa yapması gereğinden” de söz ediyor.
Bunu bir süredir sistematik biçimde yapıyor, AKP rejiminin temsilcileri. En başta da Cumhurbaşkanı.
Oysa ki, hayatın 22 yıllık pratiğine bakınca;
1. AKP ideolojisinin bırakın “reform” yapmayı, Türkiye’de varolanı bile her alanda 20-30-50, hattâ eğitim sistemi örneğinde olduğu gibi neredeyse 100 yıl öncesine götürmeyi amaçladığını,
2. Mevcut anayasal ve yasal hakları ve özgürlükleri bile olabildiğince budayarak, Anayasa’nın işlerine gelemyen maddelerini yok sayarak, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına uymayarak, AİHM kararlarını yırtıp çöpe atarak yoluna devam ettiğini hepimiz yaşayarak biliyor ve görüyoruz.
AKP’li yöneticilerin ağızlarına sakız ettikleri “Bu ülkeye ve millete dar gelen anayasa” söyleminin, aslında tam tersine (hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda) kendilerine ne kadar “bol geldiğini” her fırsatta gösteriyorlar. Bir yandan da yine her ağızlarını açtıklarında “Askeri vesayet rejimi anayasası, darbe anayasası” söylemi ile, 1980 askeri darbesinden sonra 1982’de temeli oluşturulmuş bugünkü Anayasa metnini “Faşist” kendilerini de adeta “Devrimci - Sosyalist” gibi sunma komikliğine tevessül ediyorlar.
Hiç kimse, 12 Eylül 1980 rejiminin faşist bir darbe rejimi olmadığını savunamaz. Ama bugünkü “Tek Adam rejiminin” özellikle hukuk ve yargı alanında, temel özgürlükler alanındaki pratiği, bize 22 yıldır defalarca “12 Eylül’de bile olmadı bunlar” dedirtmiştir.
Bugün, Türkiye’nin gerçekten de AKP’lilerin dediği gibi “şeffaf, katılımcı, demokratik ve sivil” bir anayasaya ihtiyacı vardır. Ama, her attıkları adımda her yaptıkları yeni yasa ve düzenleme ile bunun tam zıddını binlerce kez kanıtlamış olan bugünün yöneticileri “reform ve sivil anayasa” yalanına kanacağımızı sanıyorlarca büyük bir yanılgı içindeler.
Ne reformu?
Yapsanız yapsanız, “deform” yaparsınız siz.